- 1057 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YİRMİ SEKİZ ŞUBAT-KAHRAMAN ASKERLERDEN GELEN UCU YANIK MEKTUPLAR......
28 Şubat süreci Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden biridir.
31 Mart vakasından sonra Müslüman Türk milletine yahudi ve hristiyan azınlığın yaptığı en büyük zulumlerden birisidir.
Haç ile hilalin mücadelesinde kısa bir zaman haçın hilale galebe çalma girişimidir.
Adı Türk adı olan şeklen bizim gibi müslüman görünümlü sabetaist Selanik Dönmesi gizli yahudilerin Kemalist maske takarak giriştikleri azmışlıktır kudurmuşluktur..
Bin yıl sürecek denen süreç aslında şeklen sürmese de ekilen tohumları yeşermiş olarak hayatiyetini devam ettiriyor.
Yüzlerce uygulaması temizlenmesine rağmen birçok alanda mağduriyetler mayınlı araziler gibi ortada duruyor. Deyim yerindeyse temizle temizle bitmiyor.
İşte mağdurlardan bazılarının hikayeleri..
*KAHRAMAN ASB. ORDUDAN ATILDI ÇORAP SATTI..
Fahri Demirel benim yakından arkadaşım olur, çocukluğumuz beraber geçti.
Türk Ordusunda çok başarılı bir assubay olarak tanırım.Sayısız madalya ve çok başarılı bir sicili var.
28 Şubat sürecinde o da BÇG nun fişlemesine bakılarak ordudan uzaklaştırılmış.
Adaleti Savunanlar Derneğinin Denizli temsilciliğini de yapan 51 yaşındaki Demirel,1984 mezun olduğu Jandarma Assubay Okulundan sonra 1998 e kadar askeriyede görev yapar.
Sicili çok temiz ve notları çok yüksek olmasına rağmen,28 Şubat sürecinde Yüksek Askeri Şura tarafından ordudan uzaklaştırılır.
28 Şubat süreci öncesinde kurulan ve Batı Çalışma Grubu adı verilen örgüt tarafından sorumluluk alanı içerisinde görev yaptığı,grubun faaliyetleri içerisinde bulunmadığı için fişlenir.
Toplam 14 yıllık görev süre içerisinde 11 kez tayin görür...Ordan oraya sürülür tabiri caizse..
O günlerde bende dışarda görevde olduğum için takip edemedim.
Çok sıkıntılı günler yaşadıklarını tahmin ediyordum.Bir anda beş parasız kalmak çoluk çocuğuna ekmek parası getirebilmek için mücadele etmek zorundaydı.
O günleri hatırlayanlar çok iyi bilirler ordudan atılanlara kucak açan Refah Partili belediyelere bile soruşturma açılarak oralarda istihdam edilmelerine izin verilmiyordu.
Ne yapacaktı bu kardeşimiz eşin dostun yardımı ile elde olan sermaye ile pazarda bir şeyler satacak gerekirse hamallık yapacak geçimini helal yoldan kazanacaktı.
Onu ordudan uzaklaştıran vicdan yoksunu insanların çok umurundaydı sanki o ne yapar ne yer ne içerdi.
Assubay olarak görev yaptığı ordudan 1998 yılında atılan 28 Şubat mağduru Fahri Demirel,eşiyle birlikte ördüğü çorapları satarak geçimini sağladığı zor günlerin ardından,şimdilerde yeniden memuriyet görevi verilen müftülükte araştırmacı olarak kariyerine devam ediyor.
İLK ÖNCE İHTAR MEKTUBU ARDINDAN ORDUDAN UZAKLAŞTIRMA..
Aşağıda 28 Şubat sürecinde YAŞ kararlarıyla ordudan atılan yüzlerce askerden birisi olan Yüzbaşı Ç.K.’nın tugay komutanından aldığı "ihtar mektubu"nu okuyacaksınız.
Faşist baskının gerektirdiği "söyleme mecburiyeti"nin ağırlığı o kadar açık ki "söylem analizi"ne bile gerek bırakmıyor:
"Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Atatürk’ün 57. ölüm yıldönümü nedeniyle As. garnizonda yapılan Atatürk’ü anma toplantısına eşinizin katılmadığı belirlenmiştir. Eşinizin bu hareketi T.C. Anayasası’nın başlangıç ve genel esaslar bölümünde belirtilen "Cumhuriyet’in niteliklerine karşı gösterilen açık tepkidir.
