- 2111 Okunma
- 7 Yorum
- 4 Beğeni
Kavşak
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Peksi’ye..
İçinde tatlı tatlı uyuyan acıyı uyandırmayı kim isteyebilir? İnsan gerekirse parmak ucunda yürümelidir herkesin huzuru adına. Uzun zamandır ’yaşayan’ hiçbir duyguma temas etmek istemiyorum. Sense içinde varolan bütün iyi ve kötü hissi yoklayıp hala canlı olup olmadıklarını anlamaya çalışıyorsun. Buna gerek yok. Gerekli olan tek şey nefes alıp vermemiz. Aidiyet hissine bir türlü erişememiz bizim eksikliğimiz olsa gerek. Bütün kapılar önümüzde açılıyor, bütün imkanlar veriliyor; işse iş, aileyse aile, paraysa para, sıcaklıksa sıcaklık, başımızın üzerinde bir çatı, sağlığımız yerinde çok şükür. Ama biliyorum huzur bulmak, mutlu olmak için ’yetmiyor işte’ diyorsun içinden. Farkında olmasak da yalnızlığımız bağımlılık yapıyor bizde. Hayatımıza sonradan dahil olanlar bize fazlalık gibi geliyor. Huzur veya mutluluk ararken kendimizi yeni sorunlar ve olası mutsuzluklarla karşı karşıya kalmış halde buluyoruz. Bizim huzursuzluğumuz da, mutsuzluğumuz da bize yetiyor zaten. Ekstra güçsüzlük istemiyoruz. Aslında bizim ait olduğumuz bir yer var zaten. O da yalnızlığımız.
Bende dehşet bir yazma isteği uyandırman, zihnimi dürtmen hangi sonuçları doğurur bilemiyorum. Sanırım bu ikimiz için de anılarımıza doğru yapılmış bir beyin yolculuğuna sebep oldu. Uzun zamandır ilk kez heyecan duyup odama çekildim ve yazarken gerekli olan iki yardımcı malzemeyi alıp kelimelerin arasına karıştım. Deli olmaktan kıvanç duyduğumu, bir şehrin yan sekmesi gibi odamda beklerken dünyanın içine bir giriş kapısı bulmayı ummadığımı yazmışım geçmiş bir zamanda. Neden yazmıyordum? Aslında bu soru cevabını bildiğin bir soru olduğu için cevaplanmaya bile değmez. Fakat bunu benim ağzımdan duymanın sana başka türlü bir haz verdiğini iyi biliyorum. Ben hiçbir zaman -öyle görünse de- kimse için yazmadım. Kimse için yaşamak istemediğim gibi. Her zamanki gibi akrep bencilliğim cümleler arasında da geziniyordu. Her zaman kendimi iyi hissetmek için yazdım. Şimdiye kadar yazmadığım zamanlarda da yine kendim için yani kendimi kötü hissetmemek için yazmayı kestim. İnsan kendisini mutsuz hissettiren her şeyden hızla uzaklaşmalıdır. Sırrından bahsetmişsin bana. Yaşanılan şeylerin yalnızca yazmak adına olduğunu söylemişsin. Biliyor musun benim için hep tam tersi oldu. Ben yaşadıklarımı yazmadım çoğu zaman. Onları hep kendime saklamak istedim. Belki de benim sırrım da buydu. Yazdıklarımın pek çoğu hayal ürünü yahut yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımdan ibaretti.
