Günçe
Para neydi?
Para neydi ve neyin bedeliydi?
Bazen bu soruyu yanıtlamakta zorluk çekiyordu Günçe.
Günçe’ye göre para iki guruba ayrılıyordu, biri bozuk olan, hani düşünmeden harcanan, yani demirden olanı. Bir diğeri ise alım gücü daha yüksek olup,, kâğıttan yapılmış olanı, gelki bir yazıda okumuştum paranın ham madesi de odun değilmiş, ama neyse benim konum o değil deyip atladı o konuyu... Bu durum hem ülkemiz hemen Dünya ülkeleri için geçerli bir durumdu ama bizim gibi yıllardan beri hala gelişmekte olan bir ülke için çok daha önemli vede geçerli bir durumdu, paranın satın alma gücü. O para olmadan olmuyordu ve tüm hayatlarını etkisi altına alan o para, insanların nasıl yaşamaları gerektiğini belirliyordu, nerde ne kadar, nasıl yaşanması gerektiğine o karar veriyordu.
Para neydi? Sorusuna da böylelikle yanıtta veriyordu aslında, kendi kendine konuşuyordu ama o an sanki bir başkası var mış da o soru ondan gelmiş gibi kendi sorduğu sorulara yine kendisi yanıt veriyordu Günçe
..En çok dikkatini çeken şey ise iş yerini açtığından beri, İnsanların, ceplerindeki o bozuk paralardan bir an evvel kurtulmak istemeleriydi..
Neden?
Neden bu paralardan kurtulmak istiyorlardı acaba?
Bozuk para olmadan kâğıt para olur muydu?
Olmazdı, öyle değil mi?
Hem nasılsa bozuk deyip,İnsanlar daha bir çok para harcamak durumunda da kalıyorlardı üstelik.
Bu cümleyi, ya da bu soruyu tam olarak tamamlayamaya bilirim, belki çok iyi önemli bir konuydu ya da ben iyi bir anlatıcı değilim. Kusura bakmayın, bazen kafam çok karışıyor, anlatmak istediklerimi bir düzene sokup anlatamıyorum. Bu durum ben de bazen bir sorun haline dönüşüyor, birçok şeyi sıralıyor, hepsini kafamda tasarlıyorum sıra yazmak, ya da anlatmaya gelince bozuk bir makine gibi her şeyi her yana saçıyorum, tıpkı yukarıda olduğu gibi.
Dedi ve gülümsedi yanında gene kimse yoktu ama olsun, Günçe birisi varmış gibi konuşuyordu kendi kendine anlatıp derdini dile getiriyordu, ne var bunda..
Hayatının büyük bir kısmı köyde, yaylalarda ve mezralarda hayvanların peşinde, çok az bir kısmı evde yemek pişirmek, temizlik yapmakla geçtiği için, birçok şeyi de köy hayatına benzetiyor, her şey çok doğalmış gibi davranıyordu çoğunlukla. Diğer dilimi de uyku da, geri kalan kısmını da kendine ayırdı. Günçe öyle zannediyordu ki, bu saydıklarını çıkardıktan sonra geride ona bir zaman kalmıştı, diye düşündüğü an geriye bir dönüp baktığında ise kendine hiçbir şey kalmamıştı erteledikleri ve keş kelerden başka..
..Düşünüyordu da,çocuklukların da arkadaşlarıyla birlikte oynadıkları oyunlar bile özgürce değildi. Hemen her evin önünde küçük bir avlu, o avlunun hemen kıyısından başlayan çitler, özgürlüklerine vurulan zincirlerdi. Oyun alanları yoktu, daha doğrusu düzlük yoktu. Tek düzlük olan yer ise, köyün en dibi, dere kıyısı ve arabaların geçtiği yol idi. Çok sık olmasa da o dere kenarına inip dere kenarından çakıl taşı toplamak içlerinden en güzellerini seçip, taş oyunu oynamaktı. Yada, eline aldığı o taşları derenin diğer tarafına fırlatıp atmaktı. Olmadı, derenin içerisindeki kaya boşluklarında oluşan o küçük göletlere o taşlardan atıp, halkalar yaratmak, ne kadar da zevkliydi.
Günce tebessüm ediyordu o yılları hatırladıkça..Hiç aklına gelir miydi bir gün büyüyüp, bu yıllara özlem duyacağı, asla..
..Taşları bir kıyıdan öteki kıyıya fırlatmak konusunda hiç becerikli değildi.Gene de taşı eline alır, önce atacağı yeri gözlerini kapatıp kafasının içerisinde şekillendirdikten sonra, o yerle beyni arasında bir bağlantı kurmaya çalışırdı ama gene de o hedefi bir türlü tutturamazdı. Bir türlü istediği o hızı yakalayamazdı. Bazen farkında olmadan o taşı öylesine uzağa atardı ki, o an omzunun yerinden çıktığını zannederdi. Belki de bu gün omzunun ağarması o günlerden kalmıştır, kim bilir..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.