Eşinizin bu tutum ve davranışına mani olmanız, TSK’nın bir mensubu olarak Atatürk ilke ve inkılaplarına karşı olan kişilerle (eşiniz dahi olsa) fikir birliği içinde bulunduğunuz şeklinde algılanabilir. Bu davranışta bulunan TSK’nın herhangi bir mensubunun eşinin Atatürk’ü anma toplantısına katılmamak için ölüm dışındaki bir mazeretini kabul etmek mümkün değildir.
Eşinizin bu hareketi tüm (...) tugay personeli tarafından infialle karşılanmıştır. Eşinizin bu davranışı, kendisinin Türkiye Cumhuriyeti’ne, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yolunda yeterli duyguya sahip olmadığını göstermektedir.
Her şeyimizi borçlu olduğumuz Atatürk’ün aziz hatırasına gösterilmesi gereken saygının eşinizde yokluğu, gelecekte Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki görevlerinizde menfi bir etken olacaktır. Hizmetinizin değerlendirilmesinde olumsuz etki yaratması muhtemeldir."
Kaynak: Emekli Askerî Hâkim Yusuf Çağlayan, "Orduda ve Yargıda Darbeci Kuşatma, Nesil Yayınları, 2011.
KURMAY OLACAK JANDARMA ALBAY ORDUDAN UZAKLAŞTIRILDI..
Bir Kurmay albaydan dinlemiştim.Onuda yıllar evvel ordudan uzaklaştırmışlardı.
Hikayesi aklımda kaldığına göre şu şekilde gelişiyor.
Doğuda jandarma Kurmay albaylık seviyesine gelmiş bu arkadaş.
O Doğuda PKK ile dağda ovada mücadele ederken bunun komutanı generalin emirassubayı Ankarada izin esnasında bir çarşıda bir konuşmaya kulak müsafiri oluyor.
İçeri giren bir müsafir bir galeride arabalara göz atarken benimde bir kurmay albay olacak arkadaşım var diyor.
Bunu duyan ve içeri girenin dindar biri olduğuna inanan bu assubay durumu üst generale söylüyor.Önce izleme ardından dinleme ile siciline dinci ikinci yıl filan cemaatci yazılıyor.
Ardından üçüncü yılda terfi ettirilmiyor ve ordudan uzaklaştırılıyor.
Bunu yapan kişinin adı bende gizli birkaç sene sonra onunda emekli olup Ankarada bir galeri açtığını PKK militanlarının onu işyerinde kafasına kurşun sıkarak öldürdüklerini biliyorum.
Olayları unutmam ve yakından takip ederim..
Bu hatırada benden..
Askerden geldikten sonra 1994 eylülünde bir çay bahçesinde konuştuğumuz Gölcük Donanma Komutanlığında vazifeli assubay arkadaşlar Hocam dua edin.Çok baskı var,namazları tuvalette kapıyı arkadan kilitleyerek gemide kılıyoruz.
Göz açtırmıyorlar .Doğuda PKK ile dağlardaki mücadele biterse hemen ordu içindeki inanan müslümanları çıkartma ayıklama işine girişecekler diyorlardı.
Yıl 1994 idi bundan üç yıl sonra o günlerde geldi.
Ordu içine çöreklenmiş komunist-ateist-dönme taifesi inanan askerlerin tasfiyesi işine giriştiler.
Nasıl mı yaptılar?
Dinleyerek fişleyerek ardına adam takarak yaptılar.
Ben Kırıkkale’de en üst makamda askeri komutanım.Askerlerin eşli olarak akşam yapılacak baloya gelmelerini istiyorum.
Telefonları dinliyorum.Gelenleri fişleyen bir subayın eline fotoğraf makinesi veriyorum.
Şimdi kamera var.Kim içki içti kim içmedi kimin hanımı açıktı kimin ki kapalı.Kim eşi kapalı olduğu için getirmedi onu yazıyorum.
Ardından savunma alma,izleme dinleme peşine ajan takmalar..
İlla bir açık veriyor kim olduğu anlaşılıyor..
