- 497 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
-İSTANBUL ÜZERİNE ANILARIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ-(2)
Tüm dünyanın hayranlığını kazanan İstanbul hakkında nice ülkemiz ve dünya sanatçısı neler söyler bilir misiniz? Okuduğumuz, dinlediğimiz nice örnekler vardır kuşkusuz.
Tam da bu düzlemde Orhan Pamuk’un bize sunduğu üçüncü bir unsur ise yerli-yabancı edebiyatçıların, sanatçıların İstanbul izlenimleri ve çalışmalarının yazar tarafından nasıl algılandığı, karşılandığı üzerinedir. Osmanlı’dan günümüze doğru geldiğimizde öncelikle İtalyan ressamı Melling’den söz edebiliriz. Melling’in, 3.Selim döneminde uzun yıllar kaldığı boğaz çevresinde, Sultan 3’üncü Selim ve kız kardeşi Hatice Sultan’a köşkler yaptırdığı, bu münasebetle Sultan ile yakın temaslarda bulunduğu hususu mevzubahis edilmektedir.
Gustave Flaubert’in ise 19’uncu yüzyılın ortalarında kenti ziyaret etmesinin yanı sıra, bir gün İstanbul’un dünyanın başkenti olacağı yönündeki vurgusunun en ilginç yanı Fransız yazarın beklentisine konu olan İstanbul’un Konstantinopolis olduğu gerçeğidir. Flaubert’in bu sözünün evveliyatında Napolyon’un “Dünya tek bir devlet olsa başkenti İstanbul olurdu” sözünü de bulabiliriz.
Orhan Pamuk’un kitabının ilginç bölümlerinden biri de; Ahmet Rasim ve yazarın “Şehir Mektupları” adlı eserinden söz ettiği bölüm olmalıdır. Şehir Mektubu Osmanlının son dönemlerinde karşımıza çıkan bir yazı türüdür. Bu tür de yazı yazan gazeteciler başta Ahmet Rasim olmak üzere İstanbul’da yaşayan insanların günlük hayatlarından manzaralar sunar bize. Kimi zamanda kentte yaşayan bir vatandaşın yaptığı olumsuz bir harekete şahit olan gazetecinin bu durumu dile getirdiği yazılardır. Diğer Şehir Mektubu yazan isimler arasında Basiretçi Ali Efendi de vardır. Basiret adlı bir gazete yayınlamaktadır. Bir ara yazıları yüzünden gazetesi kapatılan Ali Efendi, İstanbul halkı arasında Basiretsiz Ali Efendi şeklinde de anılır.
Diğer yandan Rumeli Hisarı çevresinde bir yalıda doğup büyüyen, “Boğaziçi Mehtapları ve Boğaziçi Yalıları” gibi eserleriyle yitip gitmekte olan bir kültürü neredeyse tek başına yaşatmaya çalışan Abdülhak Şinasi Hisar da galerinin konukları arasında yer alır.
Yine, kitabın bölümleri arasında Reşat Ekrem Koçu ve İstanbul Ansiklopedisi de dikkat çeker. Tarihi roman yazarlığının yanı sıra Koçu’nun en büyük ideali İstanbul Ansiklopedisi yayınlamaktır. Ancak bu ansiklopedi türünün bilinen örneklerine benzememektedir. Gündelik hayatı tüm yönleriyle ortaya koymak hedeflenmektedir. Tarihi eserleriyle, hamamlarıyla, kenar mahalleleriyle, gece hayatıyla, köprü altlarıyla, zenginiyle, fakiriyle tüm bir İstanbul verilmek istenir.
Reşat Ekrem Koçu gündelik insanı da anlatmak arzusundadır. Sözgelimi Bahriyeli Ferhat başlıklı madde bize fikir verebilir. “1958 yılının bir yaz günü boğaz vapurunda denize düşen bir vatandaşı kurtarmak için suya atlayan ve vatandaşı kurtarmayı başarmasıyla da alkışlanan bahriye neferi” tanımlaması dikkat çekicidir. Otuz yıla yayılan bir zaman diliminde ansiklopedisini fasiküller halinde çıkaran Reşat Ekrem Bey 1970’lerin başlarında ancak (G) harfine gelince yayıncısından sıkı bir zılgıt yer. Ansiklopedisinin maddelerini kişisel takıntılarıyla ördüğü eleştirisine maruz kalan Koçu bu şekilde büyük idealini gerçekleştirememiş olur. İstanbul’u adeta en küçük bir toz zerresine kadar maddeleştirmek isteyen Reşat Ekrem Koçu’nun; çalışmalarıyla İstanbul üzerinden bir tür milliyetçilik algısı geliştirdiğini söylemek sanırım mübalağa olmayacaktır.
