- 663 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
405 - KULLUK
Onur BİLGE
Nedense her şey düşüncede kalıyor, tatbik edilmiyor, edilemiyor. Haydi, akşam namazı kaçtı, diğerleriyle birlikte, yatsıyı yakalayabilseydim! Defalarca niyetlenip, beklemeye bıraktım. Birkaç kere abdest aldığım halde yine başka işlere daldım, erteledim. Sabaha karşı Allah’tan utandım da kalkıp kıldım. Ben de kıldım, sabah ezanı da okundu! Bu kadar olur yani! Daha seccadeden ayrılmamıştım. Ezanın bitmesini beklemeden devam ettim, bitimine yakın bitti.
Uykusuz bir gecenin sabahında ayaktayım. Dışarı içeri gidip geliyorum. Mutfaktan bir şeyler aşırdım. Ayaküstü atıştırdım. Uykusuzluk açlık hissini arttırıyor. İçim bayılıyor. Çok miktarda kahve yaptım. Kulplu, büyük bir seramik bardağa doldurdum. Bir taraftan yudumluyor bir taraftan da dünkü simitlerin sarılı olduğu samanlı kâğıda tükenmez kalemle notlar alıyorum.
Kahve, sabahları sanki daha güzel kokuyor. Lezzeti de farklı mı ne? Kalitesinden desem, akşam içtiğimiz de aynısıydı. Tadına tat eklenmiş sanki. Lezzetine lezzet…
Sabahın her hali farklı… Ezanı, namazı, kahvaltısı, havası… Sessizliği, huzuru, değeri… Günün en kıymetli vakti… Sabaha karşı yapılan ibadetler ne kadar makbul! O saatlerde atmosfer tertemiz, zaman yoğun mistik…
Birkaç saat de olsa uyumalıydım ama olmadı, gece… Yıkanan giyeceklerimi ütüledim, dolabıma yerleştirdim. Bir model mecmuası gelmiş, ona baktım. Bir elbise modeli seçtim. Annemle kumaşı ve bana gidip gitmeyeceği konusunda epey konuştuk. O sırada karşı komşu geldi. Onunla da sohbet ettik. O gidince ders çalışmaya başladım. Birikmiş notları deftere geçirdim. Günlük plan yaptım. Arada meyve ve çerez yedim. Biraz da avarelik ettim.
Gece nasıl geçti, bilemedim! Ne çabuk sabah oluverdi! İnsan ömrü saman yığını gibi yanıp bitiverirmiş. Hem gündüzler bir avuç hem geceler kısa! Biliyorum böyle bir şeyin olması imkânsız ama bana öyle geliyor. Yani benim işim hiç bitmiyor. O kadar ki yapmak istediklerime yetmiyor! Hep içimde onun sıkıntısını taşıyorum, ibadet edememenin sıkını taşıdığım gibi…
Akşam karşı komşu geldi dedim ya… O da aynı dertten muzdarip! Kendi derdim yetmezmiş gibi bir de onun derdini dinlemek zorunda kaldım. Ev küçük, talebe evi… Diğer odada babam istirahatta, mecburen benim odama alıyoruz gelenleri.
Annemi anne, beni kardeş biliyor. Neyi var neyi yoksa hepsini ortaya döküyor. En çok da kocasından nefret etmeye başladığından bahsediyor. Annem de ona sabretmesini tavsiye ediyor:
“Aman kızım ha! Sakın yuvanı yıkma! Sabret! Bak, gül gibi çocukların var! Onların boyunlarını büktürme! Babasızlık ne demek biliyor musun!?” diyor. “Namaz kıl, zikir yap, Kur’an oku, dua et! Allah sana dayanma gücü versin!”