Mutlu olmanın yolunu, benim gibi dünyaya mutsuz olmak için sanki yemin ederek gelmiş birine sorman hayli ironik. Basit bir sual ediyorsun fakat cevabını aradığımı söyleyebileceğimi sanmıyorum. Herkesin mutlu olmaya ihtiyacı olduğuna eminim ama bu bir gereklilik değildir belki de. Bazen mutsuz olmamayı ama mutlu da olamamayı başarabilmek bile benim için bir övünç oluyor. Senin yıllardır alaya aldığın ’dağ’ hayaline kapıldığımda iyi hissediyorum. Sanırım beş yıl önce ayrı ayrı izlediğimiz o filmi birlikte izleyeceğimiz günü düşününce iyi hissediyorum. Çünkü mutluluk denilen şeyin hayatın içindeki o kısacık güzel anlardan ibaret olduğunu biliyorum. Yaşarken fark edemediğimiz, ancak üzerinden uzun aralıklar geçtikten sonra gülümseyerek anımsayabildiğimiz o kısacık anların arasında gizli bir şey işte mutluluk. Çünkü mutluluk kısacık bir şeydir. Kısa ve yakıcı. Kısa ve öz. Kısa ve yaralayıcı. Mutlu olduğun bir anın özlemi ömür boyu yakanı bırakmaz çünkü. Uzun süren mutluluk yoktur ki! Bir an mutlu olup sonra yıllarca o mutluluğun sürdüğünü söyleyeni duydun mu hiç? Varsa da yalan söylüyordur. Mutlulukla huzuru veya içinde yarattığı pozitif hissiyatı mutlulukla karıştırıyordur muhtemelen. Ben çoğu zaman mutlu olduğumu anlayamam. En güzel anlarda bile tek yaptığım şey sürekli yakınmak ve mızmızlanmak olur. Böyle yaparak mutlu anların farkına varmam ve onları katlederim. İyi bir katlediciyimdir. Yaşım ilerledikçe mutlu olabilmemin artık çok daha zorlaştığını da iyi biliyorum. Mutluluk içimizde falan değil ama dışımızda da değil. Araya sıkışmış gibi sanki nereye ait olduğunu -bizim gibi o da- bilmiyormuş gibi geliyor.
Sana zaman zaman öfke duyuyorum. Ama o süreç sessizlik içinde geçip gidiyor kendiliğinden. Uzaklaşmak her zaman olduğu gibi işe yarıyor. Biliyorum ki geçecek, biliyorum ki yine ’her şey’ hakkında ’hiçbir şey’ konuşabileceğiz. Matem gibi bir şeye benzetiyorum senin ruh hallerini. Böyle zamanlarda sanki bir yakınını kaybetmişsin de onun acısını yaşıyormuşsun gibi düşünüyor ve seni kendi haline bırakıyorum. İstiyorum ki acını sonuna kadar yaşa ve bitsin sonra hayatın her şekilde devam edişi gibi yine kaldığımız yerden devam edelim. Geldiğin halde gelmeyişin beni üzdü dersem saçma olur. Esasen üzüldüğüm şey başkaydı. O kızı sevmediğini biliyordum. Yine hayal kırıklığının peşinde sürükleniyor oluşuna içerlemiştim aslında. O kız, hayatımızın içerisinde şimdiye kadar hiç varolamamış o kız, bizi birbirimizden uzaklaştırmış olabilir miydi? O asla buna sebep olabilecek kadar mühim biri değildi senin için bundan ötürü hiç şüphe duymadım. Ama o kız ve sende yarattığı soğuk duş etkisi geleceğe yönelik bir ipucu vermişti bana. Gelecekte belki de şuan hiç hayatımızda olmayan biri, aramızdaki bağı koparmaya hiç de hakkı olmayan biri gelecek ve bizi belki de koparmayı başaracak ve benim senden daha çok bana benzeyen bir insan ömrüm boyunca olmayacaktı hayatımda. Yine bencilce kendimi düşünüyor olabilirdim. Ama bu bencillik ikimiz adınaydı özünde. Çünkü senin de bensiz zorlanacağını çok iyi seziyordum. Yaşayamazsın demiyorum elbette yaşarsın ama tek başına, senin ciğerini hiç bilmeyen insanlar arasında, kendini ifade etmeye yeltenmeyecek biri olduğunu da düşünürsek, nefes alman bile olanaksız gibi görünüyor bazen düşününce. Sana sevgi sözcüğü etmekten hoşlanmam. Bunu duymaktan en az benim söylemekten hoşlanmadığım kadar hoşlanmadığını biliyorum. O yüzden birbirimize aptalca sıfatlar koyarak hitap ediyoruz belki de. Bunlar bizim dilimizin sevgi sözcükleri olmalı.
Emine eşini kaybettiğinde seninle yine öyle bir durumdaydık ki sana söyleyemedim bir şey. Çaresizliğin ve gerçek acının ne olduğunu en yakın arkadaşımın gözlerinin içinde görebildiğimi hiç anlatamadım sana o günlerde. Üzerinden iki ay geçmesine rağmen hala elimden hiçbir şey gelmiyor oluşu, bu dünyada ölümden daha gerçek hiçbir şey olmadığını anlamama yetiyor. İki gün önce çocukluk arkadaşlarımızdan birinin ölüm haberi geldi. Dün gece çocukken beraber çektirdiğimiz eski bir fotoğrafı aradım, bulamadım. Yıllardır hiç görüşmemiştik. En son ayrılışımız da pek tatsızdı zaten. Biz öldüğümüzde etrafımızdaki insanların aklından neler geçeceğini merak ediyorum bazen. Kimlerin aklında iyi, kimlerin aklında kötü kalışımı merak etmek saçma belki de.
