- 569 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
-İSTİKLALİMİZİN SEMBOLÜ MİLLİ MARŞIMIZIN KABUL YILDÖNÜMÜNÜ KUTLARKEN-
Modern edebiyatımızın bazı isimlerinin topluma ya da belirli bir sosyal kesime mal olmuş, eserlerini de aşan bir hüviyetlerinden söz edilebilir. Nasıl ki, 20’inci yüzyılın ilk yarısı bizde ve dünyada karizmatik siyasi kişilikleri öne çıkartırsa, sanat-edebiyat ve düşünce dünyasında da salt eserleriyle değil şahsiyetiyle de kendini gösteren isimler karşımıza çıkmaktadır.
Mehmet Akif Ersoy, edebiyat dünyamızda bu tip şahsiyetlerimizin başında gelir. Eserleriyle, yaşantısıyla ve duruşuyla “Milli Şair” tanımlamasına hak kazanır. Gerçekten de büyük şairimizin “İstiklal Marşı ve Çanakkale Şehitleri” gibi dev eserleri salt sanatsal boyutta ele alınamaz. Döneminin Konjonktürüne bağlı olarak değerlendirilmeyi de hak eder. Bu durumun özet ifadesini en güzel şekilde Mehmet Akif’in “Allah, milletimize bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” sözünde bulabiliriz.
Diğer bir hususta tarihimizdeki büyük mimari eserler misali İstiklal Marşımızın da inşasını belirleyen sanatsal kudret yanında harcındaki İman ve Ahlak öğelerine de vurgu yapmalıyız. Bilindiği üzere Akif, para ödülünden dolayı yarışmaya başlangıçta iştirak etmez. Bu, Milli şairimizin tavizsiz dürüstlüğü ve sembol haline gelmiş ahlak anlayışının örneklerinden yalnızca biridir.
Kimi zaman Akif’in ilericilik-gericilik tartışmalarının öznesi olduğu da görülebilir. Sözgelimi “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” tanımlaması tepki alır. Ancak bu mısraın uzun harp yıllarının deneyimleriyle yoğrulan bir benlikten süzüldüğünü de söylemeliyiz. Hatta daha da ileri giderek Milli Şairimizin “İstiklal Marşı” ile anti-emperyalist ve mazlum halkları temsil eden mesajlar verdiğini söylemeliyim. Açıktır ki, İstiklal Marşımız ancak batı dünyasını ve içerideki yandaşlarını rahatsız ya da tedirgin edebilir yoksa milletimizi değil.
Ünlü şairimizin eserlerinde yer verdiği din, ilim, vatan, millet, medeniyet gibi kavramlarla özdeşleşen bir hayat sürdüğünü de rahatlıkla söyleyebiliriz. Önde gelen şairlerimizden Nazım Hikmet’in “Akif dürüst ve inanmış insan, büyük şair” sözü de meşhurdur.
Büyük şairimizin ilme, fenne verdiği değer de herkesin malumudur. “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı, Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı” sözü meşhurdur. Ya da “O Buhârâ, o mübârek, o muazzam toprak; zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak! İbn-i Sînâları yüzlerce doğurmuş iklîm tek çocuk vermiyor âgûşuna ilmin, ne akîm!” mısraları ile İslam coğrafyasının büyük bir medeniyet inşa ettiği çağlardan sonra geldiği noktayı vurgular.
Diğer yandan, bugün de övünçle okuduğumuz İstiklal Marşımızı, bu büyük eseri hassasiyetle ele alıp, değerlendirmeli ve özümsemeliyiz.
Korkma! Ünlemi ilk anda dikkat çeker, değil mi? İslam tarihini incelediğimizde görürüz ki; Hz. Muhammet(S.A.V.), Hz. Ebubekir ile Mekke’den Medine’ye Hicret eder. Hira Mağarasında geçirdikleri bölümde Mekkeli putperestlerden bir grup mağaranın ağzına kadar gelir. O esnada Hz. Peygamber, ya Ebubekir korkma demektedir. Efendim! Mehmet Akif, bağımsızlık marşımıza bu nida ile başlayarak böylesi bir dinsel sembole de vurgu yapmaz mı?
İlk iki kıta boyunca sancak, bayrak, hilal gibi Milli figürlerimizin mukaddes niteliği dile getirilirken; kahraman ırkım deyişiyle de elbette bin yıl boyunca İslama en gönülden hizmeti veren büyük Türk milletine atıfta bulunulmaktadır.
Üçüncü kıtada ise, kırılmaz azim ve direncimiz hudutsuzluk vurgusu dâhilinde verilir. Dördüncü kıtada yer alan Ulusun, korkma! Nidası iki farklı şekilde yorumlanır. Ulu bir dinin ve milletin mensubusun, korkma şeklinde ele alındığı gibi düşmanlardan söz ederek ulusun dursun, korkma biçiminde de değerlendirilmektedir.
Yine dördüncü kıtada, yukarıda da belirttiğimiz gibi batının medeniyet adı altında canavarlaştığı vurgulanır. Mehmet Akif’in batının ilmine, fennine büyük bir değer verdiğini muhtelif şiir ve mısraları kanalıyla bilmekteyiz. Ancak İstiklal Marşında yer verilen mısranın paradoks oluşturduğu söylenemez. Hatta bir bakıma Atatürk’ün batının emperyalizmine karşı çıkarken aynı batının bilim ve teknoloji üretiminden yararlanmak yönündeki düşüncelerini de hatırlayabiliriz.
