- 611 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BAŞINI OKŞADIM BİLİNMEZİN...
Aykırı olduğunu bildiğim bir sarmalın tam da merkezindeyim. Tuhaf hem de nasıl… Sarmal mı sanal bir kâbus mu, patavatsızlığı nüksederken o devingen hücum kadar silik iken bunca göreceli mahareti yaşanmamışlığın?
Künyemi yeni kaybettim ve seyreldim dilim dilim ki dillendiremediğim bir gökyüzü, muhaberatı asılsızlığın ve görgüsüzlüğün.
Tümlenen nasıl da doğurgan ve etken bildiğimden ziyade eremediğim bir hidayetten mesulüm. Ölgün ve riya yüklü ne çok eylem.
Zınk, diye durdu işte o tekeri patlak otobüs. Efsunluymuş tüm yolcular da ölüm teğet geçmiş. İsi midir bunca muhalif beyanat yüreğin ama yok, yok, elbet vardır bir nedeni. Yine de ne gönlün karası ne de yüzümün. Hem daha yeni cilaladım. Gözlerim irileşti ve suskunluğa büründüm.
Bir adım ötemde ve anlık bir hezimetle ile çaldılar ölünün kabrini. Yüklü dualarla ama her nasılsa kabir azabından mütevellit.
Başını okşadım bilinmezin ve görmediğime duyduğum inanç kat ve kat yükselip, aşıyor duvarlarımı. Evet, duvarlar… Bilmediğiniz, ötelediğiniz ben’in duvarları ve her nasılsa yıkılmaya çeyrek kala yoksa yıkıldı da mı altında kalmışım nefessiz ve nasıl da acırken yüreğin tecellisinden değil de tesellisi iken şeytanın azabı.
Kem gözler uzak dursun, dememe ne hacet. Deli fişek bir coğrafya şu indinde saklı tuttukları ile hedefi on ikiden vururlarken. Adı sanı olmayan aslında hiçliğin merkezi iken şu kılı kırk yaran her ne ise, bazen konduramadığım bazense dillendiremediğim.
Uzaklardan bir adam haykırıyor üstelik avaz avaz. Elinde kanla yıkanmış bir çocuk fanilası. Ne yazık ki içi boş aslında iyi ki de içi boş. Ya, adamın ağzından akan salyalarına ne demeli? Alyansı da kan içinde. Yere eğilip kontrol ediyor hala nefes alıp almadığını. Kaçmalı buralardan çok uzaklara sıvışmalı: İnsana dair hiçliğin sorgulanmadığı bir mecraya yelken açmalı.
Değişmeliyim ve değiştirmeliyim üstümü başımı. Tüm patavatsız çalkantılarından uzak durmalı yeter ki kirlenen dünyalara ait hiçbir veri olmasın elimde. Ve safça sırıtmalıyım ve de boş gözlerle. Dolarken gözlerim dolduramadığım yüreğimden asılı kalan hiçbir ölü barındırmamalıyım. Kâfi bu kadar üzüntü ve hangi mertebe ise ulaşamadığım, acele etmeye de hiç mi hiç gerek yok.
Sahne arkasından gelen seslere bakılırsa; fazlasıyla hırçın ve kızgın melek görünümlü şeytan birikintisinden ibaret onca insan izleği. Adı insan ama asla da ihsanı yok yaşanmışlıkların ve yaşamaya dair hiçbir isteği de. Kılıksız ne çok öngörü ve sallantıda yine mihrap. Temkinli olmakta fayda var ve alabildiğine uzak durmalı. Ne sakıncaları var kim bilir de bunca isyan birikintisinde bir katre de olsa vicdandan eser yok.
Konuşmalı mı yoksa susarak mı bürünmeliyim o tuluata üstelik görmezden gelmem gerekenden öte gecelerin gün olmaktan vazgeçtiği bir geleceğe uzanırken vefasız zaman.
Tükenen ne zaman ne de insan aslında tüketilen şarjı tükenen bir telefondan ibaret. Bunca insanı yönlendiren akıllı makineler varken kimse akıllı olduğunu iddia etmesin. Üreten insan ama tüketilen de yine düşmüşken o çukura üstelik kendi elleriyle kazdıkları. Evet, hepsi bir düş çukuru: gerçeklerin boğulduğu ve var olmaktan vazgeçmiş.
Amiel’in dediği düşüyor aklıma: ‘’Her manzara bir ruh halidir.’’
İçselleştirdiğimden ziyade soyutladığım hatta farkına varmadan sonlandırdığım bir ömür iken hala sahip olduğuma dair geliştirdiğim boş bir inanç.
Adı olmayan ne çok ada ve günbegün kodlanan derken sayılardan üreyen milyarlarca insan. Parmak izleri faklı olsa bile farkındalığını yitirmiş sonsuz haneli sayısız mizaç. Şair az mı haykırdı; neyden ibaret olduğumuzu: ‘’Hayat okyanusunda birer adayız; aramızda bizi tanımlayan, birbirimizden ayıran bir deniz var…’’
Adalar kadar bağımsız olsa keşke insan ruhu ama asla bağnaz değil.
Keşke çoğaltacağımıza kini ve nefreti azalsa şu gölgeli yoksunluğu, varlığımıza delalet hiçliğin tokadı çarpmadan yüzümüzü. Ama öylesine yüzsüzüz ki umarsız kimliklerimizle yok sayıyoruz adaletini ve asaletini olmayan vicdanlar kadar kayıplara karışmışken.
YORUMLAR
Her şey öyle değişti ki; çok iyi hatırlıyorum, çocukluğumuzda yan komşumuz bebeğini kaybetmişti bir günü.
Sebebi mi? Şimdi bütün mevsimlerde kolaylıkla bulabildiğimiz bir meyve olan çilek yüzünden. Çünkü o zamanlar yediklerimizi sadece mevsimlerinde bulabilirdik. Hiç bir şey hormonlu değildi, İnsanlara bu kadar etkisi olmazdı. Almamız gereken vitaminleri ilaçla mı, yoksa doğal yolla mı almamız gerektiğini artık şaşırmış durumdayız.
Bir yanda fazla yumurta alabilmek için her tavuğu günde iki defa uyutuyorlar, diğer yanda üç kuruş para kazanıp beş kişiye bakması için hadi diyorlar sabahın köründe işe. . . Öbür yandan da bas bas bağırıyorlar "Emniyet Kemeri Hayat Kurtarır." Diye. Sonra da bütün otobüsler, minibüslerde insanlar balık istifi.
Şimdi gel de: İnsanlara de;
Sakin ol.
Kindar olma.
Hain olma.
Önce ağzın yamulur, konuşamazsın.
Sonra belin bükülür, yürüyemezsin.
Sonra ayakların, sonra ellerin.
Bir şeye benzemezsin.
Kindar ol daha iyi.
Allah nasılsa biliyordur seni. . .
Gülüm Çamlısoy
çok şey değişti ve insanlar zaten anlaşılmaz ve yeri geliyor kendimizi suçluyoruz.
değerler ise kayboldu: nasıl da anlamsız oysaki bizlere böyle öğretilmedi.
kindar olmak da zararlı bir çok bakımdan sanırım sevginin verdiği lezzeti hoş karşılamıyor çoğunluk.
o zaman inancımızla yeniden doğacağız her yeni gün.
teşekkür ederim yalnız bırakmadığınız için.
sevgilerimle...