Vazgeçtiğimiz ve vazgeçemediğimiz ne varsa onları düşünüyorum. İlişkiler iki kişi yaşanır fakat bittiği zaman enkaz kaldırma işini tek kişi üstlenir. Diğeri yeni inşalar kurmaya gitmiştir çoktan. Oysa sevilen karekter yolun ilk başlarında sanki her şey yolunda gidecekmiş hissi verir insana. Sonra yüzeysel konuşmaları bırakıp daha derin sohbetler başladığında bir şeylerin ters gideceğini düşünmeye başlar insan. Ben bunu geçen bir zaman aralığında hissetmiştim aslında. Uzak, çok uzak bir ülkede yaşayan o eski defter karşıma ilk çıktığında anlamıştım tuhaf bir şeyler olduğunu. ’Birbirimizi yanlış anladık’larla geçiştirip üzerini örtmelerin bir işe yaramayacağını o zaman da biliyordum. Aslında doğru anlamıştık. Biz buyduk. Neden olmadığımız gibi gösterme yanılgısına düştük, buna hiç gerek yoktu.
Sonra aramızdaki bağ o kadar kuvvetli bir halde olmadığından dolayı üzüntü hafif şiddette seyretti. Tıpkı ufak çaplı bir depreme benziyordu. Beş veya altı şiddetinde denilebilirdi. Şoku atlatmam epey sürmüştü ve yeniden çıkagelmişti.
Sonra mümkün olabileceğini sandığımız iyi ve güzel ihtimallere kapıldık bir kez daha. Her şey sanki keskin bir bıçağın üzerinde seyrediyordu. Muhteşem bir gösteri, göstericinin ani bir refleks kaybı veyahut gözden kaçırdığı ufak bir hatasıyla mahvolmaya hazırdı. Beklenen veya olması gereken oldu ve bıçak gösterici için de, izleyici içinde fazlasıyla ürkütücü ve acılı bir hale büründü. Herkes kanlar içinde kaldı.
Depremin şiddeti bu kez yedi veya sekiz büyüklüğündeydi. Bu deprem diğer depreme benzemiyordu. Bu seferki depremin artçıları bile dayanılmazdı. Zar zor toparladığım aklımı, kalbimi, ruhumu bu kez nasıl toparlayacağımı bilmiyordum. Oysa bundan önceki depremde pılımı pırtımı toplamış ve tam gidecekken bir güç kolumdan yakalamış ve kalmam gerektiğini, her şeyin güzel olacağını söylemişti, inanmıştım..
Ben deprem hattının üzerinde ikamet ediyormuşum meğer. Şimdi bir enkaz yığınının içinde oturuyorum. Ne bir açıklama yapan var, ne yaralarımı saran, ne her şey güzel olacak diyerek beni teselli eden. Konuşabilseydik söylemeyi istediklerim vardı. Arkadaşımın ölümüyle sarsıldığımı ve böyle bir durumda olmasaydık eğer, ne kadar dayanılmaz sahnelere şahit olduğumu, acıyı bölüşebilmeyi, ona anlatabilmeyi ne çok istemiştim. Omuzlarında ağlayabilmeyi, o güçlü görünen kırılgan yanımı göğsüne bastırıp ona acının ve çaresizliğin tasvirini yapabilmeyi istemiştim. Ama yoktu. Tek bir kelimeye sığıyordu işte olmayışı. Çaresizliğim de kocaman bir yumağa dönüşmüş yalnızlıktan başka bir şey değildi artık.
Geçtiğimiz yılın sonlarına gelmeden hemen önce dertsiz bir başım, kendimce yaşam telaşlarım, geceleri beni bırakıp bir yere gitmeyen bir uykum ve kabussuz rüyalarım vardı. Neden buldum onu, neden aklımı meşgul etmesine müsaade ettim, neden kalbimi acıtmasını izledim kıpırtısız, neden tek kelime sakinleştirici bulamadım kendime hatırlamak istemiyorum. ’Umudu olanın acısı dinmezmiş.’ Bana acı veren duygum demek ki giderek körelecek. Bu teselli olmama yetecek kıymette bir cümle.
Güzel olan her şey biter değil mi ? Bitmeyenleri de harcamada üzerimize yoktur biz insanların..
