- 1091 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İnsani Değerleri Oluşturan Özgürlük ve Kültürdür
İnsani Değerleri Oluşturan Özgürlük ve Kültürdür
Her yer, her belde ve yörenin, her iklim, her coğrafyanın, her köy ve kasabanın, her şehrinde doğup yaşayan insanların her damardan beslenip oluşturdukları değişik kültürel değerleri vardır.
Bu birbirinden farklı kültürel değerleri atalarından gördükleri gibi alıp, katkıda bulunarak yaşattıkları her şey zamanla o beldenin kültürü olur.
Bu kültürden zorunlu sebeplerle uzaklaşıp büyük şehirlere giden insanlar, kendi kültürlerini geldikleri yerde bırakıp başka kültüre geldiklerinden, ne onlar kendi kültürlerini yaşatabilirler. Ne de geldikleri yerin kültürünü yaşayıp yaşatabilirler. Adeta sudan çıkmış balığa dönerek, iki derede bir tepede kalarak hem kendileri hem de çocuklarını çaresizlik içinde bozuk para gibi harcayıp yer bitirirler.
Geçim, can ve mal güvenliği gibi vs. sebepler nedeniyle yerinden yurdundan ayrılıp gelen bu insanlar, ne yapacaklarını bilmeden gelip şehrin eteklerinde bir yerlere tutunup yerleşirler. Ancak bu şekilde gelip şehrin eteklerinde bir yerlere tutunup yerleşmekle ne şehirli olabilirler, ne de köylülükten çıkmış olurlar.
Dolayısıyla ne köylü ne de şehirli olamayan bu insanlar, Şehrin eteklerinde kendilerine özgü yeni bir hal ile karşı karşıya kaldıklarından ne köylü olup, köydeki gibi, gelenek ve göreneklerini yaşatabilirler. Ne de şehirli olup, şehirli gibi bir hayat yaşayabilirler. Çünkü artık onlar için kültürel yapı bozulmuştur. Yaşlı insanların bu yeni hayata, yeni oluşuma alışmaları çok zordur. O nedenle de bu insanlar için artık kültürel değerler kazanıp yaşatmak çok zordur. Çünkü onlar için zaman çoktan akıp gitmiştir.
Ancak köyden göç edip gelenler için şehirde yeni bir hal alır. O da yaşayıp yaşatmak ister. Ancak büyüklüğü oranında da ister istemez hayat zorlaşır. Çaresizlik içinde zorlaşan hayat, çekilmez hal alır. İnsanı canından bezdirip, hayatını ucuzlatır. Ucuzlayan hayat ister istemez insanın iradesini zayıflatıp sinirlerini bozar. İnsanın keyfini kaçırıp huzurunu bozar. İnsan tek başına değil ki bir ekmek için mücadele etsin. Geride sorumluluğunu taşıdığı bir ailenin geleceği var. Ağzının tadı kaçar. Kısa sürede çözüm bulamazsa, bunalıma girer. Çünkü geri dönüşü olmayan bir yola girdiğinden, artık her şeyi yapmaya meyilli hale gelir. Kontrolü kaçırır. Çünkü artık yorulmuştur.
Şehrin büyüklüğü nedeniyle artık aile bireyleri üzerindeki kontrolü zayıflayıp imkansız hale gelir. Dediklerine inanmak zorunda kalır. Aile bireyleri birbirinden habersiz bağımsız ve özgür hale gelirler. Bu özgürlük zayıf iradeli insanları çabuk yoldan çıkarır. Çünkü artık çocuklar şehir hayatında eriyip akmaya başlarlar. Şehir onları dönüştürüp değiştirerek başka bir hale sokar.
Bu hal onları başka bir kültüre evirir. Çünkü zaman öyle bir hızla akıyor ki, hiç kimseyi arkasından koşmakla yakalayıp tutamazsınız. Zaman aktıkça ömür suda eriyip kaybolan sabun gibi, eriyip gidiyor. Herkes hayatını bildiği gibi yaşıyor. Bütün değerleri bir bir yıkılıp yok olurken, onlar bunu bir başkasının hayat hikayesinden oluşmuş bir film gibi uzaktan seyredip hayatlarını bitirip gidiyorlar. Dolayısıyla onların kültürü de bu olmuş oluyor. Adına da kötü kader diyorlar.
Bu gün buna verilecek en güzel cevap cehalettir. Benim ilkokula gittiğim yıllarda öğretmenlerimiz bize İstanbul dil ve lehçesiyle okuyup yazmamızı isterlerdi.