“Sen öyle diyorsun ama ben artık dayanamıyorum! Rahatsızlandım akşamüzeri. Komşumu aradım hemen geldi. Acilen hastaneye gittik! Öğleyin tartışmıştık. O işe gitti, ben kurdum kurdum kafamda… Kimseye anlatmadım, ağlamadım da… Fenalık geldi üstüme! Ondan oldu işte!.. Kalbimde bir sorun var. Doktor dedi adını ama unuttum şimdi. Kapakçıklar az çalışıyormuş. Ameliyat mı diyecek ne diyecek daha belli değil. Halsizlik var yorgunluk var…”
“Ben seni uyarmıştım. “Sigara seni sırtından vuracak!” demiştim. Hissetmiştim ve iletmiştim. “Ben sapasağlamım!” demiştin. Geçmiş olsun! Atlatırsın. Onun kolayı var. Allah kalıcı hastalık vermesin! Üşüme! Sıkı giyin! Hava bir açılıp bir kapanıyor. Allah şifa versin! Allah korusun!”
Kendi hastalığım yetmezmiş gibi bir de ağabeyimin kızı kanser oldu! Sorma!.. Böbreğin biri alındı. Akciğerdekine de kemoterapi başlandı. Bütün bunlar hep başımda! Bana geldiler, buradan daha kolay gidip geliyorlar hastaneye…”
“Geçer İnşallah! Allah yar ve yardımcısı olsun!”
“Geçer mi hiç! O menhus hastalık bir kere girmeye görsün! Karabatak gibi ordan girer buradan çıkar! Geçti sanırsın depreşir!”
“Doğru söylüyorsun. Ölmüyor, uykuya yatıyor. Gitmiyor, tatile çıkıyor.”
“Ah, ablacığım! Benim Allah dostlarına ihtiyacım var. Beni ecinniler sıkıyor. Allahın huzuruna duruyorum ama O’nunla olamıyorum. Özellikle akşamları bir kasvet çöküyor üstüme, sorma gitsin!.. Yüreğimi cendereler arasında sıkıştırıyorlar! Sarhoş gibi dolanıp duruyorum!”
“Abdest al, abdestli gez! Su, bütün kiri pası temizler. Sürükler götürür!”
Söylenenler beynimin içinde yankılanıp duruyor. Sanki ben ondan farklıymışım gibi ama ben kimseye halimi anlatamıyorum. En yakınım annem… Ona desem, bana da aynı şeyleri tekrarlayacak. Allah’tan başka sığınacak kimsemiz mi var! Üstelik ben bal gibi de biliyorum sıkıntımın nedenini…
Ruhum aç! Azla yetinmiyor! Doya doya ibadet arzusuyla yanıyor! Bense hep meşgulüm ve ona ihtiyaç duyduğu gıdayı bol bol veremiyorum. Oysa her iş için vakit buluyorum. Yani gerekli gereksiz her iş için… Bir ibadet konusunda zamansızım! Bu tamamen benim kabahatim!
Uyanır uyanmaz penceremi açmıştım. İçeriye serin ve tertemiz bir hava dolmuş. Derin derin ciğerlerime çekerken başımı dışarıya çıkardım. Sağ tarafımdan İlhan geliyordu. Ellerini yüzüne sürerken gördüm. O beni görmeden kafamı içeriye çektim. Kendimi kertenkele gibi, kaplumbağa gibi hissettim.
Demek ki namaza gitmiş, dua ederek evine dönüyordu. O benden kaçar ben ondan… Ne suçumuz varsa… O bana bakmaktan sakınır ben ona… Nereye varacak bu anlamsız kaçışlar ve bu acayip hasret!
Neyse… Bahçe kapısından girmiş olmalıydı. Kapının sürgüsünün sesi geldi. Arkasından doya doya bakabilirim artık… Arkasından… Huzur içinde ilerleyişini, ağaçların ve çiçeklerin arasından…
Cennete girişini de görürüm belki… Böyle bakarım, baka kalırım arkasından! Bu gidişle olacağına bak!
