- 510 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
-İSTANBUL ÜZERİNE ANILARIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ-(1)
Günlük hayatta bir kitabı hangi gerekçeler dâhilinde okuruz? İlk anda aklımıza gelenleri şu şekilde oluşturmak mümkündür. Yazarını, konusunu, yayınevini, üslûbunu beğenebiliriz. Popüler olmasından etkilenmiş olabiliriz. Ya da o anki ruh hâlimizi karşıladığı veya tavsiye edildiği için de olabilir. Hatta kapak tasarımı bile bir etken olarak düşünülebilir.
Peki, söz konusu kitap Orhan Pamuk’un “İstanbul: Hatıralar ve Şehir” adlı eseri ise nasıl bir değerlendirme yaparız. Yukarıda belirttiğimiz unsurlar yanında, yazarın son dönemlerin tartışmalı isimlerinden biri olmasından etkilenmiş ve hatta Nobel ödülüne lâyık görülmesinin nedenlerini sorgulamak istemiş olabiliriz. Deyim yerindeyse, sırf edebi kudretiyle mi yoksa politik yapısıylada mı ödüllendirildi. Başka bir ifadeyle ödülü aldı mı, verildi mi?
Kendi açımdan bütün bu unsurların yanı sıra; İstanbul üzerine yazılmış anıların dayanılmaz bir hafifliği de oldu üzerimde. Sözünü ettiğim kitapta üç ana öge var. Orhan Pamuk’un çocukluk ve gençlik yılları, hatıralara zemin oluşturan İstanbul ve Edebiyat dünyasında İstanbul algısından söz edebiliriz. Gerçekten de son iki yüz yıl içerisinde yerli ve yabancı sanat ve edebiyat insanlarının İstanbul’u algılama biçimlerini yazarın penceresinden izlemekteyiz. Bu galeride bize Ahmet Rasim’den, Yahya Kemal’e, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan, Reşat Ekrem Koçu’ya, Abdülhak Şinasi Hisar’dan Orhan Veli Kanık’a, Edmondo de Amicis’den ressam Melling’e, Pierre Loti’den, Gustave Flaubert’e kadar birçok ünlü eşlik eder. Açıkçası bu son unsur beni ziyadesiyle harekete geçirmektedir. Burada söz konusu olan Yahya Kemal’in veya Orhan Veli’nin bir İstanbul şiirinden alabileceğimiz benzersiz tadın hangi edebi tonlarda ifade edildiğine duyduğum meraktır.
Kitabın sunduğu birincil öge; elbette yazarın çocukluk ve gençlik yılları olmaktadır. Mekân itibariyle baktığımızda İstanbul’ un Şişli ilçesinin Nişantaşı semtini karşımızda görürüz. Orhan Pamuk’un doğup büyüdüğü bölge bize Levanten bir çevreyi sunar. Fransızca kökenli kavram; ticaretle uğraşan Ortadoğulu, Yakındoğulu Müslüman olmayan burjuvazi anlamındadır. İstanbul, İzmir ya da diğer büyük liman kentlerinde yaşayan gayri müslim burjuvazi olmaktadır.
İstanbul: Hatıralar ve Şehir adlı kitapta da konu edilen sosyal çevre bize Orhan Pamuk’un ünlü bir yazarımız olarak zihin ve ruh dünyasının, politik ve kültürel eğilimlerinin altyapısını verir. Bu noktada yazarın, gerek söz konusu kitabı gerekse kendisiyle yapılan çeşitli röportajlara (bu röportajlardan örneklere “Öteki Renkler” başlıklı denemelerinde rast gelmek mümkün) verdiği yanıtlar bize fikir verecektir. Sözgelimi, okumuş olduğum böyle bir yazısında yazarın; yaşamını oluşturan ögelerin toplumumuzun büyük bir kısmını yansıtmayacak özellikler gösterdiğinden, gerek doğup yetiştiği sosyal çevrenin gerekse buna bağlı olarak şekillenen değerler yapısının marjinal özellikler gösterdiğinden söz ettiği görülür. Yine Orhan Pamuk’un Şişli Terakki Lisesinde azınlık ailelerin çocukları ile birlikte eğitim gördüğü hususu önemli bir biyografi notudur bence.
Kitabın sunduğu ikinci öge; genel bir İstanbul algısı, mekân tasvirleri ile birlikte Ara Güler başta olmak üzere çeşitli fotoğraf sanatçılarına dayalı paylaşılan siyah-beyaz İstanbul fotoğrafları olmaktadır. Şüphesiz, bu fotoğraflara bakmak doyumsuz bir lezzettir. Sözgelimi, bir kış günü kar altında Galata Köprüsü ya da İstanbul’un arka semtlerinde kalmış tarihi özelliklere sahip sokak ve ev görüntülerinden oluşan eski İstanbul manzaraları bu ünlü fotoğraf sanatçılarına karşı da şükran duymamıza vesile olmaktadır.
Orhan Pamuk’un mimarlık eğitimi görmüş olması da, mekân algısı ve tasvirleri üzerinde etkisini gösterir. Yazar, İstanbul’un tarihi özelliklerinin en iyi algılanacağı yerin Beyoğlu (Pera) bölgesinin bir bölümü olduğundan bahseder. Peranın belirli bir bölümünden izlenecek İstanbul’un bir yanda Boğazı ve Marmara’yı, diğer yanda Galata bölgesini ve tarihi yarımadayla birlikte Haliç’i, karşıdan doğru da Kadıköy ve Üsküdar’ı bize sunacağını vurgular. Yani; kuzeyden doğru bakıldığı zaman İstanbul’a doğru bir noktadan bakıldığını dile getirir. Oysa güneyden, Marmara’dan doğru İstanbul’a deniz yoluyla yaklaşanların doğru bir açıya sahip olamayacağı üzerinde durur.