Beşinci kıtadaysa, ümitsizliğe yer olmadığı vurgulanır. Gerçekten de, İslam dininin insan varlığında en çok yerdiği hususlardan biri umutsuzluk olmaktadır. Açıktır ki, Allahtan ümidi kesmek apaçık bir şirktir.
Altıncı kıtada, yaşadığımız coğrafyanın Türk-İslam tarihine vurgu yapılır. Büyük bir ecdadın mirasçısı olduğumuz dile getirilir.
Yedinci kıta, şehitlik mertebesinin yüksekliğini önümüze koyar. “Sakın Allah yolunda öldürülenleri (Şehitler) ölmüşler sanmayın! Aksine onlar hep hayattadırlar, Rablerinin katında rızıklandırılırlar.” Ayeti Kerimesiyle de en yüksek ifadesini bulan bir müesseseye vurgu yapılır.
Sekizinci kıtada, ezanların bu topraklarda ebedi okunmasının kilit bir ehemmiyete sahip olduğu hususunun altı çizilmektedir.
Dokuzuncu kıtada, tüm eser boyunca kendini gösteren teşbih sanatının bütün incelikleri benliğimizi çepçevre kuşatır. Ve sekizinci kıtanın devamı olarak ezan sesinin yaşayanların yanı sıra ölülere ve onların mezar taşlarına sirayet edecek kuvvette olduğu belirtilir.
Onuncu kıta ise, diğer dokuz kıtadan farklı olarak beşlidir. Şair zaferin coşkusunu daha o anda duymaktadır. Büyük milletimizin doğruluğu ve dindarlığı ile bağımsızlığa layık olduğu vurgulanır.
Milli şair imgesi üzerinde de durmalıyız. “Bir çağın vicdanı olmak isterdim, bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin. İdrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran tüm duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayacak bir köprü olmak isterdim; kelimeden, sevgiden bir köprü...” der Cemil Meriç merhum. Kanaatimce bir dönem bu özellikleri taşıyan sanatkârlarımızın başında Mehmet Akif gelmektedir.
Peki, Cemil Hocanın vurguladığı sanatkâr ve hatta insan olabilmek nasıl mümkün olur? Toplumumuzun tarihinden devraldığı inanç, ahlak, ilim, hoşgörü, eşitlik, kardeşlik, komşuluk, hürriyet, adalet, vs. motiflerini bir kelimeyle medeniyet anlayışını kavramak ve yaşamak suretiyle diyebilirim.
Sözün özü, Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’a Allahtan rahmet dilerken büyük şairimizle birlikte Yüce Rabbimizden bir daha milletimize İstiklal Marşı yazdırmamasını temenni ediyorum.
L.T.
YORUMLAR
Sayın hocam, İstiklal Marşımızın yazılışından 85 yıl sonra insanoğlu gibi saçlarının, dişlerinin dökülüp, yaşlanmadığını anlatan harika bir incelemeydi yazınız. Anayasa’nın 3. Maddesinde Cumhuriyetimizin nitelikleri sayılırken, ‘’Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.’’ hükmüne yer verilmiş, değiştirilmesi teklif edilemeyecek ibaresiyle karara bağlanmıştır. Buna rağmen zaman zaman 3.maddede sayılan nitelikler dahi tartışmaya açılarak Türk milletine karşı psikolojik baskı uygulanmak istenmektedir. Devletin temeli sayılan ve Anayasa’da belirtilen bu maddelerin değiştirileceği yaygarası koparılmaktadır. Oysa bizim marşımız nasıl başlıyor ;
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak,
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Korkma, İsmet Özel’in deyişiyle ; ‘’ Anayasa'dan İstiklâl Marşı çıkmaz, İstiklâl Marşı'ndan Anayasa çıkar." Düşmana karşı ordu ve millete cesaret vermek isteyen İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy, şiirine “Korkma!” diye başlar. “Doğacaktır sana va’d ettiği günler Hakk’ın
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın.” mısraları da ümitli bekleyişi ve geleceğe inancı gösterir. Şair, buradaki ‘’Korkma’’ sözünün esinlenmesini zatialinizin de belirttiği gibi, Yüce Peygamberimizin Hicret sırasında sığındıkları mağarada Hz.Ebubekir’e söylediği ‘’KORKMA’’ deyişinden almıştır. Korkma, düşman ne kadar güçlü olsa da uluların duası yanındadır... Selam ve saygılarımla...
levent taner
Varlığınızla her dem onur bahşediyorsunuz
Katılımınız dolayısıyla şükran duyduğumu belirtmeliyim
Saygı ve selamlarımla...
Tebrik ederim ' duyarlı bir yaklaşım ve milli bir duygu yoğunluğu şu günlerde en ihtiyacımız olan birlik ve beraberlik olmak gibi...
sevgiler ..
levent taner
Katılımınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
Güzel bir yazıyla 12 Mart 1921 anmak hatırlamak adına güzeldi... Teşekkürler.
levent taner
Katılımınızla taçlandırdınız sayfamı
Saygı ve selamlarımla...