Düşüş Efla
GİRİŞ
Bilinmeyen bir zaman.
Uyandığımda ölmemeyi diliyordum "lütfen Allah’ım, şimdiden çok pişmanım."
Gözlerim ışıktan kamaşmıştı, etrafım boş ve alabildiğine beyazdı. Bileklerimin sızlamayışı yüzünden ölmüş olduğumu düşünmeye başladım. Hala görememek çok kötü. Görüşüm netleşmeye başladı ama etraf çok fazla parlak, bileklerimi kontrol etmek için bakıyorum ;
Yara izlerimden eser yok ölmüş olmalıyım, artık tamamen eminim.
Cehennemden manzaralar dolaşıyor düşüncelerimde, sonsuza dek orada kalma fikri beni epey endişelendiriyor. Pişman olmak için çok geç, intihar yada cinayet ikisinin de cezası sonsuz cehennem eteşi. Ben intihar etmeyi seçmiştim "Allah’ım, gerçekten çok pişmanım."
Düşüncelerim karma karışık, yaptığım ve yapamadıklarım birbirleriyle savaşıyor beynimde. Burada bir şeyin beni izlediği hissine kapılıyorum, aniden içimi bir korku kapladı. "Sanırım zamanı geldi." Başımı yukarıya doğru kaldırdım, bir ışık hüzmesi duruyor karşımda. Konuşmak için dudaklarımı kullanmama gerek duymuyorum, düşüncelerimi anlayabildiğini hissediyorum.
-Zamanı geldi sanırım
Cevap vermiyor ama beni anladığını biliyorum.Bu bir melek olmalı. Oysaki dünyada biz onlara kanatlar çizdik, kadın yada erkek vücutlarla tasfir ettik. Karşımda duran ışığa dalıp gidiyorum, o kadar güzelki. Anlamsız tasfirlerimiz geliyor gözümün önüne, alakası bile yok. Bu güzellik, herhangi bir ölümlünün tasfir edebileceği türden bir şeydeğil. Bu, yalnızca yaratıcımızın kudretinin başka bir delîli. Gözlerimi ondan alamıyorum, aklımda artık ne cehennem nede sonsuz cehennem ateşinin ızdırabı var.Onun güzelliğine kendimi kaptırmışken; birden heryerim sızlamaya başlıyor. Konuşamıyorum, düşünemiyorum, hareket edemiyorum. Yargılanma vaktim geldi sanırım. Yalvarrmak bir çözüm değil, pişmanlığım artık birşey ifade etmiyor. Cehennem en büyük günahımın bedeli, sonsuza dek. Keşke; keşke başka bir şansım daha olsaydı, affettire bilirdim kendimi. Aniden bir çığlık yükseliyor.
-Durun!!
Bu benim çığlığım değildi..
1.BÖLÜM
Günümüz.
Bileklerim sızlıyor, çok yorgunum ve oda biraz karanlık. Etrafa bakılırsa sanırım başaramadım, hala yaşıyorum ve hastahanedeyim. Yanıbaşımdaki askıda koluma bağlanmış kan torbaları ve serumlar duruyor. Kardeşim Fatih, yatağımın sol kenarında bir sandalyenin yanında camın önünde duran çift kişilik bir koltukta uyuya kalmış. "Acaba ne zamandır burdayım?" Kalkmak için çaba sarfedemeyecek kadar yorgunum, gözlerimi açık tutmaya çalışmak beni daha fazla yoruyor. Görüşüm gittikçe bulanıklaşıyor, bana verdikleri ilaçlar yüzünden olmalı. Uyumalıyım, yarın daha zor bir gün beni bekliyor olacak.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama biri beni uyandırmak için çabalıyor. Başucumda, yatağımın sağ tarafında bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor.
Kim olduğunu görebilmek için gözlerimi açmaya çalışıyorum, fakat göz kapaklarım o kadar ağır ki. Bu bir kadın sesi, hemşire olabilir mi? Telaşlı ve korktuğunu belli eden bir sesi var, fısıldayarak ve hafifçe sarsarak beni uyandırmaya çalışıyor "Uyann.. uyaan.. dudaklarım mühürlenecek, bizi kurtara bilirsin.Yarın..." sesi gittikçe uzaklaşan bir kalablık gibi uğultuya dönüşüp kayboluyor. "Uyuyorum hemşire, artık seni duyamam."
