- 1560 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Joker
Peksi’ye..
Bir yazıyı okumaya başlamadan önce ilk olarak başlangıç ve bitiş cümlesine bakarım. Eğer etkileyici bir giriş ve vurucu bir sonuç varsa okumak için heyecan duyarım. Senin cümlelerinde tuhaf bir şeyler var. Ani bir gök gürlemesi gibi başlayıp, yağmurun dinmeden hemen önce son damlalarının toprağa temas edişi gibi usulca bitiyor. Bu bende başka yazılarda hissetmediğim bir sakinlik ve aynı zamanda merak uyandırıyor. Hiç düşünmediğim veya tahmin etmediğim bir şeyler okuyacağımı içten içe hissederek devam ediyorum. Satırların arasında aşağıya doğru indikçe beklenmedik bir tokat yiyebileceğimi ama neden sonra süslü bir hediye paketini kucaklayacağımı da seziyorum. Her şeye hazırlıklıyım. Her şeye hazırlıklıyım. Çünkü bir adam ona şiir yazmam için terk etmişti beni.
İnsan gerçekten her şeye hazırlıklı olabilir mi sence? Kendimle çelişiyorum. Mesela bazı planların planladığın gibi gitmeyip biçimsiz bir hale büründüğünde ’buna kendimi hazırlamıştım’ diyebiliyor musun? Zorda kaldığında uygulayabileceğin bir B planın hali hazırda mevcut mu? Yoksa olabildiğince mi yaşamalıyız hayatımızı? Geçen gün tatsız geçen bir görüşmeden sonra arabalara, park yerlerine, trafiğe sinirlendiğimde ve o radyoda çıkan klasik müziğin dahi beni sakinleştirememesine rağmen gaza var gücümle yüklenip öfkemi bir türlü atamayışım bir şekilde de olsa, olabildiği kadar yaşamak mı oluyor hayatı? İçindeki iyi veya kötü potansiyel enerjiyi bir biçimde dışarıya atma çabası da buna dahil mi? Hazırlık denilen şey ne ve nasıl oluyor ki başka? İşte bu gardım ve işte bunlar da aniden olabilecek şeyler, haydi kapışın bakalım.. Ne saçmalık değil mi..
Sen ne dersen de! Birbirimize benzeştiğimiz gerçeği değişmiyor bende. Bütün bunları sana sorma sebebim bu yüzden. Benim göremediğim şeyleri senin görmen olası veya arzusu. Yıllardır ne kadar objektif olduğuna defalarca şahit oldum. Sorma şeklim biraz kaba ve karışık bunun farkındayım. Ama hayatımdaki her şey fazlasıyla karışık değil mi zaten. Her yerde boşlukları dolduran bir jokere nasıl dönüştüğümü inan bende bilmiyorum. Birisi ne iş yaptığımı sorduğunda jokerim demek bana bile tuhaf geliyor. Elbette bilmiyorlar hayatımın her noktasında jokerlik yaptığımı. Yalnızca iş olarak veya para kazanmak için değil, hayatımı manevi anlamda sürdürebilmek için de joker olmam gerektiğini insanlara izah etmek zor oluyor. Böyle söyleyince; ’Jokey mi? Aa o işte çok para var’ diyenler de oluyor. ’Jokey değil efendim jokerim’ diyorum. Bir harf değişikliği insanın hayatını nasıl değiştirebiliyor demek ki! Jokey olmak için beni yarıya bölmeleri lazım. Sanırım boyumun da bir buçuk metre kadar olması gerekiyor. Hem ben atlardan ne anlarım! Eşek görsem at, at görsem eşek sanırım. Jokerim işte jokey değilim kısacası. Hayatımdaki en büyük dönüm noktasından itibaren bugüne kadar geldiğim nokta bu oldu. Jokerlik! Sayısını dahi hatırlamadığım işlerde çalıştım. İnsanların her türlüsüyle karşılaştım. Bazen bir şey satabilmek için kibir budalası insanların peşinde saatlerce dolaşırdım. Onların egolarını tatmin edebilmek için büründüğümüz ezik imaj tahammül edemeyeceğim kadar tiksinti vericiydi. Bizleri