- 381 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Gecenin solgunluğuna vuruluyor yüreğim…
Bazen gidenler sessiz olur ama onun gidişini gözleyen içine içine ağlar…
Ne kadar çok dolaştım karanlıklarına gecenin…
Kimler çıkmadı ki karşıma, bir köşede kavga eden sevgililer, diğer köşede kadının gözünün içine içine konuşan adam, onu dinlerken dilini çene kemiğinine değdirerek adamın gözlerine bakarken kendini başka dünyanın efsununa kaptıran kadının aşkı, ardından bir kent bankının bir köşesine ilişmiş oturuşuyla başka bir kız sanki… Bu dünyaya ait değilmişçesine gözlerindeki yaşı silmezcesine elindeki peçeteyi ovuşturmak sanırım ona güç veriyordu.
Diğer bir elektrik direğine omzunu yaslamış genç bir adam elindeki telefonu sanki yutarcasına ağlamaklı seslerle bir şeyler anlatıyor tahmin ettiğim yeşil gözlü sevdiğine. Nereden mi anladım gözlerinin yeşil olduğunu, arada bir kurban olurum gözlerinin yeşiline derken durakladığım o ışık altında kendime sanki fren takmışçasına ağlamamak için sebep arıyordum…
Kendimi zorlayarak adım atmaya çalıştığım bir anda sakalları uzamış adam duruyordu önümde ve kendine acındıran bir sesle “bir, bir sigaran var mı abi” derken ceplerimde böyle geceler için taşıdığım pek büyük olmayan parayı verdim ona “git al kendine ne istersen” derken eski günlerdeki tiryakiliğimle acındım kendime yine…
Nasıl bir geceydi bu güneşin var olduğu zamanın doğusuna doğru yürümek kentin kıyılığında…
Saat kaçlarda dolaşıyordu fark etmeden içimdeki titreyişe öfkelenip, sarındım kaşkoluma…
Kaçıncı yılıydı bu gece sevgili dediğimin bu kentten gidişinin yıl dönümü… Farkında değildim ama ay ve gün olarak unutmam imkânsızdı o gidişinin ardından akıttığım gözyaşlarıma aldırmadan bağrındığımı…
Bana göre bu gece sahipsizliğin limitinde nefes alıyordum… İçime doluşan öfkeleri savmak için kendi kendime bir hikâye anlatıyordum… Aslında çoğu zaman geçmişte yaşadıklarıma hikâye diyordum ve bu anlatımlarda hiç isim kullanmazdım…
Aslında konuşamayacak kadar içimdeki yorgunluk ve de kırgınlık hisleri ile baş etmeye çalışıyordum…
İşte tam bu anlarında gecenin kendi kendime konuşmaya başlamıştım. Sanki ona geçmişimizden bu güne sarkmış bir anımı anlatıyordum…
Bir sorusu ile başladı bu hatırlatmam… “Hadi bana beni sevdiğini söyle “derken gözlerindeki yaş düşmüştü göğsüne doğru… Ve de akmaya da devam ediyordu…
Hiç düşünmedim ve dedim ki, onu söylemekten ziyade o cümle içinde nasıl kalarak yaşadığımı anlatayım sana derken, “o cümle içindeyken benim ruhum bedenime salıncak olurdu…”
Sen sevgili sevginin içinde aldığın nefeslerle, ruhunu büyütmüştün, yarınlara sarkan gülüşlerinle unutulmaz coşkular taşırdın dünlerden bu günlere ezilerek yaklaşan zamanda var olmak…
Ben anlattıkça çocuklaşarak geçmişe bağlanmakla, geçmişten kopmak arasında gidip gelirdi bakışların…
Gece mevsim döngüsündeki sertliğinden zaman zaman vaz geçercesine, günün son ışıklarını kaybettiği zamandan iyice uzaklaşmıştı…
Gece yarılarını çeyrek geçe zamanlarda ağladığım eski zamanlar geldi aklıma…
Nasıl geçti veya nasıl dayandım demek içinse pişmanlık ifadesi olsun istemedim, bu gecenin geç zamanında…
Sen sevgili, tüm yaşam zamanlarımın bu günlerine sarkan sevgimin karşıtı olurken, bana vermek istediğin iç huzuru da bir kenara koyup, geçmiş yaşanmışlığa kızmak, galiba yaşananlara haksızlık olacaktı…
Ben bunları düşünürken gece adamlarından biri yaklaştı saygılı davranışları ile…