Sabah güneşi odayı doldururken gözlerim hafifçe aralanıyor, kamaşmış gözlerimi kırpıştırırken etrafı görmeye çabalıyorum. Tek kişilik bir hastahane odası, hafif rengi kaçmış duvarlar, karşımda tam ayak ucumdaki duvarda küçük otuzyedi ekran bir televizyon sağ tarafımda küçük bir mini buzdolabı yan kısmında odayı bölen ve muhtemelen tuvalet duvarı olan bir metrelik bir duvar önünde küçük giriş koridoru sağ tarfımdaysa ilaçlar ve gelen bir kaç çiçeği koymak için duran beyaz demirden bir sehpa yanında pencere kenarında kardeşimin oturduğu bir sandelye ve çift kişilik bir koltuk.
Kardeşim gözlerini dikmiş beni izlerken ciğerlerime hastahanenin o bildik kokusunu çekiyorum. Yargunluktan ve muhtemelen ağlamaktan kızarmış gözleriyle beni izliyor.
-Günaydın, iyimisin?
Boğazımdaki kurumanın ve verecek cevab bulamamamında etkisiyle bir kaç denemeden sonra "iyiyim" cevabını buluyorum dudaklarımda. Fatih oturduğu sandelyeden kalkıp yanıma geliyor."Anlatmana gerek yok, şimdilik." Buğulu gözlerinin üstündeki kaşları geriliyor, bana kızgın olduğu her halinden belli olsada üzüntüsü onu firenlemeye yetiyor.
-Kendini yorma, doktoruna uyandığını haber vermeliyim.
Gözlerinin buğusunu gizleme isteğini belli etmemeye çalışarak bana sahte bir gülücük atıp başı önde odanın kapısında kayboluyor.
Odamda kardeşimin geri dönmesini beklerken, dün gece duyduğum sesin rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu düşünmeden edemiyorum? " Bu ses, kim olabilir ki ve neden bu kadar telaşlıydı?" Ne duyduğumu hatırlamaya çalışsamda hiç bir şey hatırlayamıyorum. "Sanırım rüyaydı."
Doktorum kapıda beliriyor, kırklı yaşlarında olmasına rağmen fiziğini korumaya çalıştığı belli. Uzun siyah düz saçları omuzlarının arkasına kadar uzanıyor, hafif sivri yüz yapısı ve çıkık elmacık kemiklerini tamamlayan mavi gözleri onun hastalarıyla ilişki kurmasında zorluk çekmemesinde yardıncı oluyor olmalı. Yüzüne yakışan şirinlikteki gülümsemesiyle bana doğru yaklaşıyor. Arkasında elinde muhtemelen benim dosyam olan kırmızı bir dosya taşıyan hemşire beyaz parmaklarının arasındaki kalemi açıp kapatarak ve küçük kırmızı dudaklarına zoraki bir gülümseme iliştirmiş şekilde doktorumu takip ediyor.Yorgun görünen küçük siyah gözleri ve topuz şeklinde topladığı saçlarıyla kılasik bir hemşire modeli çizmek için fazla çabasarfetmesine gerek yok. Kapıdan girenleri takip eden gözlerimin eksikliği farketmesi çok fazla sürmüyor. Doktorum ayak ucuma kadar gelip birşeyler söylemek için azını açtığı sırada "kardeşim nerde?" sorusunu duyunca duraksıyor.Ardından açık bıraktığı kapıyı işaret ederek "Kardeşiniz kapıda, sanırım telefonla konuşuyor. Bu arada ben Yeliz, belli olduğu üzere doktorunuzum ve nasıl olduğunuzu kontrol etmem gerekli." Umrumda olmadığını belli ederek sargılı bileklerimi dirseklerimden yukarıya doğru kaldırıp avuçlarımı açıp "hâla hayattayım" cevabını veriyorum. Doktorum hemşireye bir baş işareti yapınca hemşire dosyamı doktoruma verip odadan çıkıyor. Doktorum bana dönüp gülümseyen yüz ifadesiyle
-Bakın Bora bey buraya size sorular sormaya yada sizi sorgulamaya gelmedim.Şu anda benim hastamsınız ve hastalığınızın sebebiyle ilgilenmiyorum, sizi rahatsız etmekte istemem ama işimi yapmam gerekli bana ve görevli arkadaşlara yardımcı olursanız sevinirim.