hamamböceği gibi gören yaratıklardı onlar. Parasıyla her şeyi satın alabileceğini sanan zavallılardı sadece. Ve üzerine basarak yükselmeye çalışan mesai akbabaları vardı. Ayaklarım su toplayana kadar çalıştığım işler oldu. Hepsi insana hitap edilen işlerdi. Ama insanlar bana hitap etmiyordu. İnsanları gözlemledikçe insanlardan soğudum. Sürekli olan her şeyden sıkıldım. Aynı işleri yapmak zorunda olmaktan, aynı insanları görmekten, onlardan nefret etmekten ve istemediğim insanlarla çalışmak zorunda kalmaktan, bir şeyler üretemeyeceğim ortamlarda bulunmaktan tamamiyle bıktım. Ama joker olmak her zaman bağımsız, yersiz yurtsuz, kısacası çöpsüz üzüm olmak gibi bir şeydi benim için. Belki de ruhuma en uygun olanı bulmuştum fark etmeden. Çok sonra bundan da sıkılacağımı biliyordum. Ben sıkılmaya programlanarak gelmiş gibiydim dünyaya. Bugün gittiğim iş görüşmesini kabul etmememin tek sebebi de buydu aslında. Süreklilik.. Taşı delmek istemiyordum belki de..
Virginia istemediği işleri köle gibi yapmaktan söz ediyor. Bunu yapmayı yaltaklanmaya, kuyruk sallamaya benzetiyor. Galiba alçaldığını düşünüyor. Ve bunu yaparken yeteneklerini de suistimal etmek zorunda kaldığını anlatıyor. Başkalarının işlerini yapmaktan kendimize zaman ayıramıyoruz. Evet bazı şeyler bizimle birlikte çürüyor belki de. Fakat insanlara muhtaç olarak yaşamaktansa, cüzdanını açtığında ihtiyaçlarını karşılayabilecek ve borçlarını ödeyebilecek miktarda paranın olduğunu bilmek bazen her şeye rağmen insanın moralini düzeltebiliyor. Zorda kaldığın anları ve bir takım şeyler için ağız eğdiğin insanları düşündüğünde bütün yorgunluğunu katmerlemeye yetecek öfken de yavaş yavaş diniyor. Kimseye muhtaç olmamak insanın yükseldiği en kıyak kıdemlerden biri galiba. Bunun için sabit bir gelirinin olması gerekiyor. Sabit gelir içinse süreklilik gerekiyor. Benim çalıştığım işlerde ya çok para vardı ben işi sevmiyordum, ya parası azdı ama işi çok seviyordum. Ortasını bulamadım. Hayatta hiçbir şeyin ortasını bulamam ben. Yine son aldığım kararlardan biri de, beni mutlu etmeyen hiçbir işte çalışmama kararı. Bunu senin adına da çok istiyorum. Mutsuz olduğun bir iş yaptığını biliyorum. Ama alıştığını da.. Seni çok daha iyi işlerde ve iyi yerlerde görmek istediğimi biliyorsun. Şekilci olduğumu düşünme. Bir insanda fırtına gibi çalışan bir akıl varsa herkesin yapabileceği işlerde çalışıp kendini heba etmemesi gerektiğine inanıyorum. Hayatın sürüklediği yerler çoğu zaman dilediğimiz gibi olmuyor. Bir dala tutunmak zorunda olduğumuz için mutlu olmadığımız işlerde ömür tükettiğimizin farkındayım. Keşke böyle olmasaydı diyeceğim fakat biliyorum ki şimdi bize kaybolan yıllarımızı verseler hiç düşünmeden yine harcardık onları.
’Bilgi tek başına olgunlaşmak için iyi midir?’ diye sormuşsun. Elbette tek başına hiçbir yere varamazsın. Tecrübelerin de buna dahil. Tüm hayatın boyunca biriktirdiklerin ne işe yarar? Tecrübelerini dahi geliştirmek ve uygulamak için bazı platformlara ihtiyaç duyarsın. İnsanların hepsi birbirine muhtaçtır aslında. Kalın bir zincir gibi düşün. Hepimiz o halkaların birer parçası değil miyiz? Tek bir halka kendi başına hiçbir işe yaramazken, bütünün içine dahil olduğunda vasıf sahibi oluyor.