Sonra da belgeleyip yukarıya sicil veriyorum.Şu inançlı şu Atatürkçü,şu inançsız ,şu ülkücü,şu milli görüşcü yazıyorum.
Sonra o yazın yapılan 30 ağustosta rütbe alamıyor.
Bu kadar basit.Önce dinci sonra şucu sonrada rejim düşmanı dediniz mi mümkün değil ağzıyla kuş tutsa yükselemez..
Bu işler böyle dönüyor.
***
Ahmet Kabaklı merhum 22.03.1995 yılında Tercüman Gazetesindeki Gün Işığında adlı köşesinde Vicdanları sarsacak mektuplar adıyla bir dizi Ordu mensuplarından gelen mektupları yazdı.
Bunlardan biri de Ordu ve adalet adını taşıyordu.İşte o mektuptan önemli kısımları aşağıda paylaşıyorum.Takdir sizin.Henüz 28 Şubat yaşanmamıştı o günlerde ama hazırlıklar tamamdı.
Ordu inanan müslüman askerlerin üzerine gitmek için bir bahane bir kıvılcım arıyordu.
Hanımefendi mühendis,eşi subay.Kocası haksız yere 7 defa tayin görüyor.
’ Sayın Ahmet Kabaklı Bey,
Başlangıçta ailemize yönelik olan kasıt iyice büyüdü ve son yıllarda toplumun inançlı kesimini içine aldı.
Sizin bu konuya değineceğinizi inanıyorum bu nedenle size yazdım.
Ben Balıkesir Milli Eğitim Müdürlüğünde inşaat mühendisi olarak çalışıyorum.Eşim ordudonatımcı kıdemli binbaşıdır.Üç yıllık Balıkesirdeki vazifeden sonra Gaziantepe tayin edildi.
Konunun özünü teşkil eden durum eşimin görüşlerinden fikirlerinden dolayı sık sık tayin edilmesidir.
Bu durum beni ve biri Anadolu Lisesinde ve orta okulda okuyan çocuklarımızın eğitimini etkilemektedir.
18 senelik evliliğimizde 7 defa tayin görmemiz kasıtların en bariz delilidir.
Eşimin sık sık tayin görmesine neden olan fikirler ise PKK lı olmaktan çok daha kötü karşılanan milliyetçiliğidir.
Sizinde malumunuzdur Ordu içinde milliyetçi ve inançlı insanlara yer yok.
Özellikle son yıllarda onlar ordudan atılarak temizlik yapılmaktadır.
Subaylığı meslek olarak seçiyorsunuz.Bazı yöneticilere göre inancınızı terketmek zorundasınız.
Aksi takdirde sınavı mülakatı kazansanız bile elenmek durumunda kalırsınız.
Sanırsınız ki ordumuzdaki subaylık sınıfı dinsizlerden oluşuyor görüntüsü verilmek isteniyor.
Hangi ülkede böyle bir durum var?
Dini vakıf ve yurtlarda kaldığı tesbit edilen çocuklar askeri okul sınavında en baştan eleniyorlar.
Halbuki ordumuza en önce bunların alınması gerekmez mi?
Size bu sene Balıkesir Assubay Hazırlama Okulu sınavında sorulan sorulardan örnekler vereyim.
Gençlere namaz kılıp kılmadıkları,annelerinin kız kardeşlerinin başörtülü olup olmadıkları ilerde eşlerinin başını örtüp örtmeyecekleri bu mülakatta sorulan sorulardan bazılarıdır.
(Başka yerlerde bir dereden geçirildiklerini paçayı sıyırmalarına dikkatlice bakıldığını,kollarındaki kılların yönüne baklarak abdest alıp almadıklarının kontrol edildiğini,en iğrenci de annenle birisini yatak odasında görsen tepkin ne olur sorusunun sorulduğunu o günlerde sağdan soldan veya basından okumuştum.Terbiyesizliğin geldiği noktaya bakar mısınız.)
Üzüldüğüm nokta şu ki bu davranışalara maruz kalan hiç bir velinin bu olan bitene bir tepki vermemeleridir.
Bizimle aynı anda dini faaliyetlerde buklunuyor diye çok sayıda tayin gören arkadaşlarımız da oldu.Bir arkadaşı da ramazanda teravih namazı kıldırıyor diye tayin ettiler.