-Sorduklarınıza cevap versem ve ne söyleseniz yapsam yeterli mi?
-Tabiki, yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim.
-Bekliyorum.
-Az önce burada olan hemşire arkadaşım pansuman malzemeleri ve gerekli olan ilaçları almaya gitti. Döndüğünde bileğinizdeki yaralara tekrar pansuman yapması gerek, ona yardımcı olmanız yeterli ve durumunuzu kontrol etmek için sizi muayene etmeliyim.
Sıkılgan bir ses tonuyla.
-Pekâla. Diye cevap verdim. Doktorum Yeliz hanım yanıtımı duyarduymaz işe koyulmuştu bile.Öncesarfetmesine gerek yok. Kapıdan girenleri takip eden gözlerimin eksikliği farketmesi çok fazla sürmüyor. Doktorum ayak ucuma kadar gelip birşeyler söylemek için azını açtığı sırada "kardeşim nerde?" sorusunu duyunca duraksıyor.Ardından açık bıraktığı kapıyı işaret ederek "Kardeşiniz kapıda, sanırım telefonla konuşuyor. Bu arada ben Yeliz, belli olduğu üzere doktorunuzum ve nasıl olduğunuzu kontrol etmem gerekli." Umrumda olmadığını belli ederek sargılı bileklerimi dirseklerimden yukarıya doğru kaldırıp avuçlarımı açıp "hâla hayattayım" cevabını veriyorum. Doktorum hemşireye bir baş işareti yapınca hemşire dosyamı doktoruma verip odadan çıkıyor. Doktorum bana dönüp gülümseyen yüz ifadesiyle
-Bakın Bora bey buraya size sorular sormaya yada sizi sorgulamaya gelmedim.Şu anda benim hastamsınız ve hastalığınızın sebebiyle ilgilenmiyorum, sizi rahatsız etmekte istemem ama işimi yapmam gerekli bana ve görevli arkadaşlara yardımcı olursanız sevinirim.
-Sorduklarınıza cevap versem ve ne söyleseniz yapsam yeterli mi?
-Tabiki, yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim.
-Bekliyorum.
-Az önce burada olan hemşire arkadaşım pansuman malzemeleri ve gerekli olan ilaçları almaya gitti. Döndüğünde bileğinizdeki yaralara tekrar pansuman yapması gerek, ona yardımcı olmanız yeterli ve durumunuzu kontrol etmek için sizi muayene etmeliyim.
Sıkılgan bir ses tonuyla.
-Pekâla. Diye cevap verdim. Doktorum Yeliz hanım yanıtımı duyarduymaz işe koyulmuştu bile.Önceserumlarımı kontrol etti dosyama bir kaç birşey yazdı. Yatağımda ayaklarımı uzatarak oturmamı sağladıktan sonra tansiyonumu ölçtü. Önlüğünün göğüs cebinden aldığı kalemin arkasındaki ışıkla gözlerimi kontrol etti, boynunda asılı duran siteteskopla kalp atışlarımı ve nefes alış veriş düzenimi kontrol ettikten sonra dosyama bir kaç birşey daha not aldı ve bana dönüp.
-Size bir kaç tanede soru sormam gerekli dedi.Mavi gözlerini büyükçe açmış ve dudaklarını hafifçe bükerek mecbur olduğunu ifade etmeye çalışmıştı.
-Dinliyorum. Diye cevap verdim ve derin bi nefes alıp başımı yatağın baş ucuna yaslayarak gözlerimi tavana diktim. Bu hareketimle zaten yeterince sıkılmış olduğumu ve acele etmesi gerektiğini anlamasını umuyordum
-Öncelikle kendinizi halen biraz yorgun hissettiğinizi biliyorum, bunun dışında kendinizi nasıl hissettiğinizi öğrenebilirmiyim.
-Bu soruyu ruhsal durumumu öğrenmek için mi sordunuz, yoksa mesleğinizin gereği olarak sadece bedenimin durumunu mu öğrenmeyi amaçlıyorsunuz?
