- 472 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KARAKTERİN DEĞİŞTİRİLEMEZLİĞİ
Bir insan yedisinde ne ise yetmişinde de odur. Türk Atasözü
Yazıya Sokrat’ın meşhur bir sözü ile başlamak istiyorum: “İnsanın kendi kişisel olaylarında doğruyu bulması veya en azından yanlış adımlardan kaçınması için bir içsese gereksinim duyar. “ demesi, en önemli kaynağın içimizde olduğunun bir ifadesidir. Gene, çoğu zaman mutsuz olmamız, içimiz ile dışımız arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanıyor olabilir. Bilinçaltımız, bu nedenle rahatsız olur ve nedenini asla bilemediğimiz bir iç huzursuzluğu yaşarız. Genlerimizden gelen, içsel yasaların benliğimize kaydettiği bu yapıyı karakter olarak tanımlayabiliriz sanırım.
Her insanın içsel yapısı farklı farklıdır. Genlerimizden kaynaklanan bu içsel yapı, bilin-çaltının koyduğu yasalarla hükmünü sürdürür. Bebeklikten itibaren zihnimize yüklenen bilgiler doğrultusunda, davranışlarımızı yönlendiririz. Tüm bu bilgiler kaynağını dışarıdan aldıkla-rından, tam anlamıyla bize ait değillerdir. Aynı ailede yetişen, aynı bilgileri alan çocukların, hatta ikizlerin bile farklı karakterlerde oldukları, başka türlü nasıl açıklanabilir? Dışarıdan gelen girdiler doğrultusunda sergilediğimiz davranışlar, bir çeşit alışkanlıktan, hayat şartlarına bir şekilde uyumdan ibarettir sanırım. İnsanoğlunun devamlı huzuru araması, içsel yasalarla (karakter), dışsal yasaların uyumsuzluğundan kaynaklanıyor olabilir.
Kendimizi zorlayarak farklı davranışlar ortaya koyduğumuz zaman, iç dünyamızla ters düştüğümüzden dolayı , huzursuzluk duygusu bizi sarmalar. İçimizden gelen, doğal karakterimizin yerine, kendimizi zorlayarak, sürekli tekrar yaparak, yapay bir karaktere sahip olu-nacağı söylenebilir. Bu yapay kurallar, bol bol uygulama ile alışkanlık haline dönüştürülmeye çalışılır. Yapay karakteri sürdürebilmek için, kontrollü bir yaşam şarttır. Ne kadar kendimizi zorlarsak zorlayalım, doğuştan gelen asli karakterimiz, yapay karakteri asla rahat bırakmaz: Sürekli karşı koyar. Yapay karakter kontrolünü kaybettiği an, hemen ortaya çıkar: İnsanı ele verir. İnsan her an kontrollü olmayı asla beceremez. Hiç umulmadık yerde ve anda, aniden, doğuştan gelen asli karakterimiz kontrolü ele geçiriverir. İşte o zaman gerçek kimliğimiz ortaya çıkar. Bu nedenle doğuştan gelen asli karakter asla değiştirilemez.
Sonradan kazanılan karaktere göre yapılan her eylem, doğuştan gelen asli karakterimize uygun olarak yaptığımız eylem karşısında daima yenilgiye uğrayacaktır. Diğer bir deyişle; “ sonradan kazanılan karakter”, “doğuştan gelen asli karakter” karşısında her zaman ezilecek, asli karakterin harekete geçmesi korkusu ile hep tedirgin kalacaktır. ”Doğal olmayan her şey eksiktir”: Napolyon tarafından söylenmiş olan bu söz gerek fiziksel, gerekse ahlâksal her alanda geçerlidir. Dilimizde kullanılan bir atasözümüz de, bu tezimizi destekler tarzdadır: ”Bir insan yedisinde ne ise, yetmişinde de odur.” Bu söz de bize, doğuştan kazanılan karakterin değiştirilemiyeceğini veciz bir şekilde açıklamaktadır. Bu nedenle kişileri değiştirmeye çalışmanın bir anlamı ve de yararı yoktur. Kişileri olduğu gibi kabul edip, davranışlarımızı bu şekilde ayarlarsak; ne karşımızdaki kişiyi üzmüş oluruz, ne de kendimizi zor bir durum ile karşı karşıya bırakmış oluruz. Özellikle evlilik aşamasında olanlarda, bu konu hayatî önem taşır. Kadın veya erkek, birbirlerinde gördükleri, kendilerine göre olumsuz davranışları: “ Hele bir evlenelim, zamanla ben onu değiştiririm,” veya, “Aman canım ne olacak zamanla değişir, bana uyar ” yaklaşımda bulundukları zaman, hayal kırıklıkları yaşamaları kaçınılmazdır. Karakter asla değiştirilemez, neyse odur, üzeri örtülür, gizlenir, saklanır; ama her an gerçek yüzünü göstermeye hazırdır. Bu nedenle yeni evlenecek çiftlerin bu yanılgıya kapılmamaları, sağlıklı bir evlilik için şarttır.
“Karakterin yapısının kanıtları, küçük ayrıntılarda gizilidir”: sözü Seneca’ya aittir. Bu söz ne kadar doğrudur. İnsan, kendince önemli, büyük, davranışlarda kendini maskelerin ardına gizler. İnsanoğlu maske kullanmakta çok başarılıdır; ancak, küçük eylemlerde kontrolü bıraktığından, hemen göze batar. Bu sebeple, insan, dikkat etmediği küçük ayrıntılarda ka-rakterini gösterir. Nedense insan zihni “yasa küçük şeylerle ilgilenmez” kuralına sıkı sıkıya sarılır. Bu nedenle insanların gerçek yüzünü anlamanın en iyi yolu, onların günlük yaşamlarını izlemektir. Onları, çok önemsiz bir şey yaparken, söylerken izlersek eğer; o kişinin hakiki yapısını öğrenecek ipuçlarını yakalayabiliriz. Küçük, çok küçük bir olayda bile, sadece kendi çıkarını düşünen biri, büyük bir olayda çok daha fazlasını rahatlıkla yapabilir. Hele yasaların açık tarafını bulduğu an, her türlü korkunç şeyleri yapabilir. Hatta bu kişiler yasaları bile ko-layca çiğneyebilirler. Gerçi, günümüzde ne kadar acıdır ki; yasa çiğneme fazla önemsenmez duruma geldi. Bir defa da ben çiğnesem ne olur sanki anlayışı, gittikçe yaygınlaşmaktadır ne yazık ki. İşin üzücü tarafı , bize örnek olması gereken yöneticilerimizde de bu anlayışın var oluşudur.
Sonuç olarak, sonradan edinilmiş karakter uzun süre dayanamaz ve maskesi düşer. Sene-ca’nın bir sözü ile noktayı koyalım: “Hiç kimse bir maskeyi uzun süre taşıyamaz. Rol yapma, çok geçmeden asıl doğasına döner.” Yeryüzünde altı milyar insanın bir türlü mutluluğu yaka-layamamış olması, asli ve yapay karakterimiz arasındaki bu çatışmalardan kaynaklanıyor olamaz mı?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.