Bizim tayin görmemizin sebebi de Atatürkçü olmamamız imiş.Gerekçeyi oluşturan durumu anlatayım.
Eşimin devre arkadaşlarıyla gittiğimiz bir gece oturmasında arkadaşlardan bir kısmı o günlerde Refah Partili Belediye Başkanlarının seçilmesi konusunda ileri geri konuştular.
Ben de Demokrasi var halkımız seçer gelirler dedim.
Konu Atatürke ve onun eleştirilemeyeceğine geldi.Bunu söyleyenler Kuranın ve Hz.Muhammedin de eleştirilebileceğini söyleyince benim sabrım taştı.
Hz.Muhammedle Atatürkün bir olamayacağını söyledim.Eve gelince eşim haklı olmama rtağmen bana kızdı.
Çünki neticeyi tahmin ediyordu.O yaz sürgün edildik.
Hocam meydanı onlara bırakmak istemiyorum,sonuna kadar mücadelemi sürdüreceğim.
Amaçları eşimi yıldırıp ordudan ayrılmasını sağlamak.
Gerçi emekliliğini kazandı hak etti ama pes etmek yok.
Ailemiz bölündüğü halde yılmayacağım.PKK yanlısı o zatlar ve yandaşları yok oluncaya kadar uğraşacağım.
Değerli büyüğüm eşime zarar gelmemesi için mücadeleyi ben sürdürüyorum.Rahatsız ettiğim için affınızı diler saygılar sunarım.’
***
Yüzbaşı M.N.K. on üç yıl görev yaptığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda 20 takdirname almış başarılı bir yüzbaşıydı.
1995 yılında çalıştığı Komutanlık ondan, eşi ve 11 yaş üstü çocuklarının fotoğraflarını istedi.
Eşi evlendiklerinden beri başörtülüydü. Fotoğrafları verdi.
Birlik Komutanı Topçu Albay Ö.Y. onu yanına çağırdı. Eşinin başörtülü fotoğrafı için “yukarıdan çok baskı var” diyerek uyarıldı. İrticacı olmadığını, eşinin hayatına karışamayacağını söyledi.
Sanki bir ceza olarak Atatürkçülük ve kadın hakları konusunda bir konferans vermekle görevlendirildi. Konferansı verdi.
1998 yılında tayinin çıktığı Erzurum’da dikkat çekmemek için lojmanda oturmayıp kirada kaldılar. Sözlü uyarılar birbirini izledi.
5 Mayıs 2000 günü bağlı olduğu Garnizon Komutanı Albay F.T.’den ilk yazılı uyarı eline ulaştı:
“Bugüne kadar Garnizon içerisinde Sb ve Assb’lar arasında eşli olarak yapılan sosyal amaçlı toplantılara, eşinizin kapalı ve TSK ilkeleri ile bağdaşmayan bir giyim tarzını benimsemesi nedeni ile katılmadığınız tespit edilmiştir.
Ayrıca sıralı komutanlıklarca yapılan uyarılara rağmen ısrarlı tutumunuzu sürdürmekte olduğunuz ve yine sadece bu nedenle lojmanda oturmayıp, dışarıda ev kiraladığınız gözlenmektedir.
17 Mart 2000 günü saat 08.00’de Garnizon askeri gazinosunda Kor. K., Tuğ. K. Ve garnizondaki tüm subay ve astsubaylar ile eşlerinin birlikte katılacakları Kurban Bayramı bayramlaşma toplantısına, TSK mensuplarının belirlediği ilkelere ve çağdaş görünüme uygun olarak eşinizle birlikte katılmanızı rica ederiz.”
Yüzbaşı M.N.K davete katılmadı. İkini uyarı yazısı gecikmedi:
“Sizinle özel konuşmamda da belirttiğim gibi tutum ve davranışlarınız, eşinizle birlikte sosyal ilişkilerinizi TSK’nın benimsediği laiklik anlayışına uymamaktadır...
Garnizon komutanlığınca özel olarak emir verilmesine rağmen eşinizle birlikte ailelerle yapılan bayramlaşmaya dahi katılmadınız. Sizi bu tutum ve davranışlarınızı düzeltmeniz için son defa uyarıyorum.”