Eskiden İstanbul, Anadolu şehirlerimize, örnek olan büyük bir kültür merkeziydi. Ama şimdi İstanbul’un her bir köşesi bir değişik kültür kaosu yaşamaktadır. Aldığı göç nedeniyle kirlilik mevcut. Onun ne köy hayatı, ne de şehir hayatı yaşanıyor. Hiçbir insani ve kültürel değeri olmayan, bu koca şehir büyük bir köy halini yaşıyor.
Eskiden İstanbul dışından, İstanbul’a gelmek isteyenler, İstanbul’a uyum sağlayamayıp yalnızlık çekerim korkusuyla kolay kolay cesaret edip gidemezlerdi. Ama şimdi yolgeçen hanı oldu. Herkes elini kolunu sallayarak, sanki bitişikteki komşu köye gider gibi gidiliyor.
Bol kazanç ve daha kolay yaşamak için herkes bildiği bir hemşerisini, akrabasını, hısımlarını eşini dostunu kendine örnek alarak gittikleri büyük şehirlere kolay kolay adapte olup uyum sağlayamıyorlar. Adeta sudan çıkmış balık gibi yaşama arzusuyla çırpınıp duruyorlar. Kanatları kırılmış kuş gibi uçup kurtulamadıkları gibi de içinde yaşadıkları şehir hayatını da bala batmış sinekler gibi her geçen gün çirkinleştiriyorlar.
Günümüzde herkes planlı programlı şehirleşme yerine önceliğini paradan yana kullanıp, rant elde edip daha fazla para kazanmak olduğundan asalet, nezaket, centilmenlik, incelik ve zarafet hiç kimsenin umurunda değil. Olmadığı içinde sayıları çoğaldıkça her geçen gün koca şehirlerin zamanla kazanılmış her türlü kültürü ve kazanılmış insani ve ahlaki değerlerinin hepsini alt üst edilip bir bir yıkılıp yok ediliyor. Her şeyimizi miras harcar gibi harcayıp yok ediyoruz. Halbuki kültür, insanlığın en büyük kazanımı en büyük zenginliğidir.
Kalıcı kültüre sahip olunan toplumlarda kanuna yasaya gerek kalmadan insanlar kendi haklarına riayet ederek yaşarlarken, aynı zamanda da adaletli yaşamayı da öğrenip öğretirler.
Kültürel zenginliğin ne olduğunu anlamayanlar, şehir kültürüne katkı sağlamadıkları gibi, bir de yaşadıkları şehrin oluşmuş kalıcı kültürünü bozup, tamamen yozlaştırıp kendi köy kültürlerini şehre enjekte edip bozmaya çalışırlar.
Bozulan kültürel değerlerin başında ahlaki değerler, ailevi değerler, ticari değerler, bireysel değerler, dini ve inanç sistemine bağlı kutsal değerler gibi vs. tüm değerlerin hepsi bir bir yıkılıp yok oluyor. Çünkü şehrin zor yaşamı hepimizi zorluyor. Şehir kültürüne uyum sağlayıp yaşayanların her geçen gün sayıları azalıyor.
Halbuki toplumlar kurallara uygun yaşadıkları zaman, güven içinde olduklarından her türlü üretim artar. Toplum ekonomik ve kültürel olarak ayağa kalkıp koşar.
Düzensiz, kuralsız toplumlarda kalabalığın oluşturduğu yalnızlıkta herkes ailevi kontrolden uzaklaşıp, özgürleştikçe de daha fazla hırçınlaşırlar. Kendi varlıklarını sürdürüp, geldikleri yerdeki hayat tarzını başkalarına kabul ettirmek içinde kendilerini tehlikeye atıp zor kullanmaya başlıyorlar. Ve sonunda da insanları suça meyilli hale getiriyorlar.
Bu arada büyük şehirlerin ışıklı cazibesine kapılan gençler her geçen gün biraz daha bireyselleşip aileden uzaklaşıp aile baskısı ve kontrolünden kurtulup kendilerini daha çok özgürleştirirler. Bu özgürlük toplumun düzenini bozup, asayişini zorlaştırır. Başıbozukluğu artırarak herkesi patlamaya hazır, bir canavar haline getirir.
Şehre atfedilen medeniyetten, medenileşmekten şehir halkını uzaklaştırır. İnsani değerler aşınıp yıpranarak zamanla da yok olur. Yozlaşma başlar. Sevgisizlik, hoşgörüsüzlük artıkça artar.