Kitap konusunu açmışsın yine. Bu konuya neden bu kadar aklının takıldığını anlamıyorum. Ben kitap hususunda hiçbir zaman pişmanlık yaşamadım. Çünkü sonsuzluk istedim. Benim için amacına ulaşmış bir -başarı veya başarısızlık olarak adlandıramayacağım- deneyim oldu. Sonsuzluğu hissetmek istiyordum, o da bunu sağladı zaten. O an ne zaman, ne imkan vardı. Kendi çabalarımla olanı ortaya çıkardım biliyorsun. Bu arada ceket sana yakışmıyor, seni bir kalıbın içinde düşünmek istemiyorum da zaten. Senin ruhun resmiyeti kaldırabilecek kadar ciddi sayılmaz hem. Gömlek güzeldi kabul ediyorum. Keşke onu almanı sağlayan derinde yatan amacın da başka türlü olsaydı.
Sana bunları o çok bahsettiğin kendime ait odamdan yazıyorum. Odanın içinde bir kanepe, bir yatak ve sallanan sandalye var. Ben sürekli olarak oradan oraya geçiyor ve bir türlü nerede rahat ettiğimi anlayamıyorum. Eskiden somyalarımız vardı bizim. Hepimizin yatağı, boyu bir buçuk metreyi geçmeyen somyalardan yapmaydı. Üzerinde içi koyun yünüyle doldurulmuş, aynı zamanda yer yatağı olarak da kullanılabilen yataklar vardı. Babamın diktiği mitil yorganları örterdik üzerimize. Evimiz sobalıydı ve sadece salonda soba yanardı. Yattığımız odalar bu yüzden soğuk olurdu. Yorganı başıma kadar çekip, yatağın içini nefesimle ısıtmaya çalışırdım. Ev sahibimiz biz taşınmadan önce panjur yaptırmıştı evine. Söylediğine göre ustalar panjurları ters takmışlardı. Aşağıya bakması gerekirken bizim panjurlar yukarıya bakıyordu. Böylelikle somyaya yattığında gökyüzünü görebiliyordum. Yıldızları ve bazı geceler ayı bile izleyebiliyordum. Somyalar, sofalar gibi çocukluğuma açılıyordu. Panjurlar gökyüzüne..
Bizim zamanımızda her şey güzel görünüyordu gözüme. Şişe gazozlar, mahallede oynanan oyunlar, nisanda yağan yağmurlar, arabesk müzikler, çekirdek çitlemeler.. Şimdi bu varoş kentte yağmuru dahi romantik bulmuyor insanlar. Nesini romantik bulsunlar ki! Ne zaman yağmur yağsa logarlar yetersiz kalıyor ve caddedeki logar kapaklarından lağamlar taşıyor. Sonra hızla geçen bir araba lağamla karışmış yağmur suyunu üzerine boca ediyor. Durakta beklerken öğrenmiştim bunu. İnsanlar yağmura dahi kahrediyordu. Bense çocukluğumda sırılsıklam olana kadar beklediğim yağmurları özlüyordum aslında. Su olarak başlayan hayat yolculuğumuzun, toprak olarak nihayete ermesi ne muhteşem şey. Biliyor musun varoşlar metal yığınına dönüşürmüş zamanla. Sabah beşte yola koyulanlardan robota dönüştüklerini duymuştum. Bu onların gizli sırrıydı galiba. Süper güçleri olan insanların yaşadığı bir mahallede yaşıyor olmalıyım. Düşünsene insan ne tuhaf canlı öyle değil mi? Dönüşebilen her şeye inanıyorum. Sabah robota dönüşüp işe giden kadınlara, akşam eve gelip, anneye, aşçıya, temizlikçiye, kadına veya erkeğe dönüşüp ayakları üzerinde duran tüm insanlara gıpta ediyorum. Bir refleks anı gibi bir şey olmalı dönüşmek. Ve biz insanlar bunu öyle güzel bir ustalıkla başarıyoruz ki. Değiş tonton ve hop hepimiz saniyesinde Külkedisi’nden Sindirella’ya, Keloğlan’dan Robin Hood’a geçiş yapabiliyoruz.