Soruya soruyla karşılık veririken başımı yavaşça Yeliz hanıma doğru çevirmiş ve kaşlarımı hafifçe kaldırarak cevabı beklemeye başlamıştım. Bu sırada odaya kardeşim ve hemşire girmişti. Yeliz hanım hemşireye dönerek "siz pansumana başlaya bilirsiniz" dedi.Fatih yanıma yaklaştı ve nispeten buğusu kaybolmuş mavi gözleriyle beni izlemeye koyuldu.Bu esnada hemşire elindekiileçları ve pansuman malzemelerini sehpaya bırakıyordu. Kardeşime doğru döndüm. Sol tarafa doğru ayırdığı saçları birbirine karışmıştı mavi gözlerinin altı yorgunluktan ve uykusuzluktan çökmüştü.Kirli sakalları, sivri sayılabilecek çenesini neredeyse tamamen kapatacak kadar uzamıştı.Her zaman canlı ve tatlı bir pembelikte olan küçük dudakları kurumuş ve çatlamıştı.Beyaz yanaklarının rengi yorgunluktan iyice sararmıştı.Dik yürüşünü ve göğsünü yukarıda tutmasına yardımcı olan amuzları kendini yer çekimine teslim etmiş gibiydi.Ona bunları yaşattığım için içim pişmanlıkla doluydu. Ölmediğim için artık kendime daha fazla öfkeliydim, kardeşime bunları yaşattığıma inanamıyordum.Bu arada hemşire sol bileğimdeki sargıyı açmaya koyulmuştu. Kardeşime
-Bunu izlemek zorunda değilsin. Dedim, kaşları yeniden gerilmişti sert bir sesle bana cevap verdi.
-Zorunda olduğum için mi burdayım sanıyorsun?
-Öyle söylemek istemedim.
-Ne söylemek istedin? Sen benim kardeşimsin.
-Yeterince yorgunsun, benim yüzümden perişan olmuşsun.Eve git, duş al bir kaç saat uyu hem bak uyandım artık doktorlar ve hemşireler sen gelinceye kadar bana iyi bakarlar merak etme.
Yüzündeki ifade yumuşamıştı,
-Seni bir daha bırakmam,olmaz.
-Söz veriyorum, sen gelene kadar kimseye zorluk çıkarmam.Git biraz dinlen hem bu haldeyken bana birfaydan dokunmaz.Kendimi daha fazla suçlu hissediyorum seni bu şekilde gördükçe.
Gözlerim dolmuştu, kardeşime yaptıklarımdan dolayı pişmandım. Yeliz hanım bu sırada araya girip konuşmaya başladı.
-Fatih bey kardeşiniz doğru söylüyor, dinlenmeniz gerekli.Merak etmeyin siz gelinceye kadar hemşire hanım her yarım saatte bir kardeşinizi kontrol edicek.Bir isteği yada rahatsızlığı olursa yardımcı olucak.
Aslında söymek istediğinin kardeşim dönene kadar, tekrar intihar etmememi sağlayacakları olduğunu anlamıştım. Zaten bunu kardeşime yapmazdım.Fatih ikna olmuş gibiydi, saatini kontrol etmek için sol kolunu kaldırdı.
-Saat dokuz sayılır. Öğlen bir gibi gelirim, istersen daha erkende gelirim.
Kardeşime gülümsedim.
-Saçmalama, dört saatte ne yapıcaksın? Biraz uyuman gerek, dörtden önce gelme.
Kardeşim Yeliz hanıma bakmıştı.Yeliz hanım.
-Güvenliğe haber veririm, dörtten önce giremezsiniz.Üzgünüm,hasta kuralları.
Bana dönerek göz kırpmıştı.Bu hareketi olmasa bile kardeşimi ikna etmesi hoşuma gitti ve bende ona gülümsedim. Fatih bana döndü, gülerek elini omuz hizasına kaldırıp aşşağı salladı.
-Herkezi kendine benzetmesen olmaz. Dörtte burdayım.
Koridora doğru döndü ve yavaş adımlarla giderken.
-Kardeşime iyi bakın, onunla fazla vakit geçirmeyin.Enindesonunda sizi kendine benzetir.
Kapının hafifçe kapandığını duydum. Yeliz hanıma döndüm.
-Teşekkür ederim.
-Önemli değil.Bu sırada hemşireye bakıyordu, hemşire sol tarafımda bileğimdeki sargıyı açmak için hala çabalıyordu. Sonunda kardeşimin gitmesi ve odanın sessizleşmesiyle konuşmaya başladı.
-Bora bey, artık kıpırdamazsanız pansumanınıza başlayabilirim.