Bu satırları okuduğumda; çocukluk yıllarımdan itibaren sıkça Yalova ve Adalar üzerinden İstanbul’u selamlamış biri olarak nasıl mahzunlaştığımı sanırım tahmin edersiniz. Gerçi, yazarımızın haklılık payı yok değil. Kuzeyden uygun bir açıdan İstanbul’u izlemenin kentin doğal yapısına ve tarihsel dönemlerine hâkimiyet sağlayacağı inkâr edilemez. Hele, 80’lerin ilk yarısını oluşturan yıllarda Haydarpaşa açıklarında kırık dökük İndependenta mezbeleliğini seyrederek İstanbul’a yaklaşmanın benliğimin bir köşesinde bıraktığı negatif izdüşüm aklıma geliyor da.
Ne ki, güneyden almanın illa Marmara’dan doğru vapurla yaklaşmak olmayacağı da o kadar açık ki. Açıkçası, bir yaz gecesi mehtapta tül misali samanyolunun alnında Çamlıca’dan izlenecek şıkır şıkır inci gerdanlığa ne dersiniz acep?
L.T.
YORUMLAR
Sevgili hocam, Orhan Pamuk ilk okuduğum Cevdet Bey ve Oğulları'dan sonra çok iyi yazarlarımdan biri olmuştu. Sonraki kitaplarını da bu profikliyle çıkar çıkmaz alıp okumuş idim. Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın, Orhan Pamuk'un bir yapıtında geçen "imam ikindi namazı saatinde caminin balkonuna çıkarak ikindi ezanını okudu." tümcesinden hareketle, orhan pamuk'a getirdiği eleştiriyi pek severim. İlber hocamız şöyle demiş: "Bir kere namazın saati olmaz, vakti olur. saat ayrı, vakit ayrı bir kavramdır. camilerde balkon yoktur, minarenin şerefesi vardır. ezanı da imam okumaz, müezzin okur, o da şerefeye çıkmaz, içeriden okur. bu örnekle de sabittir ki kişiler kendi içinden çıktıkları toplumu bilmeden bir şeyler yapmaya çalıştıklarında doğru şeyler yapmazlar, yapamazlar." Daha sonraki ermeni soyukırımı ile ilgili mazohist demeçleri (kendi ırkına acı verme dürtüsü anlamında) beni ondan iyice soğuttu ve kitaplığımdaki kitaplarını (sanırım on beş adet) yırtıp atıverdim ve bir daha hiç ilgilenmedim......Evet, Orhan Pamuk kafamdaki Cevdet Bey ve Oğulları, Sessiz Ev, Beyaz Kale, Kara Kitap gibi ödüllü romanların başarılı yazarı olmaktan çoktan uzakjlaştı. Selamlar, saygılar
levent taner
Uzun yıllar hiçbir kitabını da okumadığımı söyleyebilirim
Bu ülkeye karşı donuk, mesafeli duruşunu gözlüyordum elbette
Hani ondan aldığım elektrikte bet bir yan vardı hep
1990'lı yıllarda Zülfü Livaneli ve Yaşar Kemal ile çıktığı programlarda her iki isminde sımsıcak duruşuna karşın Pamuk negatif elektrik veren bir çehre ve duruşa sahipti bende
Ne ki, Nobeli aldığında artık masaya yatırmanın zamanı geldi dedim
Çünkü, sözde Ermeni Soykırımı bahsini tellendiren bir kalem olmasına ve hatta eski Amerikan başkanı George W. Bush -ki oldum olası; babası puşttu oğlu W çıktı derim- tarafından yazarlığının taltif edilmesindeki ironiye karşın bir şekilde Türkiye'nin ve Türk dilinin bir yazarının ödüllendirilmesi karşısında neşter vurma gereği duydum açıkçası
Nihayet okuyan gözlere bereket
Saygı ve selamlarımla...
Bir kitaba başlarken sayfalarında isminden bahsedilen kokuyu bulmak isterim.
Kitaplar ayna olur hayallerin harflerine.
Bunu yaşamak okuyucuyu memnun eder.
Bu bahsi geçen kitabı eğer imkanım olursa tedarik etmeye çalışacağım..
Zira bendeki şusnki izlenimi siyah beyaz hatıra defterindeki resimlere işlenmiş hayat ve hayaller.
Kitap üzerine fikirleriniz de yani yazarın istanbul'u anlatirkenki etkisi yazarin mimarlık okumuş eğitimi almış olması vs.. çok değerliydi bence. Bu bilgilerin bilinciyle baslamak bu kitaba daha farkli olacak kesinlikle.
Teşekkürler okunacak kitaplar listeme aldım bu kitabı da sayenizde.
Saygılar.
levent taner
Nar bildiğimiz gibi önce kalın bir dış kabuk, sonra ince iç zar, nihayet lezzetli binlerce meyve tanesi, bu da ister istemez en korunaklı, dış hayatın yıpratıcı etkilerine karşı en kapalı meyvelerden kılıyor
Bunun gibi, kolay ulaşılmayan ya da anlamına ha deyince varılmayan daha değerli oluyor
Mesela bazı yöre vardır ulaşılması zordur, sarp dağlarla veya dönemeçli uçurumlu yollardan geçerek ancak ulaşılır, dolayısıyla insan eli fazla değmediği için bakirdir, öyleki binbir meşakketle ulaştığınızda bir cennet bahçesi bulursunuz
Siz de narı rumuz olarak boşa seçmemişsiniz bence
Sayfanız da derinlikli, lezzetli paylaşımları sergiliyor
Tüm bunların ötesinde katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum hanımefendi
Saygı ve selamlarımla...