’Hitap önemlidir!’ demişti bir büyüğüm. Fakat önce kime hitap edeceğini bilmelisin.. Ziyaretine geldiğin kız için ’bayan’ diye bahsetmiyor oluşuma çok fazla takılma. Her gördüğün bayan kız değil ve her gördüğün kız bayan değil. Daha ilk görüşmede senden ’kalıcı değeri olan bir armağan’ isteyen bir kız benim gözümde hiçbir şey değil aslında. Bazen geri durmayı öğrenmen gerekiyor. Kadınlar hakkında çok şey biliyor olmana rağmen mütemadiyen çuvallıyor oluşun akla pek yatkın değil. Neden biz insanlar teorikte iyi olup pratikte bocalıyoruz dersin? Bir miktar yanılgı yaşanmadan öğrenilemiyor mu? İşin tuhaf yanı, aynı yanılgıları tekrarlama biçimimiz. Çünkü yanılgıları bilerek tekrar edişimiz onları yanılgı olmaktan çıkarıp bir tercih konumuna getirmiyor mu? Herkes hayatta yaptığı seçimlerden ibaret yaşamıyor mu hayatını? Peki ya Sylvia? Ya Virginia? Onlar da kendi seçtikleri hayatı yaşamadılar mı? Belki bütünüyle hata olarak nitelendirilebilir değil mi?
Cesur yazarlar denildiğinde aklıma nedense hep kadın yazarlar gelir. Pek çoğunu cesur bulmam çünkü. Neden kalemlerine susturucu taktıklarını merak etmişimdir. Bunun en büyük sebebi toplumda dışlanma endişesi olabilir veya kırılgan olduklarından ötürü daha fazla un ufak olmamak adına bazı şeyleri bastırmak zorunda olabilirler. Virginia’nın hayatından ziyade nedense beni ölümü düşündürüyor. Sylvia’nın ölümü daha trajik belki ama Virginia’nın ki daha cesurca. İntihar ederlerken acaba derinden bir korku hissetmiş olabilirler mi? O an vazgeçmek geçmiş midir akıllarından? Yazmak insanı çıldırtıyor olabilir. Yoksa bir kadın neden kafasını fırının içine sokarak ölmeyi istesin ki? Bazen neden yazmaktan uzaklaştığım hakkında düşündüğümde çıldırmaktan korkmuş olabileceğim de geliyor aklıma. Evet ben korku dolu bir insanım. Kendi gölgesinden bile korkan ama yel değirmenlerine kafa tutuyormuş gibi görünen biriyim belki de. Gerçek manada çıldırmayı istediğimi sanmam. Bu güçsüzlükle de alakalı değil aslında. Acınılası bir hale gelmek, kimseyi tanımamak, hiçbir şeyi hatırlamak istememek pek çoğumuza oluyor. Hayat telaşına kapılıp baskın olan bazı duygularımızı yatıştırmaya çalışıyoruz. İltihap kapmadan steril ortamlara taşıyabilmek istiyoruz kendimizi. İçimizde pompalanan sadece kan değil Peksim..
Ve Sol fa sol benim için bir nota değil yalnızca..
’Kasadaki kızı’ diyor Murathan Mungan.
’Herkes görür ama kimse tanımaz.’
O kız ben miyim?
fulya/mart2016
YORUMLAR
bu mektupları okuyunca acaip derecede mektup yazasım geliyor. ve yazar bu hissi veriyorsa karşıya, yani daha ne istesin.. tabi kendi bilir başka neler isteyeceğini^^
şakası bi yana.. resme de takılmadı değil gözlerim. ressamın ismini okuyamadım ama tarih tam Amerikan bunalımına denk düşüyo. yani öyle düşününce çok hüzünlü, değilse çok sevimli.
ve sizi okumak, 'çok bizden'lik hissi.