"Özür dilerim" dedim ve sol kolumu serbest bırakıp hemşirenin işini yapmasını izlemeye başladım. Bu sırada Yeliz hanım konuşmaya başlayınca gözlerimi ona çevirdim.
-Bora bey sadece size yardımcı olmak istiyorum, bu hastahane pırosedürü ve bir pisikiyatrist arkadşımla konuşmanız gerekli.
Gözlerimin irileştiğini ve kaşlarımın gerilmesini fark etmesi uzun sürmedi ve hemen sözüne devam etti.
-Bakın yarın Polis memurları ifadenizi almaya gelicek.Bundan önce bir pisikiyatrist ile konuşmanız gerek.Düşünceleriniz ve duygularınız değişmeden yada etkilenmeden.
Bunun neden bu kadar önemli olduğunu anlamamıştım ama kardeşime verdiğim sözünde etkisiyle gözlerimi devirdim ve yorgun bir sesle "peki" cevabını verdim.Yeliz henım teşekkür ettikten sonra hemşireye her yarım saatte bir beni kontrol etmesini ve durumu kendisine bildirmesini söyleyip odadan çıktı.Hemşire sol bileğimi tekrar sarmaya başlamıştı bile.Sağ bileğimede pansuman yaptıktan sonrabana bir kaç tane ağrı kesici verip odadan çıktı. Yatağıma tekrar tamamen uzanıp pencereden gökyüzünün görebildiğim kadarını izlemeye koyuldum. Yaptığım şeyin ne kadar aptalca olduğunu düşünmeye başladım.Kardeşim beni gerçekten seven belkide tek kişiydi. Aslında öz kardeşim olmamasına rağmen on iki yaşımızdan beri hiç ayrılmamıştık, yetimhanede tanıştığımız günden beri. Yaşadıklarımızı düşünürken kapı hafifçe tıklatıldıktan sonra açıldı, başımı o tarafa doğru çevirmeden önce gözlerimdeki ıslaklığı sildim. Gelen hemşireydi "iyimisiniz?" diye sordu. Başımı salladım, kolumdaki serumu artık çıkarmışlardı.Hemşire sol kolumdaki iğneyide çıkartmıştı, fakat iğnenin çıktığı yer bantın altından kanamaya devam etmiş ve kan hafifçe koluma sızmıştı.Hemşire kolumu tamizleyip bandı değiştirdi, bileklerimdeki sargıları kontrol etti ve bi isteğim olup olmadığını sordu. Hayır anlamındaki baş işaretimi gördükten sonra öğlen saat birde pisikiyatristimin beni ziyaret edeceni söyleyip odadan çıktı. Saat henüz on civarları olmalıydı en iyi seçeneğin gözlerimi kapatıp biraz uyumak olduğunu düşündüm.Gözlerimi kapattım yaklaşık on dakika sonra uykuya dalmama yakın, pencerede alevler görmeye başladım. Gözlerimi açtım, pencerenin pilastik kenarları yanarak eriyordu.Önündeki kanepe de alevlerin içinde kaybolmuştu hemen kapıya doğru baktım ama orada da alevler her tarafı sarmıştı.Boğazım kurumuş ve ciğerlerim yanmaya başlamıştı tam bağırmak üzereydim ki kanepenin altındaki taban gürültüyleçöktü, aşağıdan daha fazla alev çıkıyordu.Bu nasıl olabilirdi, tabandan lavlar çıkmaya başlamıştı. Erimiş ateş odanın tabanında yayılarak ilerliyor önüne çıkan herşeyi eritip kendi bünyesindeki ateşi destekliyordu. Sandalye ve yatağımın yanındaki beyaz demir sehpa çoktan alevlere teslim olmuştu bile, sıvı ateş yatağıma iyiden iyiye yaklaşmış ve ayaklarını yakıp eritmekle işe başlamıştı. Sol taraftaki ayaklar hızla erimeye başlayınca yatak sola doğru eğilmeye başladı yatağımın sağ kısmında düşmemek için tuttunmaya çalışırken ateşe düşmeden boğularak ölmek için dua ediyordum ama odada çok fazla duman yoktu. Yapıcak bir şeyimin ve kaçacak bir yerimin olmadığını biliyordum ve ateşin yakıcı sıcağını hissetmemeye çalışıyordum.Başım kollarımın arasında tutunmaya çalışırken yatağın artık alevlerin içine iyice gömülmeye başladığının farkındaydım.Sessizce fısıldadım "Pişmanım, yaptıklarımdan ve yapamadıklarımdan.En çokta kardeşime yaşattıklarımdan pişmanım."
