- 802 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
BİR SATIR VE NE ÇOK SIR...
Hiçbir tümlecin, hiçbir bağlacın anlık saldırısına maruz kalmadan, tüm yalıtılmışlığımı kar bildiğim derin bir peyzajda gönülsüz bir hutbeye rast gelmişken; ansız bir çağrının, günü birlik kıvılcımından kopup geldiğim bir hezeyan iken saklı onca hatıratın indinde gölgelendiğim kopuk bir coğrafyada yok olmanın bedelini yine önyargıların taarruzuna denk düşüp, kırdığım bir zincirin kopmaya muktedir kaçıncı halkası isem…
İmlerle süslenen ruhsuz cümleler kadar kırılganım ve naif bir kelebek kadar asil ve ölümlü şu düşlerin aymazlığını kana kana içsem de, külfetin en ağırı heybemde, insan olmanın da ötesinde, hissetmek kadar yorucu bir gölgeye denk gelip de kanıksadığımdan öte kanıtlamakla sorumlu kılındığım hangi celse ise biteviye soluklandığım o dar ve karanlık koridorlarda ansızın haykırdığım bir çığlıktan öte yine insanlık namına suskunluğa bürünmek ise tecellisi bu anlamsız gidişatın.
Yana yakıla ararken anlamını günlük kaygılardan uzak kılınmak adına yolum düşmüşken sevginin kutsallığını yüreğinde saklı tutan, basireti bağlanmış bir duygudan çıkıp yola, çoğaldığım bir akşamın güncesinde, sere serpe beyan etmişken maruzatını yine insan olmanın bilincinde, uğradığım o bilinç kaybı kadar tutarsız bir izlek, maruz kalmanın da ötesinde ebedi sürgünden kendimi alıkoyamadığım.
Çizmeyi aşan hangi beyanatı ise şu günlük iştigal ettiğimiz beşeri üzünçler: Kâh yalıtılmışlığı kar sayan bir yalnızlık iken peyda olan kâh dürtülerin işgali ile peyder pey ürettiğim/iz insanlık makamını haram kılan düş sihirbazları.
Her düşünceyi başka alanlara kaydıran ve gündelik sorumlulukları yok sayıp da esefle kınarken sağalmamak üzere esir düştüğüm/üz.
Sükûtun ikrardan sayıldığı bir mecradan öte, sessizliğin o kutsal tınısı yine en derinden çalan sessiz şarkılardan mütereddit nakaratlara her yolumuz düştüğünde ve tekerrür eden sayısız tahakküm kadar acımasız.
Sorumlu kılınmaktan bin beter sorun addedilen.
Ölüm bir kurtuluş iken yaşamayı seçmek mi suçu daim kılan?
Yine de şükür duygusuna sıkı sıkı sarılıp, sonsuzluğa namzet bir yolculuğun hayali ile ölümü teğet geçmekten aciz şu bedenlerimizde can bulan fani yaşanmışlıklar ya da yaşatmaya muktedir ama yaşamaktan bihaber.
Anlamsız tınısı mı ahvalin, günü birlik kazanımlar mı, tüm yoldan çıkmışlığımızı bertaraf eden bir isyan kadar da akla zarar…
Bir milat mı bir yok oluş mu?
Bir ritüel mi yoksa anbean yaşadıklarımızı yok sayıp, yeni baştan müdahil olduğumuz?
Bir sağanak mı bir sığınak mı şu ölgün rahmetini haiz olmaktan da öte konuşlandığımız hangi gönül pınarı ise yine nefesimizi kesen?
Bir satır ve ne çok sır…
Yolgeçen hanı oysa her bir imge ya esaretini asla yadsıyamayacağımız onca ikilem iken bizler bir iklimden diğerine seğirtirken üstelik günün tekelinde ve ömrün sarkacı iken savrulduğumuz o boyutsuz sancıyı mızrap belleyip de, sığdaki varlığımızı enginlere taşıyan…
Huzur nakşederken, o dinginlik ki ruhun tek gıdası ve sevgiyle beslenen bir ömrü yâd edip yolumuz düşmüşken çorak bir gönül kadar gıybet ve nefreti rahmet bellemiş.
İnsanlığın coğrafyasında, aşkların tezahüratı ile dirildiğimiz bir mihenk taşı, yine rast geldiğimiz o coşku kadar keyfe keder bir bağnazlığı tıkıştırırken o rahvan buluta.
Aşkı mimlemişken şeytan ve rahmetini sevginin en ağır yük sayıp, asmışken kör bir telaşla ipine gök kubbe kadar isyan yüklü iken evren hele ki çatık kaşları o mahcubiyetin ve en kırılgan maruzatı yine aşkın indinde ve bilinmezinde hele ki ruhani bir coşkuyu yok sayan oncası: İnsanlığı satan bir imleç kadar riya dolu, çeperi kırık bir gölge kadar da kayıp…
Yâd edilen hangi mizaç olabilir ki, olumsuzluğun en anlamlı tınısı yine de bihaber iken o asil ve zarif yüklü taarruzuna sığdıramadığımız bedelini ve ödemekle yükümlü olduğumuz ölüm öncesi.
Sıradan bir sıra dışılığın bile boyutsuz güncesi o tamahkâr insan izlekleri ve suskunluğunu mazeret beyan eden bir yalnızlık kadar da sıra dışı bir sıradanlık…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.