Bunun önlenmesi için de en başta alınması gereken tedbir, herkesin doğduğu yerde karnının doyurulup, orada yaşaması sağlanması gerekir. Bunun içinde sanayileşip, zenginleşmeyi büyük şehirlerin çevresindeki il, ilçe ve köylerden başlamalıyız ki, köyden şehirlere olan göçü durdurup yada azaltarak hayatı normale döndürebilelim.
Devleti yönetmek isteyen herkesin her şeyden önce iyi bir insan olmalı ki, devleti iyi yönetsin. Çünkü İyi bir insan olunmadan iyi bir yönetici, iyi bir devlet adamı olunmaz.
İyi bir insanın olmanın yolu, temiz çevrede, temiz toplum içinde yaşarken her şeyden önce insan hak ve hürriyetine, adalete önem verip saygılı olup, sevgi içerisinde yaşamasıyla, tüm varlıkları koruyup yaşatmasıyla, yaşadığı çevreye, doğaya iklime uyum sağlayıp yaşamayı öğrenmesiyle, geçmişine saygı duyup geleceğini yaşatmanın yollarını arayıp bulmakla olur. İyi yetişmekle olunur. Çünkü eğitimin kültürün başlayıp oluşması ana rahminde başlar ve ölünceye kadar da devam eder. Onun için insanın üstüne giyebileceği en güzel elbise, güzel ahlaklı olmaktır.
En büyük insani değerde, en büyük insani değerde, en büyük servette, en büyük varlıkta, en büyük zenginlikte bu giyineceği güzel ahlak elbisesinin içinde mevcuttur. Her haliyle bu güzellikler kişinin yüzüne yansır. Çünkü böyle bir kişinin kalbi, düşüncesi, fikri, karakteri, kültürü görüntüsü her şeyi güzel olur.
Allah hiçbir kulunu, yaşayıp varlığını sürdürmeyeceği bir yerde dünyaya getirip, onu orada zorla yaşatmaya çalışmaz. Çünkü doğa herkesi doğduğu yerde yaşatıp doyurmaya muktedirdir. Ama her şeye rağmen yine de Allah bizi özgür bırakarak dünyanın her yerinde yaşayıp varlığımızı sürdürmeye yetkiliyiz. Haktan ruhsatımız var. Onun için denmiştir ki, memleketin doğduğun yer değil, karnını doyurduğu yerdir, denilmiştir.
Devleti adaletle yönetip, devletin gelirlerini adaletle dağıtan kimseler adaleti sağladıklarında devletin her yeri aynı anda kalkınır. Memleketin her yerine eşit hizmet sunulursa, her yer bir olur. Herkes hakkına rıza gösterip şikayette bulunmaz. Göç durur. Herkes kendi özgür iradesiyle de özgür yaşamını sağlamış olur.
Tarih ve kültür, ruhların toprağa kök salmasıyla oluşur. Aynı bölgede doğup yaşayan insanların kökleri derin, gelenek ve görenekleri sağlam, dini veya başka inançları evrensel değerlere ulaşıp dünya çapında bir insan olarak yaşamış olurlar.
Sevgi, hoşgörü ve muhabbet içinde insancıl olmak her şeyi çözüp hayatı kolaylaştırırken, hırs, kin ve nefret gibi kötü duygu ve düşüncelerde insanları birbirine düşürüp hayatı – yaşamı o denli zorlaştırır. O denli zorlaşan hayat çekilmez hale gelir. Yaşayacağımız şu kısacık dünya hayatı bize zehir olur.
Bütün kötülüklerin anası yokluk ve kötü düşüncelerdir. Bütün insanları bir araya getirip, özgürce tüm varlıkların arlığını sürdürebilmeleri için yaşadığımız hayat içinde karşılaşacağımız her türlü yokluğun ve kötülüğün yok edilip, her türlü zenginliğin kazanılıp elde edilmesini sağlayıp büyültecek olan da hakça sağlanan adalettir. O da mülkün temelini oluşturur. Temel ne kadar sağlam olursa, üzerinde yükselecek olan eserde o denli sağlam ve güçlü olur.
İnsanlarda o denli sevecen, paylaşımcı ve kaynaşmacı olurlar.
Burada devlet başkanına düşen görev; ehil olan insanlarla çalışıp, hakkaniyete uygun adil olup, adaletle iş yapmasıdır. İnsanı, insan bilip, devleti istişare yoluyla yönetmek, devleti güçlendirip, ömrünü uzatmaktır. Vatandaşlar arasında temel ilke tarafsız olmaktır. Bunu koruyup yaşamak insanlıktır.
Öfkeyle devlet yönetilmez. Öfke insanın ve devletin ömrünü kısaltır.
29.02.2016 /03.03.2016
Cahit KARAÇ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.