Alevlerin vücuduma ulaşmasını beklerken gözlerimi yummuş, nefesimi tutmuş ve kendimi iyice sıkmıştım.Nefesimi bıraktım, vücudumu yavaşça gevşettim ve gözlerimi açarak etrafı görmeye çalıştım.Yatağımda yastığıma sıkıca yapışmış ve kafamı altına sokarak bastırmıştım, kendimi çok fazla sıkmış olmalıyım ki bileklerim deli gibi sızlıyordu.Kontrol etmek içinbileklerime baktım. Bandajların neredeyse tamamı kandan kıp kırmızı olmuştu ve kenarlarından hafifçe kan sızıyordu, sanırım dikişlerimi koparmıştım. Yatağın yanındaki düğmeye basarak hemşirenin gelmesini beklemeye başladım.
Hemşire telaşla odadan içeriye girer girmez "bi sorun mu var?" diye sormuştu. Yastıktaki ve çarşafa bulaşmış kanı görmesi uzun sürmedi, korkulu gözlerle bana bakıyordu.
-Sadece bi kabus gördüm, kendimi çok fazla sıkmış olmaıyım sanırım dikişlerimde sorun var.
Bileklerimi göstermek için kaldırdım.Bileklerimi görür görmez hemşirenin yüz ifadesi korkmaktan acı çekme ifadesine dönüşmüştü.
-Hasta bakıcı ve doktorunuza haber vermeliyim.Pansuman malzemelerinide alıp hemen dönerim.
Hemşire hızla odadan ayrıldı. Hemşirenin gitmesinden sonra odaya ilk giren doktorum Yeliz hanım oldu.
-İyi misiniz? Bu nasıl oldu? Sorularını bitirmesine rağmen hala yatağa ve yastığıma bulaşan kana bakıyordu.Şaşkınlığını atlatması bir kaç saniye sürdü ve hemen yanıma gelip bandajlarımı kontrol etmeye başladı.Bileğimdeki bandajları çözerken yüzüme bakıp tekrar sordu.
-Bu nasıl oldu?
-Bi kabus gördüm biraz fazla gerçekçiydi sanırım, bu arada kendimi çok fazla sıkmış olmalıyım.
-Kabus mu? Ne gördünüz peki?
-Hatırlamıyorum.
Yalan söylediğimi anlamamasını umarak ona baygın gözlerimle bakıyordum.Bu arada hemşire odaya girmiş ve pansuman malzemelerini getirmişti.Bileklerime tekrar pansuman yapıp bandajladılar neyseki dikişlerimde herhangi bi sorun yokmuş sadece biraz zorlandıkları için yaralarım tekrar kanamış. Doktorum ve hemşirenin işleri bitince bir hasta bakıcı beni bir tekerlekli sandalyeye oturttu ve yatağımı ve çarşaflarını temizlemeye başladılar.Bu sırada Yeliz hanım;
-Bahçeye çıkmak istermisini? Ama yalnızca beş dakika. Gözlerini açmış cevap bekleyen bakışlarla yüzüme bakıyordu. Evet anlamında başımı salladım.Yeliz hanım tekerlekli sandalyemi iterek beni odadan çıkardı ve asansörle zemin kata indikten sonra bahçeye ulaşmamızı sağladı. Dışarıya çıktığımızda yeni yağmış yağmurun kokusunu içime çekiyordum güneş hala soluktu bulutların arkasına gizlenmiş ve hafifçe esen meltemin insanların içini ürpertmesine izin veriyordu. Yeliz hanım "üşüdünüz mü?" diye sordu.
-Hayır.Beni bahçeye çıkardığınız için teşekkür ederim,bunu bi hasta bakıcıyada yaptırabilirdiniz.
-Önemli değil, tekerlekli sandalyede o kadarda ağır sayılmazsın.
Gülümsedim.
-Sanırım kardeşim dönene kadar nöbeti siz tutmak zorundasınız.
-Benim işim bu.
-Sigara içsem sorun olur mu?
Doktorum şaşırmış gözlerle bana bakıyordu.Beklemediği bu soru karşısında ne cevap vericeğini şaşırmış gibiydi.Kendini toplaması çok sürmedi.
