- 1658 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ÇAYIR BİÇİYOM ÇAYIR
Maçkalı bir halk müziği sanatçısı vardı, Erkan Ocaklı. Çok güzel bağlama çalar, özellikle Karadeniz Bölgesi türkülerini başarıyla okurdu. Ocaklı’nın şu türküsü anlatacağım öyküye uyarlanmış adeta.
“Çayır biçiyom çayır,
Yanıyom cayır cayır,
O kırmızı yanaktan,
O kiraz dudaklardan
Benim payımı ayır.”
Karadeniz Bölgesi’nin en kuzey doğu yörelerindeyiz. Şimdiki Gürcistan’a sınır köylerimizde. Kırık arazilere kurulmuş köyler ormanlıklar arasında. Yer yer düzlükler, güzel çayır ve tarlalarla kaplı. Külebi’nin dediği gibi:”Ama uzak, ama şirin, ama garipsi” köyler. Bin dokuz yüz elliler, altmışlar ve yetmişli yıllarda yaşanan çayır biçmeler anlatılacak öykümüzde daha çok.
Köylerimiz beş yüz metre rakımlı alanlar ile bir dokuz yüz metre yüksekliklere kurulu. Beş yüz metrelik köylerde kirazlar al al olurken dağ köylerinde ağaçlar ancak çiçeğe bezenir. Önce kirazlar olgunlaşır. Kızlarımız dudaklarının rengini kirazlardan alır. Yüksek dağ köylerinde temiz havanın etkisinden olacak kırmızı yanaklı, kiraz dudaklıdır kızlarımız. İlk gençlik yıllarını yaşayan kızlı erkekli gençlerin karşılıklı sohbetler etmesi, şakalaşmasına daha yıllar var. Ancak uzaktan uzağa karşılıklı anlamlı bakışlarla ilanı aşklar mümkündü o zamanlar.
Köy demek iş demektir. Eli iş tutan güneşin doğması ile geç saatlere kadar çalışır. Yüksek köylerde ancak mayıs ortalarında güneşin sıcaklığı hissedilir. Yağış şekillerinin hepsi yaşanır, mart, nisan aylarında. Haziran ayında kar yağdığını bilirim. O kar, topraktan azıcık boy uzatan mısırları üşütmüş, o yıl mısır hasadı yapılamamıştı. Güzel yurdumun romantik nisan yağmurları mayıs sonu ve haziran içinde yağar bölgemizde. Hele yeterli yağmurların yağması çayırları coşturur. Kısa sürede bin bir çiçeğe bürünür çayırlar. Yeşil otlar boy atar. Köylülerin yüzü güler yemyeşil çayırlarda otların yeterli bir biçimde büyümesinden. Bazı yıllarda yaz başları kurak geçer. Günlerce kurt-kuş, börtü-böcek yağmura hasret kalır.
Köylüler hoca nezaretinde yağmur duasına çıkar. Hocanın dua cümlelerini bitirirken halk avuçları yere doğru, parmaklarını titreterek yağmur yağışını taklit ederler. Genelde kuraklık fazla yaşanmaz. Kara Denizden kalkan nemli bulutlar dağları aştığında kesin kes yağmurla beraber ufukları kaplar. Kış mevsiminde bol kar yağması yaz mevsiminde çayırlarda otların gür tarlalarda buğdayların verimli olacağına delalettir. Yıllarını köylerde geçirmiş büyüklerimiz bu yargıya yıllar içinde yaşayarak varmışlardı.
Birazda doğadan ormanlardan anlatalım. Ormanlar her mevsimde yemyeşil çünkü iğne yapraklılarla kaplı. Köylerin yanı başlarında, vadilerin, dağların yamaçları çamlar, ladinler, köknar ağaçları bir yorgan gibi sarıp sarmalamış. Evliya Çelebi ünlü Seyahatnamesinde Bolu ormanlarının gür ve geniş olduğundan bahseder. Doğu Karadeniz’in Şavşat ilçesi köylerindeki ormanlar Bolu ormanlarından daha gür ve daha ulu ağaçlarla kaplı. Çapları bir metreden daha kalın sarı çamlar, boyunun uzunluğunu görmeye kalksan şapkan yere düşer göğe direk ladin ağaçlarının yerden metrelerce yüksekliklere uzamış boylarını gözlemek için. Ormanların içi serindir, temiz havayla adeta oksijen çadırıdır. Her cins kuşları barındıran ormanların en güçlü kuşları kartal ve akbabalardır. Akbabalar ladin ağaçlarının doruklarında yuvalarını kurarlar. Bulutlara yakın geniş halkalardan oluşan bir yörüngede uçarak aşağıları gözlemlerler.