Gerçekten de son uyarı oldu bu. Yüzbaşı M.N.K, o yıl yapılan Yüksek Askerî Şûra toplantısında “disiplinsizlik” nedeniyle ordudan atıldı.
Ordudan atıldıktan sonra seyyar kaşar peyniri dahi satarak ailesini geçindirmeye çalıştı.
1.5 yıl sonra mezun olduğu Kara Harp Okulu Saymanlık Müdürlüğü’nden bir yazı adresine ulaştı:
“TSK emrinde görevli personel iken... tarihinde re’sen emekliliğe sevk edilmenizden dolayı adınıza faiz hariç 20.591.120.000 TL öğrenim gideri borcu tahakkuk etmiştir.”
***
Binbaşı M.Y.A., 15 yıl başarıyla TSK’da hizmet vermiş bir albaydı. 1995 yılında bağlı olduğu komutanından bir yazı aldı:
“Şeker Bayramı’nın üçüncü günü (5 Mart 1995) bayram ziyaretinde bulunmak üzere taburumuz personelinden Tnk. Astsb. M.G.’nin evine ziyarete geldiğimde, sizi salonda otururken gördüm ve bayramlaştık.
Ancak eşinizin arka odalardan birinde hanımlarla birlikte oturduğunu eşimden öğrendim. Evinizde ve ziyaret için gittiğiniz yerlerde haremlik/selamlık oturmayı bir yaşam tarzı olarak benimsediğinizi görmüş bulunuyorum.
Neden Astsb. M.G.’nin evinde haremlik/selamlık bir oturma tarzını benimsemiştiniz.? Bu husustaki düşüncelerinizi 21 Mart 1995 günü saat 17.00’a kadar açıklamanızı rica ediyorum.”
Komutanı Binbaşı’nın açıklamasından tatmin olmadı. Binbaşı iki yıl sonra ordudan atıldı.
F.M., 15 yıl boyunca görev yaptığı orduda 10 takdirnamesi olan bir astsubaydı. 11 Haziran 1999 tarihinde Tümgeneral A.K.’den bir talimat aldı:
“Lojmanlardan istifade eden personelin ve ailelerinin çağdaş kıyafetli olması, tesettür ve türban kullanmaması gerekmektedir. Yapılan inceleme neticesinde eşinizin yönerge esaslarına uygun hareket etmediği tespit edildiğinden, hâlihazırda oturduğunuz lojmanı derhal boşaltmanızı rica ederim.”
Astsubay F.M. derhal lojmanı boşalttı. Dışarıdan bir ev kiralayıp taşındılar. 1.5 ay sonra 1999 Şûra’sında ordudan ihraç edildi.
***
Ş.A. 1978 yılında girdiği orduda 28 takdirname almış, kendi buluşu olan coğrafi koordinat okuma cetveliyle kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından ödüllendirilmişti.
Binbaşı olarak Tendürek Dağı’nda operasyonlara katıldığı sırada bir yazı aldı:
“Yapılan kontrollerde eşinizin gerek lojmanlar bölgesine girişte, gerekse bölge içerisinde çağdaş kıyafetlerle dolaşmadığı tespit edilmiştir. Konunun tekrarında hakkınızda konut yönergesine göre işlem yapılacaktır.”
Görev yaptığı yer güvenlik olarak sorunluydu. Ailesini lojmandan şehre taşıması güvenlikli değildi. Uyarıyı dikkate almadı. Bir uyarı daha geldi:
“Binbaşı Ş.A.’ya yapılan ikaza rağmen on beş günlük sürede herhangi bir düzelme görülmemiştir. Adı geçen personelin eşinin yapılan kontrollerde gerek lojmanla bölgesine girişte ve gerekse bölge içerisinde hâlen çağdaş olmayan kıyafetle dolaştığı tespit edilmiştir.
Binbaşı Ş.A.’ya bu emrin tebliğini müteakip yedi günlük ek süre verilmiştir. Bu süre sonunda yönerge doğrultusunda hareket etmediği takdirde kendisine tahsis edilen konuttan çıkarılacaktır.
” Yazısı uyarılardaki amaç konuttan çıkarmaktan çok disiplinsizlik sicilini doldurmaktı.