“Abi bana bir şeyler alır mısın karşıdaki büfeden, uzun zamandır ağzıma sıcak bir şey girmedi” dediği anda “hadi gel oraya gidelim” dedim…
Gece adam yiyeceği elinde eğilerek giderken bir anda gözlerimden aşağı doğru gözyaşı akmaya başladı… “Acaba kaç yıl oldu onunla bu saatlerde bir şeyler yemedik” derken, kendime acırken içimdeki öfkelenmelerimin kendime acımaya döndüğünü gördüm…
Evet kaç yıl oldu bu kadar zaman sonra bunları hatırlayıp yaşamak…
Ne kadar çok çocuklaşırdık böyle ayakta bir şeyler yerken tüm geçmişin ipini keser sadece anları yaşardık…
Hele bir yiyeceği çok beğenip “bir tane daha alalım mı” diye sormak o kadar çok hoşuma giderdi ki, mutluluğun limiti yapışırdı yüreğime…
Gecenin geçi olunca insan tüm geçmişini an an yaşıyor tekrardan bu saatlerde…
Oysa bu geceye yaslanışım beni ne kadar çok sarardı içinde tutup saklayarak, bense hatıralarla ağlamakla geçerdi zamanım…
Ve gün zaman yığılıyor karşıma gün zamanı misali saniyelerle uzayarak saniyelerle. Sanki tek başınalıkla dağ deviren güç ile çatışıyorum zamanla…
Kalabalıkların içindeki teklik savaşı bu iç güven ve korkusuzluk duyguları ile…
Zaman yığılıyor karşıma, gün zamanı misali saniyelerle, sanki tek başınalık
İçimde fırtınalar, gözlerimde karartılar, öfkenin arka yüzü cesaretle kendi kendime dövüşüyorum zamanla…
Öfkenin uzandığı deli cesareti bu gecenin solgun zamanındaki bedensel güçsüzlüğe karşılık düşüncedeki aymazlık…
Eski devirlerdeki ejderha savaşlarını bir ekranda seyreder gibi yüreğimin vuruşları sırtımda basınç yapıyor ve büyük bir inatla ben öfkeye teslim olmamaya söz vermişim kendime…
Oysa kara bir tohum bu öfke artığı ve dönüşümü çok farklı olan yalnızlık duygularından besleniyor…
Kime karşı ve neyi sebep gösterdiğim belli olmayan solgun gecenin anlara sığan düşüncelerin bedenimdeki güç denemeleri ile gözlerimden düşen yaşlar da kendini besleyen güç bunalışları…
Dün başka bir gün gecesi idi. Bu günse kırk başlı ejderha gözlerinden parlayan güçlenmiş duyguların, farklı düşsel görüntüleri ile baş etmeye çalışan bir ben benliği…
Oysa yarınsızlığın içinde dünlerin uzantısı vardı…
Sadece kum beyazı dedim mavi üstüne... Bakışların arkasında kalan düşünceler... Aslında gri mavi üstüne yıkılmalardı hayatın kesik nefesleri ile... Bir derbederlik bu yalnızımsı hayatın içinde yalpalamak...
Belki de bir boş veriş gerekti, sevginin gölgesinde kalan ihanetlere...
Nereden aklıma gelmişse, yaşanmış tüm hikâye zamanlarına bakıyorum.
Geceyi solumak gibi koklamak gibi, hayatın dar zamanlarını, yüreğimdeki yük gibi içimde kıpırdayan ağırlığı omuzlarımı titreten nefes almalarımı koyulaştıran.
İçinde bulunduğum girdapta donmak gibi soluyorum gecenin nemini, ürpertisini, korkularımın tümünü perçinleyip yüreğime o acılanmalarla, düşsel görüntülerle boğulur gibi nefesliyorum gecenin bulanık nemini…
Geceye bakıyorum, gecenin nemleri, arasında uyuşan avuçlarıma bakıyorum, bir zamanlar avuçlarına kilitlenen, yapışan avuçlarıma ve onunla titremeye başlayan parmaklarıma bakıyorum…
İçimde kimsesizlik hislerinin vurgun yediği bedenimin çürümüş titreyişlerine ile…
Nasıl bir sarhoşluk hissi bunlar, nasıl bir iç kırılması ve çaresizlik bu gecenin uzayan zamanlarına gömülen…
Nasıl bir yuvarlanış bu sevmenin kırılma zamanlarına kahrolası bir düş sanki bu düşünceler içinde bu kadar bezmişliği nasıl saklar bu kadar kırılgan olur?