İnsanlardan delice kaçma isteğim sürekli nüksediyor. Çünkü çoğunu anlamıyor, anlamak istemiyor, anlasam da anlamamış gibi davranıyorum. Bu hoşuma gidiyor. Bağnaz gibi olmak bir tercih galiba. Böyle yaparak tüm bildiklerin ve bilmediklerinle birlikte kendini her şeyden soyutlamış ve muaf kılmış oluyorsun. Tuhaf bir savunma mekanizması geliştirmiş olmalıyım kendimce. Çünkü insanların nasıl başa çıktıklarını bilmiyorum yaşam ağrısıyla. Ben kendimle bile başa çıkamıyorum. Hafızam beni sürekli olarak eskiye sürüklüyor. Bazıları acının da, sevincin de gizli kalması gerektiğine inanıyor. Bunun ne işe yaradığını bilmiyorum. Zaman geçiyor, içimdeki o yumru geçmiyor. Birden bire geçmiş zamanlardan kalma bir akşam bir tiyatroda kahkahalar attığımı anımsıyorum. Mutlu olduğumu sandığım, belki de gerçekten mutlu olduğum bir an bu. Tam anlamıyla ayırt edemiyorum esasen. Sonrasında soğuk ve geniş bir odada neşterin daha da soğuk yüzünü tenimde duyumsadığımı anımsıyorum. Ve sonra acı ile beklediğimi, kapıyı gözlediğimi, boş bir araziye azıtılmış bir köpek gibi çaresiz kalışımı hatırlıyorum. Evet insanlar acının gizli kalması gerektiğini söylüyor. Ama onlara kulak asmayan hafızam hunharca geçmişi kazıyor, üzgünlüğümü deşiyor. Yola çıktıklarım yolun bir yerinde durmuş olmalı, belki de bir işi çıkmış ve yolun yarısında geriye dönmüşlerdir diye kendimi aptalca teselli ediyorum. Bazı tarihler aldığım kararları sarsıntılara uğratmaya ve belki de çökertmeye uğraşıyor. Sana bugün hepimiz bir sınavdayız demiştim. Ben tarihlerle sınanıyorum, kuşlarla sınanıyorum, sen yalnızlığınla, uzaklarla, kilometrelerle..
Bazen dönüm noktaları, o güzergahta bulunan herkesin hayatını değiştirir. Bazen çocuklar beklenilenden ani büyümek zorunda bırakılır, bizler tarafından. Annelerinin gözünde hala bebek olduklarından ötürü artık onların kocaman adamlar olduğunu kabullenmek zaman alır. Birgün karşına dikilip büyükçe bir laf eden küçüğün seni hayatın gerçekleriyle yüzleştirir. Evlat değil bir bakıma evladının sayısı kadar dost edinmişsindir kendine. Yıllar böyle böyle, bir garip hallerde, seni eskite eskite, kabullenemediğin bir hızla geçip gider. Çizgiler çoğalır, anılar çoğalır, üzüntüler çoğalır, yapamadıkların çoğalır, yapmak istediklerin çoğalır, pişmanlıklar çoğalır. Sonra birgün oturup böyle, bir fotoğrafa bakıp hayatının film şeridini buluverirsin önünde. Biraz buruk ama sonsuz bir özlemle.
Biliyor musun sınırlı sonsuzluğun varlığına inanmak istiyorum. Tıpkı şarkıdaki gibi, seni kavşakta bekliyor olacağım. Seninle ilgili her şeye inanıyorum. O dağı göreceğime de, o filmi birlikte izleyeceğimize de ama içlerinde en imkansız olanı galiba son söylediğin.
Biz Marketa’yı çok seveceğiz ve Marketa bunu hiçbir zaman bilmeyecek.
fulya/mart2016
YORUMLAR
Bu ilk değil...
Daha önce de sana bakınca tanıdık gelmistin
Bu daha önce sanırım bi beş yıl oldu
Ve şimdi kavşaktan önce ne dediysen kavşağa gelince de onu duydum
Mutluluk bi an ve yansıması koca bir hezeyan
O dağı gör ve o filmi izleyin beraber
Ama yazın hep ki kuyusu dar bazıları var burda gelip gidip sizi yoklayacak
Çünkü ne dediyseniz o kargaşanın düğümü boğazımda okudukça dağılacak
Seni seviyorum güzel insan
Ve o peksiyi de...