Onun dersleri benimkilerden çok daha ağır ama o iki taş arasında da olsa ibadetini aksatmadan yapıyor. Akşam gelen komşu hanımdan duydum kaç kere. O, onu çok iyi tanıyor. Ayaküstü de olsa konuşuyorlarmış. Annesi gelince ona da uğruyormuş. Zaten onun hakkında ne biliyorsam ondan duyduklarımdan ibaret…
Tekrar dışarıya baktım. Sol taraftan börekçi geliyordu. O da yan komşumuz. Bol soğanlı az kıymalı çarşaf börekleri yaparlar eşiyle birlikte evlerine bitişik bir odada, sabaha kadar. Sabah da pişirir onları ve sıcak sıcak satmak için yola çıkar. Camekânlı bir el arabası vardır.
İki küçük çocukları var. Kız büyük… Adı Esma… Altı yaşında… Bir de oğlu var. Sait… İki yaşında kadar… Yeni yeni konuşmaya çalışıyor. Ona çok muhterem bir zatın adını koyduklarını söylediler. Oldukça mutlular. Emekleriyle geçiniyor ve hiçbir şeyden şikâyet etmiyorlar.
Akşamları ara sıra yanlarına giderim. Onları seyrederim. Ben gittiğimde hamur çoktan kıvama gelmiş olur. Geniş bir tahta tezgâhın üstünde yağlı zemine vura vura, çekiştire çekiştire açarlar. Aralarına hazırladıkları bol soğanlı içi koyar bükerler. Soğan yarı pişmiş haldedir ve çok ağır bir koku yayar. Buna rağmen yanlarında saatlerce kalır, hiç sıkılmam.
Börekçi bana dini konularda sorular sorar. Konular açar, konuşur, konuşturur. Ara ara… Öyle bunaltarak değil.
Bir defasında: “Biz çalışırken bize şu kitabı okur musun?” diye sağ duvardaki küçük rafta duran iki kitaptan ciltli ve kalınca olanı işaret etti. “Okurum. Neden olmasın!” dedim. Elime aldım. Baktım. Üzerinde ‘Sözler’ yazıyordu.
“Kaldığımız yerden devam et!” dedi. "Oraya bir karton koymuştum."
Okumaya başladım. Arapça Farsça kelimeler çoktu. Tam anlamıyla anlamam imkânsızdı. Ben anlayacak değildim ya zaten, onlar anlayacaktı. Adet yerini bulsun kabilinden bir saat kadar okudum. Zevkle dinleyerek işlerine devam ettiler. Sıkılmadım desem yalan olur. Komşu hatırı… Çaresiz katlandım.
“Selamünaleyküm Muhterem!” dedi.
“Aleykümselam!” demem icap ediyordu ama ben ona ne diyecektim? “Muhterem!” mi?
Öylece kaldım. Hep böyle yapıyordu. “Günaydın!” demiyordu. Öyle deseydi ne kolay cevaplardım!
“Aleykümselam, Ali Ağabey!” dedim.
“Börek ister misin? Soğanlı börek! Bayılıyor millet buna!” dedi.
“Teşekkür ederim. Bir şeyler atıştırdım.” dedim. Kolları önde, ayakları arkada, dizleri bükük bir vaziyette arabasını iterek geçip gitti.
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 405
YORUMLAR
" Ruhum aç! Azla yetinmiyor! Doya doya ibadet arzusuyla yanıyor! Bense hep meşgulüm ve ona ihtiyaç duyduğu gıdayı bol bol veremiyorum. Oysa her iş için vakit buluyorum. Yani gerekli gereksiz her iş için… Bir ibadet konusunda zamansızım! Bu tamamen benim kabahatim! "
ne kadar ilginç değil mi? aslında biliyoruz ama sanki bir şey bizi tutuyor işte. dönüp dolaştığımız yer de aynı değil mi... hani şu namaz mevzû... söylesen şahit tutmak istemiyorsun, söylemesen riyakarlık gibi. amaan bilemiyorum ki. bildiğim bir şey varsa O'na-azze ve celle- her anda, her zamanda, tüm hücrelerimizle deli gibi muhtaç olduğumuz ve O'ndan başkasının bu muhtaçlık hissini dindiremeyeceği...
yazınız çok samimiydi. ve evet kahve sabahları neden daha güzel olur...