Beri yandan, Orhan Pamuk’un kitabının bazı bölümlerini incelediğimizde bir şarkiyatçı perspektifi ile karşılaşmak da mümkün. Yazarın bir cümlesi bana özellikle ilginç gelir. Yahya Kemâl ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eski eserlere ve tarihi mekânlara yoğun ilgisinden bahsederken, bu iki edebiyatçının sıkça kenar mahallelere ziyarette bulunmakla birlikte akşam olduğunda boğaz çevresine geri döndüklerinden söz eder. Başka bir ifadeyle Yahya Kemal’in uzak semtlere ve tarihi evlere düşkünlüğüne karşın akşamları yine boğaz boyuna dönmesi ve Park Otel’de kalması Orhan Pamuk’a nedense tuhaf gelir. Acaba Yahya Kemal ve Tanpınar o çok sevdikleri kenar mahallelerde ve yıkık dökük ahşap evlerde mi kalmalıydılar? Dolayısıyla yazarın bu konudaki garipsemesini garip bulduğumu söylememe bilmem gerek var mı?
Daha böyle birçok edebiyat ve sanat insanına rastlayabileceğimiz Orhan Pamuk’un İstanbul üzerine anılarını; Türk ve Dünya edebiyatçılarının İstanbul hakkındaki izlenimlerinden faydalanarak meydana getirilmiş bir derleme olarak da okuyabileceğimiz gibi yazarın yapmış olduğu değerlendirmelerde Avrupalı bir Oryantalist perspektifi bulmak da abartı olmayacaktır.
Hiç kuşkusuz yazarın doğu ve batı kültürlerine bakış açısının; saf, berrak bir modernist, batılılaşmacı perspektife oturduğunu ya da mutlak surette batı dünyasından görünen doğu düzleminde cereyan ettiğini düşünmekte yanıltıcı olacaktır. Bilakis bir doğu-batı sentezi arayışı her an kendini hissettirebilir. Ancak bu sentezin doğuya dönük bölümü için batının izin verdiği ölçüde doğu diyebiliriz.
-SON-
L.T.
YORUMLAR
Orhan Pamuk benim yazarlarımdan değil özünde
Uzun yıllar hiçbir kitabını da okumadığımı söyleyebilirim
Bu ülkeye karşı donuk, mesafeli duruşunu gözlüyordum elbette
Hani ondan aldığım elektrikte bet bir yan vardı hep
1990'lı yıllarda Zülfü Livaneli ve Yaşar Kemal ile çıktığı programlarda her iki isminde sımsıcak duruşuna karşın Pamuk negatif elektrik veren bir çehre ve duruşa sahipti bende
Ne ki, Nobeli aldığında artık masaya yatırmanın zamanı geldi dedim
Çünkü, sözde Ermeni Soykırımı bahsini tellendiren bir kalem olmasına ve hatta eski Amerikan başkanı George W. Bush -ki oldum olası; babası puşttu oğlu W çıktı derim- tarafından yazarlığının taltif edilmesindeki ironiye karşın bir şekilde Türkiye'nin ve Türk dilinin bir yazarının ödüllendirilmesi karşısında neşter vurma gereği duydum açıkçası
Nihayet okuyan gözlere bereket
Saygı ve selamlarımla...
levent taner tarafından 3/6/2016 10:33:06 AM zamanında düzenlenmiştir.
levent taner
Orhan Pamuk benim yazarlarımdan değil özünde
Uzun yıllar hiçbir kitabını da okumadım
Bu ülkeye karşı donuk, mesafeli duruşunu gözlüyordum elbette
Hani ondan aldığım elektrikte bet bir yan vardı
Ne ki, Nobeli aldığında artık masaya yatırmanın zamanı geldi dedim
Çünkü, sözde Ermeni Soykırımı bahsini tellendiren bir kalem olmasına ve hatta eski Amerikan başkanı George W. Bush tarafından yazarlığının taltif edilmesindeki ironiye karşın Türkiye'nin ve Türk dilinin bir yazarının ödüllendirilmesi karşısında neşter vurma gereği duydum açıkçası
Nihayet, katılımınız dolayısıyla şükran duydum hocam
Saygı ve selamlarımla...
İstanbul...Korkuların kenti. Yine de büyüsünden vazgeçemediğimiz. Fareli köyün kavalcısı'nın bizim ülkemizdeki karşılığı İstanbul. Taşı, toprağı taş olsa da artık ille de İstanbul ille de İstanbul. Bu sebeple İstanbul üzerine yazılan çizilen her şeyi ilgiyle okurum. Hele böyle güzel kaleme alınmışsa...
Saygılarımla.
levent taner
Katılımınız ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...