-Tabiki hayır olmaz asla henüz iyileşmedinizbile.
Tepkisine verdiğim hafif kıkırdamayı duyduğunda bana tekrar şaşırmış gözlerle bakmaya başladı.Hala kıkırdamamı bastırmaya çalışarak cevap verdim.
-Kusura bakmayın Yeliz hanım ben sigara kullanmam sadece ani durumlarda nasıl tepki verdiğinizi öğrenmek istedim.
Hala gülmemek için kendimi durdurmaya çalışıyordum. Yeliz hanımın bakışları ciddileşti, dudakları gerildi ve sert bir biçimde.
-Neden? Diye sordu.
Gülümsemeyi kestim ve bakışlarımı yere çevirip yorgun bir ses tonuyla cevap verdim.
-Bunu benim size yapmaya hakkım yok fakat pisikiyatrist arkadaşınız bana istediği her soruyu sorup cevap vermemi beklemekte özgür. Neden?
Doktorum şaşırmıştı ikinci kez beklemediği bir soruyla karşı karşıya kalmıştı."çünkü çünkü" diye kekelediği sırada "Merhaba" diye bir ses duydum, yüzümü o tarafa çevirmeden önce doktorumun yüzündeki rahatlama hissini gördüm.Başımı sesin geldiği yöne çevirdim.
Bize doğru yaklaşan ve el sallayan bir kız vardı.Kıvırcık koyu altın sarısı saçlarına siyah bir bere takmıştı gülümsemesi bu uzaklıktan bile muhteşemdi.Uzun sayılabilecek bacaklarını saran siyah dar bir dakırs ve altına giydiği açık kahve botları üzerindeki açık kahve diz üstü montuyla tamamen uyumluydu.Montunun düğmelerini kapatmamıştı ve içine beyaz bir switşört giymişti.Boyu normal bir kıza göre ideal sayılabilirdi, sanırım bir yetmiş civarındaydı belki bir kaç santim daha uzun.Yaklaştıkça gülüşü yüzüne daha çok yakışmaya başlamıştı. Kumral sayılabilecek teni ona melez bir güzellik katıyordu.Hafif büyük ağzı ve ince sayılabilecek kırmızı dudakları gülümsemesinin güzelliğini açıklıyor gibiydi. Elmacık kemiklerinin üzerine serpiştirilmiş bir kaç çilin rasgele serpiştirilmiş olmasına inanmak güçtü. Sanki her birinin yeri özenle seçilmiş gibiydi, gülümsemesinden dolayı kısılmış gözlerini hafifçe araldığında içlerindeki yeşil gözlerinin rengini daha önce hiç bir yeşilde görmediğme yemin edebilirdim.Kendimi onun güzelliğine o kadar kaptırmıştım ki yanıma kadar geldiğini fark edememiştim bile. Elini omuzuma koydu ve hafifçe eğilerek "iyimisin" diye sordu.Güzelliğinden dolayı zaten büyülenmiştim aklımda ona vericek bi cevap aramaktan çok kim olduğunu öğrenmeye çalışmak dolaşıyordu.Bu sırada Yeliz hanım araya girerek;
-Sanırım artık kahramanınla tanışmanın vakti geldi.
Yeliz hanıma doğru dönmüş, şaşkın gözlerle ona bakıyordum. Omuzumdaki elin hafifçe ayrıldığını hissettiğimde tekrar ona doğru döndüm,elini bana doğru uzatmıştı
-Özür dilerim, kendimi tanıtmayı unuttum.Ben Efla.
Şaşkın gözlerle ona bakarken aklımda ismi tekrar tekrar yankılanıyordu.Ne söylemem gerektiğini bulmaya çabalıyordum ama hiç birşey yoktu,hiç.Sadece tek bir ses ve isim Efla..
Not: Şu an hazırda yedi bölüm yazılı olarak mevcut, bu başlangıçtı. Eğer talep ve okuyucu fazla olursa ilk kitabı tamamlamayı ve hepsini yayınlamayı düşünüyorum. Düşünceleriniz benim için önemli bu yüzden yorum yapmayı unutmayınız. Bazı yazım yanlışları olabilir şimdiden bunun için özür dilerim.
Ayırdığınız zamana teşekkürler.
Saygılar bizden.
Burhan KARACA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.