Herkese selam ikinize çay ince bellide
yok yok akrep bencilliğiyle yazılmamış bunlar... sadece biraz küskünlük var.. ve sanırım gerçekten de Marketa dinlerken yazılmış.. mektup Marketa'ya, Marketa mektuba o kadar benziyor ki... bu müzik kelimelere dökülse, 'kavşak' tan başkasını yazmazdı sanki... ki zaten boşa değil işte, 'crossroads'...
ara ara alıp sayfalarını hissederek, dokunarak okuduğum bir kitabın yazarının burada var olması ve yazıyor olması ne kadar güzel kendi adıma.. lütfen devam edin... daha sık okumak isteriz.
Nasıl başlayıp nasıl bitirdiğimi anlamadım bile.
Çok seri fakat çok anlaşılır bir şekilde konuştu kahramanımız.
Bazı cümleler özlü sözler gibiydi. Ve her haliyle yaşanmış, canlı bir mektuptu bu.
Sevgili Fulya, senin her yazın saf edebiyat içeriyor. Ve ben bunu çok seviyorum.
Sevgiler.
‘’ Bazen dönüm noktaları, o güzergahta bulunan herkesin hayatını değiştirir. Bazen çocuklar beklenilenden ani büyümek zorunda bırakılır, bizler tarafından. Annelerinin gözünde hala bebek olduklarından ötürü artık onların kocaman adamlar olduğunu kabullenmek zaman alır. Birgün karşına dikilip büyükçe bir laf eden küçüğün seni hayatın gerçekleriyle yüzleştirir. Evlat değil bir bakıma evladının sayısı kadar dost edinmişsindir kendine. Yıllar böyle böyle, bir garip hallerde, seni eskite eskite, kabullenemediğin bir hızla geçip gider. Çizgiler çoğalır, anılar çoğalır, üzüntüler çoğalır, yapamadıkların çoğalır, yapmak istediklerin çoğalır, pişmanlıklar çoğalır. Sonra birgün oturup böyle, bir fotoğrafa bakıp hayatının film şeridini buluverirsin önünde. Biraz buruk ama sonsuz bir özlemle.’’
… … … …
Az önce medeniyetler Tarihi dersine çalışırken, ‘’Kavşak’’ kelimesine orada da rastladım. İnsanoğlu bazı rastlantıların hemen ardında büyük şeylerin var olduğunu sanır ve büyük şeylerin sahibi gibi davranır. Öyle ki, kendisini medeniyetin beşiğinde sallarken, aslında medeniyeti var eden nedenlerin hiç’biri’ni görmezden gelir.
Dedim ya, ‘’kavşak’’ kelimesine tutulmanın bir’şeyi daha vardı. Uzun bir yol üzerinden yürürken, yürüdüğünüz yolun sonu sizi nereye götürecek, hiç düşünmeden koşar adımlarla, içimizden bildiğimiz bilmediğimiz ne varsa dilimize alır , yürürüz. O değil de; en çok merak ettiğimiz bir şeyin içinden, yine değil de; kenarından ,kıyısından, köşesinden giderken ‘’bir iki kez insan durmaz mı?’’
Aciz insan ! En azından biraz edebiyat olsun diye, edebiyat okunmaz mı?
Tekrar söylemek lazım… Sadece bu bölüm bile ,bir’şey’ler yazdırmak için ,bir’şey’leri yorumlamak için bir neden değil mi? Bir çoğumuz edebiyat yaptığımızı sanıyoruz.. Elbette ! diyenlere… Tek bir sözüm var !
Dedi kodu yapsanız da, arada sırada biraz edebiyat okuyun ve okuduğunuzu yine dedikodu diliyle yazın, yorumlayın. Emin olun ki , siz farkında olmasanız da, bir’şey’leri kendinize katacaksınız…
Her gece uyuyan insan her sabah mutlu olmanın sebebini, nedenini bulmak için dünyayı büyük bir laboratuvar haline getirdi...
O sabah salon ,davalı ve davacı sanıkların yakınları ile dolmuştu. Sonucun açıklanması ile hangi tarafın sevindiği ve hangi tarafın üzüldüğüne bakmadan yazar ,şu cümleyi yazdı. *mutlaka biri, birileri gülerken, mutlaka birileri ağlamalı. Yoksa mutluluğun bir tanımı, bir hikâyesi olamaz.*
Ama devam etti. * Nedensiz baki ile sonuçsuz ezel , ne ifade eder ? Hic'bir'şey !
Her insan ve her canlı yine kendi içinde ölecek. Bir nedeni olacak. İster mutlu olsun, ister mutsuz, mutlaka bir sonu olacak. Her yazı gibi...
5 mart cumartesi gününün yazısını tebrik ediyorum. Güzeldi.
the end ...
bye bye ...