- 645 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Gün, sevilemeyen.
Günün gecesinde, doğu tarafından çatıları yalayan güneşin kırıtması ile suyu ateşe koydum. Su kaynarken inceden bir sigara yakmak en mantıklısıydı. Sigaranın duman ile dans etmesine şahit olması için, orta yolu buldum. Sigarayı ateşe kavuşturunca, bir ihanet gibi sallandırdım dumanı gökyüzüne. Güneşin dumanı yakışını izledim sessizden. Derin yakma eylemleri sonucu bitik sigarayı sallandırdım camdan aşağıya. Düşerken, ağladığını gördüm sönük gözlerinde. Çok rast gelmiştim bu duruma. Düşerken ağladığımı gördüğüm olmuştu. Sigaranın sırt üstü düşüşü benim kaburgalarımı kırdı. Güneş artık yüzüme sırnaşacak hale gelmişti bulutların ardından. Güneşle az biraz seviştikten sonra kafamı gökyüzünden yer yüzüne çevirdim. İnsanlar. Asla yüzü gülmeyen, kafasındaki deli soruların zangır zangır titrediği, her sorudan sonra cevap bulamayan insanlar. Oradan oraya, ne yaptıkları belli olmadığı halde kısa süreli göç eden insanlar. Dertleri yüzündeki keskin hayalleri kaplamış, yerlerine çizgileri biçilmişti. Sorunun tam olarak nereden kaynaklandığını araştırdığımda almıştım en haso cevabı. Ruh, ölmüş leşten başka bir şey değildi onlar için. Her şey paradan geçiyordu. Geçim derdi, yaşama sıkıntısı, çocuk bakımı, ölüm dahi paraydı. Öyle ki, paraya Allah diyen insanlar, paraya kavuşamadılar. Felsefi bir görüşün altında hiç edilirken insanlar bu şehrin alt katlarında; Üst kattakiler aşağıya, bize bakıp eğlencelerini sürdürüyorlardı. Bu şehrin hikayesi buydu. İki katlıydı bu şehir. Üst katta parayı döndürenler, alt katta ise para uğruna dönenler. Üst kat benim için sadece boşluğu ifade ediyordu. Alt katında farkı yoktu bu durumdan. Arafta, iki katın ortasındaydım.
Çayın suyu kaynamıştı. Ürkek, ve ürkekliğin verdiği kendinden emin bir korkunçluk ile bağırıyordu. Şehir bu kaynama sesini duymuştu. Kimse aldırmamıştı. Ateş geçen suyu çay ile kavuşturup yeni bir su ateşlemeye koyuldum. Bu şehrin tek sevdiğim yanı çocuklardı. Her hangi bir kaygıları olmadan, bulutlara çizgiler sallayıp façalarını bozarken, kimse gıkını çıkarmıyordu. Annelerinden gizli yapıyordu bunu çocuklar. Duyunca döverler zannediyorlardı. Umurlarında değildi bile. Sadece yapıyorlardı kimseye hesap vermeden. Çocukların kimisi ağbilerden daha ağbi, ablalardan tonca anneydi. Bir kaç yıl sonrasını düşünüp onlar adına üzülmeye koyuldum.
Güneş penceremden sol falso ile gözlerime bakıyordu.
Kaynayan çayı sevgiliye hasret biçimi önce bardağa ardından kaynar suya koydum. Mavi bardak kara çay ile hafif lacimsi tad aldı. Çayın tadı gayet sarhoş edici biçimde tasarlanmış, ateşi ise gözdeki karanlığı temizleyecek düzeyde hazırlanmıştı. Bir sigara daha ateşleyip yanında çay içmeye koyuldum. Çayı sigara ile mi, sigarayı çay ile mi tüketiyordum, umrumda değildi. Fakat bunun güne uyanış ile alakası olduğunu biliyordum. Güneş ateşini masmavi yüze sunmuş, bembeyaz makyajın arasından her damlasıyla savaşını veriyordu. Bir kaç dakika sonra odamdaki saat çalmaya başladı. Kalktım ve yavaştan adımları sunmaya başladım. Yaklaştıkça daha derin bağıran saatin korkusunu gözlüyordum. Derin bir kaos vardı saatin yelkovanında. Akrep başını çoktan eğmiş, derin sessizlikle boğuşuyordu. Saati sessizliğe kavuşturduktan sonra, uykuya daldı yorgun akrep. Yelkovan ise arada sırada akrebi dürtmeye, ardından onu bir adım atmaya zorluyordu. Ve sonra tekrar uyku komaları başlıyordu akrep için.Saati susturduktan sonra, kendileri arasında duyulabilen bir kavga başlamıştı. Derin bir suskunluk kaplamıştı. Suyun ateşi, sigaranın fısıltısı, saatin içindeki kaos, garip sessizlik almıştı. Güneşe tokat atmış gri bir bulut süzülüyordu gökyüzünde. Öyle ki; Gülümsedim. En sevdiğim saatler geliyordu benim için. Ruhumun dışa yansıması gibi. Ruhumda gece gökyüzünden nefretimin dökülmesi vardı, gördüğümde gri günün üstüne suların dökülmesi. Camdan dışarı baktığımda suratıma değen, düştüğünde yakan damlacıklar belirgendi. Bir sigara daha yandı çehreme. Suya inat ateşi tetikleyip müthiş bir savaş başlatıyordum. Her iç çekişimde sigaranın ateşi kulağıma derin şarkılar okuyordu. Yağmurun ateşe deyip ateşi söndürme çalışması, ateşi hayata döndürüp biraz daha zehir yüklenmem, tam anlamıyla bir Fin destanından öte değildi. Göz bebeklerim ıslanmış, çapaklarıma kadar sırılsıklamdım. Ateşi çiziyordum ruhumun karanlığına. Karanlığımın ateşi yuttuğunu biliyordum. Sönüyordu sigara. Kazanmıştı bu savaşı yağmur. Kazanma belirtisi olarak daha hızlı savurdu damlalarını. Etrafta koşuşturan insanlar, yağmur canavarının altında yok olmak istemeyen ruhlar vardı. Sokağa çıkma zamanı gelmişti.
Gün benim için, yağmurlu başlıyordu.
Nacizane,
Manah.
YORUMLAR
Gün sevilmeyen de, hayat şartları akış ağlırığından olsa gerek. Aslında her gün dönüşü olmayan yıllara gizlenmekte. Çay tiryakisi olarak çay faslınızda geçen anlar ne hoştu , tam da çayımı içerken güzel bir anlatımlı yazınızı keyifle okudum.
Bu şehrin tek sevdiğim yanı çocuklardı derken, bende Dünya çocuklarla güzel diyorum.
Gün benim için, yağmurlu başlıyordu, yağmurlardan sonra gök kuşağının renkleri var nasılsa. Her kalemln izlerinde farklı dünyalar...
Tebrik ederim
Saygılar...
Sermestsel
Dünya veya başka bir şey, bir yerde çocuk olduğu zaman, elbette her yer güzel.
Gökkuşağı benden uzak. Uzun zamandır görmüyorum.
Ben teşekkürlerimi sunarım.
Saygılar...