Mayıs ayında yaylacılık başlar. Koyunu-keçisi, kazı-tavuğunu ile tüm köy halkı bil fiil yaylalardadır. Vadilerdeki otlaklar koyun ve sığır sürülerini bekliyordur. Bu arada köylerde çapa işi başlar, mısırlar, fasulye ve patatesler çapalanmak ister. Gelini-kızı, erkeği-kadını uzun ve yorucu çapalama uğraşına başlarlar. Yağmurun sık sık yağması mısır tarlalarının ota bürünmesine neden olur. Yardımlaşma içinde, akraba ve komşular birlikte yaparlar çapalama işini.
Nihayet, yukarı yayla denen üst yaylaya yollanır millet. Dağların düzlüklerine kurulu ahşap evlerden kurulu yaylalar şenlenir. Hava genelde güzel olur yaylacılık zamanlarında. Genç kızlar, kadınlar allı pullu elbiseleriyle, delikanlılar en şık elbiseleriyle yayla yollarında, çeşme başlarında hani ben de buradayım gibisinden boy gösterirler. Yukarı yaylanın güzelliği ancak on gün yaşanır. Özellikle büyük köyler adına pancarcı denen üç gün süreli eğlenirler yayla düzlüklerinde. Yörenin en iyi çalan davul-zurnacıları davet edilir pancarcı eğlencesine. Kadınlar düzlüklerin bir tarafına, erkekler biraz daha ötelerde bir arada eğlenirler. Çalgıcılar sıra ile erkeklere ve kadınlara çalarlar. Bu üç günlük eğlencenin bir gününde karakucak güreşi tertiplenir. Genç erkeklere küçükte büyüğe doğru güreş tutturulur. Tüm bu eğlenceler gayet hoşgörü içinde yapılır. En ufak bir taşkınlık yaşanmaz, büyükler örnek davranışları ve sohbetleriyle gençlere örnek olurlar. Gençler de büyüklere hep saygı duyarlar. Gençlerin büyüklerin yanında sıgara içme, hoşa gitmeyen şakalar yapması mümkün değildi.
Pancarcı demişken, dağların yücelerinde büyüyen pancar diye adlandırdığımız bir bitkimiz var. Çiğ çiğ bile yenebilecek bir hoş bir şifalı bitki. Ispanak yapraklarından daha dar ve uzun yaprakları olan pancardan süt ile çorbası yapılır. Tadına doyum olmaz pancar çorbasının. Büyük nine ve dedelerimiz anlatırlar. Eski yıllarda ünlü Lokman Hekim’in Artvin köylerine yolu düşmüş. Köylerimizde kızılcık meyvesini, yaylalarımızda da pancar bitkisini görmüş ve tatmış ünlü hekim. “Bu yerlerde bu nimetlerle beslenen halka hastalıklar yaklaşamaz, bana ihtiyaç olmaz demiş.” bölgemizden ayrılmış.
Olgunlaşınca morlaşan kızılcıklar, al yanaklı kızlar gibi al renkli kirazları ve tadına doyum olmayan dutları yemek güzel. Şimdi iş zamanı. Çayırları biçme zamanı. Yaylalarda genelde yaşlı nineler birde çobanlar kalır. Eli silah tutan kadın ve erkekleri bekler yavaş yavaş yeşilliğini kaybetmeye başlayan çayırlar. Tırmık ve dirgenler kadınların, tırpan, örs ve çekiçler de erkeklerin silahlarıdır.
Tan yerinin aklaşmaya başlamasıyla erkekler çayırlarının başındadır. Önce tırpanlar dövülür, ağızları keskin hale getirilir. Ondan sonra bileğe kuvvet, tırpanını masatla iyice bileyen başlar biçmeye. Baba-oğul yada oğullar sıcak güneş altında akşama kadar kısa molalarla biçmeye devam ederler. Biçilen otlardan hoş bir koku yayılır etrafa. Kollar yorulur, hele biçim işinin ilk günlerinde yorgunluk kendini iyice hissettir. Neyse akşamları içilen çaylarla yorgunluklar az da olsa giderilir. Büyük çayırlar biçilirken gençler bir araya gelir birlikte biçilir geniş çayırlar. Hep bir arada arka arkaya tırpan sallamalar, kesilen otlardan çıkan hart-hırt sesleri ilginç bir hava yayar çevreye. Bir arada önle yemeği, su molaları, şaka şenlik içinde çayır biçme eylemi gerçekleştirilir. Kadınlar biçilen otları havalandırılarak erken kurusun, bir an önce yığılsın çabası içine girerler. Çayır biçmede en şanssız durum aniden gök yüzünü kara bulutların kaplaması olur. Bulutların arkasından yağmur yağması milletin neşesini kaçırır. Hele biçilen çayırlar fazla ise ve de hava erken açmazsa o otlardan hayır beklenmez. Herkesin ortak duası aman biçim günlerinde havalar güneşli geçmesini istemek olur.