Zaten 1998 Şûrası’nda ordudan “disiplinsizlik” nedeniyle atıldı. (Kaynak: Darbeci Kuşatma/ Emekli Askerî Hakim Yusuf Çağlayan/Nesil Yayınları)
***
A.T. 1964 yılında Kara Harp Okulu’na girmişti. Özel Harp Dairesi Başkanlığı Lojistik ve Harekât Şube Müdürlüğü de dahil pek çok kritik görevde bulundu.
1991’de Tuğgeneralliğe terfi ettirildi. 1992’de Kartal’daki 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı’na getirildi. Üç yıl bu görevi yürüttü. 1995 yılında Levent Camii’ne bir şehit cenazesi gelmişti:
“1995 yılının baharındaydı. Levent Camiinde namazı kılınacak bir şehidimiz vardı. Cenazesine katılmıştım. Vakit namazımı camide cemaatle kılmıştım.
Namazdan çıkarken cemaat ortada yol açarak ve iki taraftaki insanlar bana dönerek caminin ortasından beni camiden, namazımı tebrik ederek ve sevgi tezahürü ile uğurladı.
Cami avlusuna çıktığımda, askerî zevat, generaller, üst rütbeli subaylar, subaylar ve astsubaylar kalabalık bir şekilde, cenaze töreni için tertiplenmişti.
Camiye benden başka girebilen olmamıştı. Cenaze namazını da benden başka kılabilen olmamıştı. Cenaze namazı kılınırken askerî zevat, caminin dışında cemaatin uzağında safta bekliyordu.
Cenaze namazı bittikten sonra, şehit cenazesi konulacağı top arabasına götürülürken ben de cenazeyi takiben törendeki yerimi almak üzere yürüyordum.
Yanıma devre arkadaşım olan Beşiktaş İnzibat Subayı Albay yaklaştı ve ’Paşam, resmî elbise ile namaza durmasan iyi olur’ dedi. Ben de bunun bir mahzuru olduğunu zannetmiyorum şeklinde bir şeyler söyleyince, ’Ordu komutanımızın ikazıdır bu’ dedi.
Ben de ’Ordu Komutanının inançla ilgili meselelere karışmaması gerekir’ diyerek yanından ayrıldım...
Aradan birkaç hafta geçti. Gençliğimizde aynı birlikte görev yaptığımız, o sırada da Ordu Kurmay Başkanı olan Tümg. Aydın Şen Tugay’da benim ziyaretime geldi.
Kısa hatır sormanın arkasından ’Paşa, sen cenaze namazlarında cemaate katılıyorsun. Ordu Komutanımız bunu mahzurlu görüyor. Fotoğraflanıp basına intikal ederse iyi olmaz.
Biz camiye cenaze töreni için gidiyoruz. O da cenaze namazlarına katılmasa iyi olur diyor’ dedi. Bu iki ikaz beni şaşırtmıştı. Cenazeye gidip de namazlarımı kılmadığım zaman, samimi olarak huzursuz oluyordum.
İlk ikazdan sonra, biraz geç gideyim. Namazlar kılınmış olsun, ben de törene iştirak ederim diye düşündüm ve bir sefer uyguladım. Ama, bu hareketi kendime izah edemedim.
Uykularım kaçtı. Dinî vecibelerim mi, yoksa terfi tefeyyüz mü önde olacaktı?
Bunu kendi içimde çözmem gerekti ve dinî vecibelerimden taviz veremeyeceğim sonucuna varmıştım. Aydın Paşa da, Ordu Komutanının mesajını tekrar getirince, kendisine ’Komutanım ben böyle bir generalim.
Benim gibi bir insan bu Orduya lazımsa buradayım. Lazım değilsem bildikleri gibi yapsınlar’ cevabını verdim...”
Tuğgeneral hakkında dosyaların tutulmaya başladığından habersizdi. Görev yaptığı tugayın camisine de el atmıştı:
“Tugayda üç sene kaldım. Camiye bazı hizmetler nasip oldu. İçinin tefrişinin yanı sıra, avlusunun zeminini mermer, çevresine duvar, abdest bozmak ve almak için şadırvan ve caminin nişanı olarak da bir minare yaptırmak kısmet olmuştu.