Gecenin solgunluğuna vuruluyor yüreğim…
Gece ve içinde kalan gizemler boşluğu, bir yokluk bezginliği, bir güne hasret kıskançlığı kimin kime dost, kimin kime düşman olduğu belli olmayan bir boşluk zamanı…
Ölü düşleri görür gibi dara düşmüş bir kırık kanayan düşünceler, arkada kalan yıllara kıran girmişçesine umarsız yaşamın içindeki boşlukta dönmelerin arasına sıkışmış can parçalarının kanama üzüntüleri…
Ve gece korkusuzca devam ediyor, arkada kalan zamana kıskançlık edercesine arkaya arkaya bakan gözlerle geçmişin yaraları mıhlanmış beden cildine kopuşurcasına sallanan…
Ben geceye salınıyor sen susuyorsun, gene gecenin nemine. Kaç gecenin körelten
yorgunluğu bu içime oturan…
Aslında titrek düşlerle saklı bir sahipsizlik bu…
Belirsiz zamanların bütünleşmiş kurallarının altında kalıp ezilme bu içimi daraltan…
Aslında hiçbir şey kaybolmuyor, yeniden de doğmuyordu, şekilden şekle değişkenlikleri oluyordu… Var olan yaşamların içinde tekrar olan olayların, tekrarsız zamanlarını yaşıyordum… Ve zaman kaybolmuş düşlerin tümünü içinde saklıyordu…
Ve ben yaralanmış bir bedenin yara kabuklarını koparan, tekrar tekrar aynı acıları, döngü aralıkları eşit zamanları tekrar yaşıyordum…
Oysa sen sevgili bu döngünün içinde sabitleşmiş riyaların ardına sığınıp sinsi gülüşlerini sarkıtıyordun yaşamımın her an karesine…
Varlığın bu günkü düşlerimde anlamlaştıkça, içimde kırılan dalların sesleri ile hâlâ tedirgin yaşarken seni her anının içine tekrar tekrar gömmek de içimdeki acıları koyulaştırıyordu…
Seninle barışık olsam da, uzak olsam da artık varlığının öneminin kalmadığını anlamak da içimde bir başka acıları koyulaştırıyordu…
Belki unutulası gözler uğruna ağlamaları artık erteleme zamanlarını yaşamak gerekiyordu…
Anlaşılıyor ki bedeni dağıtıncaya kadar o gözler uğruna yaşamı değiştirmek, acılanmalarla parçalanmak, ruhsal dağılmamak gerekiyordu…
Yaşamın güzelliklerini yaşayabilmek için bunları yapmak gerekiyordu, belki de...
Kendi gözlerimi gecenin buğulu neminden kurtararak sabahın tan ışıkları ile güneşe vermek gerekiyordu sırtımı. Yeteri kadar yaşamın bu acılanmalar kısmında omuzlarım yeteri kadar donmuştu…
Kapalı bir gün doğumundan medet ummakla başlayan ilk ışıkların omuzlarımda kırılışı…
Ne kadar çok düşünceyi başı boş bıraktım bilmiyorum fark ettiğim tek şey “ben seni gerçekten çok sevmiştim” cümlesini Nereden düştü aklıma yine bu ters cümle sevgiyle kopuştuğumuz zamandan beri tekrarlamak istemiyordum neden mi, çünkü bu kadar öfkenin ardından gelecek cümle ile döneklik yapar tekrar özlerim sevgiliyi diye galiba çok uzun zamandan bu yana yazmadım sanırım…
Biz bu günlere de eminim ki karşılıklı aynı düşüncelerle gelmiştik…
Yüreğimdeki özlem sıkıntılarını, burukluklarını tan yeri ışıkları ile ısıtmak gerekliydi yaşam bir kişi uğruna gerektiği kadar darda yaşanmıştı.
Artık yarınların umutları ile ruhsal ısınma zamanlarını son noktaya en sona ulaştırmak gerekti iç huzur bunu gerektiriyordu…
Öylesine bir yaşamdı senden sonrası. Sadece yaşama dahil tek umut vardı içimde sanki bütün vücudum kanıyordu…
Belki de tüm bedenim sarsılıyordu. Yaşamın kör kalan nefesleri ile sessizliği içime sindire sindire yaşama tutunmaktır artık mecburiyetim. Yaşam sertti, tüm gülüşlerimi hep eksik, hep eksikli bırakırken sevgiye dahil düşlerde, sonunda hep karanlık sabahlara itip durdu derken bile pişmanlıkların tümü sevgiye dahil veya sana dairdi sevgili…
Seninle tüm düş kurmalar, sensizliğe ulaşan nefessizliklerle tükeniyordu…
Biz yalnızlıkların esaretinde yaşarken terk edilmişlikle kalan sevdanın içinde var olmaya çalışıyorduk…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.