İş döneminde köydeki herkes seferberdir. Yüksek bürokrattır, hakimdir-savcıdır, öğretmendir, amirdir-memurdur herkes çalışır. Bayanlar ev kadını olsun, memur olsun onlar da çalışırlar. İşe geç kalanlar alay konusu yapılır. “Bol paça pantolon giydiniz de büyük adam mı oldunuz.” Gibi sözlerle işe geç gidenler hafif yollu eleştirilir. Büyüklerin bu eleştirilerine kimse ses çıkarmaz.
Radyodan en çok hava raporu dinlenir yaz günlerinde. Yağmur ve güneşli günlere göre işlerin görülmesine çalışılır.
Çayırların biçilmesi, otların bir araya yığılmasıyla iş bitmez haliyle. Sıra otların taşınmasına gelir. Yayla otlaklarında oldukça sevimsizleşen ve güç toplayan öküzler köylere getirilir. Kağnı arabaları hazırlanır. Bu kez kağnılar Külebi’nin şiirindeki gibi kavun değil çayırlardan ot taşır merek diye adlandırılan samanlıklara. Bu işlerde kolay bir şey değildir. Otları düzgünce kağnılara yüklemek sıkı bir biçimde ip sıkmak hep beceri ve güç ister. Tüm bu çayır biçme, ot taşıma işleri yaz boyu devam eder. Yüksek yerlerin çayırları geç biçilir. Buğday ve arpa biçmelerine denk gelir. O zaman işler daha da katmerlenir,artar.
Köylerimizde çiftçilik, hayvancılık faaliyetleri bir yaşam biçimiydi,herkesi çalışmaya sevk eden mutlu bir yaşam biçimi. Kimse işten, çalışmadan gocunmaz seve seve iş yapmanın, ülke ve aile yaşamına katkıda bulunmanın hazzını yaşardı. Bin dokuz yüz seksenlere kadar köylerimizde toprakla güreşir gibi çalışmalar sürüp gitti. Halkımız kendi geçimini bilek gücüyle sağladı. Dışarıdan sadece üç madde alındı. Gaz, tuz ve şeker.
Yirmi birinci yüzyılı yaşıyoruz. Ülkede yaşanan iç göç köylerimizi çok fena yakaladı. Memur takımı batı kentlerine, işçi olanlarda haliyle yine kentlere taşındı. Köy adeta ölü köy oldu. Yaylalarda kaval sesleri, koyunların çıngırakları duyulmaz oldu. Tarlalar ekilmiyor, köyde çok az kalan gençlerde traktörlerle biçiyorlar çayırları. Nedense önceki bereket kalmadı ne çayırlarda, ne bağ ne bahçelerde. Şimdilerde herkes ağa oldu. Ekmekler köy bakkalından alınıyor.
Yıllar geçiyor değişmeler olacak. Lakin ülkede yaşanan aşırı israf ve güzel adetlerin yozlaşması maalesef köylerimizde de yaşanıyor. Ulusları ayakta tutan yazısız kanun gibi uygulanan güzel adetler, hoş gelenekler yıllarca yaşasın barış ve huzur ortamı devam etsin dedelerimizin, babalarımızın yaşadığı yıllardaki gibi. Düğün-dernekler gösterişten uzak kutlansın. Ulusal ve dini bayramların güzelliği ve önemi hiç kaybolmasın. Ufuklarımızda yükselen güneşin ışıkları altında gök kubbemiz altında kuş sesleri barış türküleri yankılansın. Ortak dilek bu şimdi düşünen beyinlerin ortak dileği...
YORUMLAR
emeğinize sağılık gerçekten çok keyifli bir çalışma olmuş .. çocukluk dönemlerimde yaşadığım güzel anılarım canlandı yazdan yaza gittiğimiz kırsal da çok çayır .çimen gezdiğimiz olmuştur Dedemlerin bağ ve bahçe bozum zamanı çok keyifli olurdu şarkılar türküler eşliğinde üzümler hasır sepetlere yerleştirilirken dayılarım ve yengelerim kuzenlerim sabahtan akşama kadar bağda bahçede çalışır ama zamanın nasıl geçtiğini anlamazdık ' e birde çocukluk haylazlığı yorgunluk gelir mi hiç akılla .o yıllarda herkes herkesle barışık samimi ve içten dostlukların akrabalıkların yaşandığı yıllarmış .hiç bir şey eskisi gibi değil ' günümüzde. anılarıma yolculuk ettirdiğiniz için de ayrıca teşekkür ediyorum size. :)
sevgilerim ile. saygılar.
İBRAHİM YILMAZ
hoş ve güzel günlerdi, çayırda-çimende, bağda bahçede çalışmalar.
selam,saygı ve sevgiler tarafınıza.
yıllar içinde köylerimizdeki yaşantılarımızdan kesitler sundum. çayır biçmeler, biçilen otları taşımalar. neşe ve huzur içinde iş görmenin güzelliklerini sunmaya çalıştım.
işin güzel tarafı köylerimizde yazımda belirttiğim yıllarda herkes çalışırdı, memur-çiftçi, kadı-çocuk evet herkes.