Görev sürem içinde, camide göreceğim personel hakkında farklı davranırım endişesi ile kışla camiinde personelimle birlikte namaz kılmadım.
Cuma namazlarımı, kışla dışındaki bir camide kılmaya gayret ettim. Kışla camimizin devamlı görevli imamı, askere gelmeden önce de bu görevi ifa etmiş bir askerdi. Ancak Tugayda ilâhiyat mezunu yedek subaylar vardı.
İçlerinden birini cuma günleri hutbeyi okuması ve namazı kıldırması için görevlendirmiştim. Cuma hutbelerini birkaç gün önceden mutlaka görürdüm.
Konularının askerlik hizmetlerinin daha iyi yapılmasını teşvik edecek şekilde belirlenmesine özen gösterirdim. Kuvvet Komutanı tarafından tenkit edilen konulardan biri buydu. Cami, gündüz sürekli açık bulunduruluyordu.
Görevden fırsat bulduğu anlarda isteyenin namazlarını camide kılabilmesi amaçlanmıştı. Bu da hoş görülmemişti. Camide de Kur’an-ı kerîm dışında, tefsirler, hadis kitapları ve ilmihaller vardı.
Dini kitapların camide bulunmasında da bir sakınca görmemiştik.”
1995 Haziran ayında bizzat tugayı denetleyen Kara Kuvvetleri Komutanı’ndan cami ile ilgili ilk uyarıları almıştı.
Başını yakan ise bir fotoğraf karesi olacaktı. Tatbikat zamanıydı. Orduda büyük tatbikatlara çıkılırken tugaylarda kurban kesmek bir âdetti. Ama:
“Ben sadece farklı olarak ilgim nedeniyle kurbanı kendim kesmiştim. Tugay’daki caminin asker imamını da dua yapması için çağırmıştım. O da dinî kıyafetini giyip gelmiş. O kıyafet de kıyafet kararnamesinde imamın kıyafetidir, kararnameye aykırı değildir. Buna aşırı faaliyet demişler.”
1995 YAŞ’ında irtica nedeniyle ordudan atılan 44 subaydan 20’si onun karargâhındandı. “Aşırı faaliyetleri” tespit edilen Tuğgeneral de kendisi için pasif sayılacak bir göreve, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sağlık Daire Başkanlığı’na atanmıştı. Bir yıl sonra 1996 YAŞ’ında da kadrosuzluktan emekliğe sevk edildi.
Emekli olduktan sonra ordudan irtica nedeniyle atılmış subay arkadaşlarıyla ASDER, Adaleti Savunanlar Derneği’ni kurdu.
Sonra bir gün ordunun bu “aşırılıkları”na karşı bir dinî cemaat başka bir cemaat eşlerinin başı açık olan, tuvalette abdest alıp, gözleriyle namaz kılan, bir fetvayla içki içen, eşleriyle çağrıldıkları balolarda vals yapan, bağıra çağıra 10. Yıl Marşı’nı söyleyen, herkesten en Atatürkçü, en ilerici, en çağdaş, bu yüzden YAŞ’larda adları irtica listelerine girmek şöyle dursun, muhtemelen o irtica listelerini de hazırlayan subaylar, tuğgeneral oldular, korgeneral oldular, ordunun bu laik aşırılıklarını böylece aşıp aşıp, bekledikleri güne ulaştılar.
Okyanusun ötesindeki hocaları düğmelerine basıp, "abileri" talimatı getirince darbe yapmaya kalktılar.
O darbeyi yıllarca ordudan irticacı diye subayların atılmasının altına şerh koymuş Cumhurbaşkanı’nın öncülüğünde bir halk tekbirlerle ve camilerden okunan salalarla durdurdu.
Ordudan sarıklı hocanın duaları eşliğinde kurban kestiği için emekliye sevk edilen tuğgeneral beyaz sakalları ve beresiyle artık 72 yaşındaydı.
Sonra Cumhurbaşkanı, o ak sakallı tuğgenerali başdanışmanı yaptı.
Aslında bu darbenin de kısa hikâyesiydi…
Ağaçtan düşen elmaların herkesin başına düştüğü, gerçek olmayacak kadar tuhaf ama ibretlik bir hikâye...
21.08.2016//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.