- 802 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aşk bir yudum su gibi...
Susuzluktan çöle dönmüştü yüreği. Bir yudum sevgi bile umman gibi rahatlatacaktı genç adamı. Bu zarfın içinden bir yudum sevgi mi çıkacaktı? Yoksa bir doktorun hastasına reçetesi mi? İyilik için elini uzatan bu kadını istemiyordu genç adam. Bir umut ışığı arıyordu şu elindeki zarfta... Elinde tuttuğu şu mektup, serap olsun istiyordu. Çölde su arayan dervişe görünen bir pınar...
Sibel Hanımın, sevgili doktorunun o güzel olmayan ama genç adama dünya güzeli kadar güzel görünen yüzü zarfın üzerine gelip konmuştu şimdi. Susuz insana uzatılan bir bardak su gibi... Açlıktan ölecek bir zavallıya verilen bir lokma ekmek gibi... Bir yudum sevgi, sadece bir yudum su...
İri gözleri uzun kirpikleri simsiyah saçları, büyüğe yakın bir ağız ve kalın dudakları ile çirkin olmayan ama bir çekiciliği de olmayan ablak bir yüz. Halil’i çeken bir şeyler vardı bu yüzde. Su yeşili gözler, pek bir manidar bakıyordu. O yeşil gözler ve annesi.
Anacığını görüyordu her baktığında. Ama bu artık acı veriyordu, her baktığı yerde annesini görmek istemiyordu. Daralıyordu, kerpetenlerle sıkıştırılıyordu adeta kalbi. Pusulasını çevirmişti aşka. Kalbinin pusulası aşkı gösteriyordu. Artık ne acımak ne de acınmak istiyordu. Salya sümük bir hayatı taşımaktan bıkmıştı. Biraz nefes almak istiyordu. Boğuluyordu. Bu mektuptan aşk çıkmalıydı. Merhamete değil sevilmeye ihtiyacı vardı. Belki de her ikisinede. Neden olmasın ne güzel işte çifte saadet. Aşk ve merhamet...
Aşık olmak istiyordu ama acınmak istemiyordu. Doktoru kendisine acıyor olmalıydı. Neden gelip evini temizlesin ki. Kimseden merhamet istemiyordu. Birisi O’nu sevsin istiyordu. Saçlarının sevgiden okşanmasına ihtiyacı vardı. Babasından sevgi görmemişti. Gerçi merhamet de görmemişti. Konu komşu herkes acımıştı genç adama. Çocukluğundan itibaren daima acıyan gözlerle bakmışlardı hep. Sadece tek bir kişi sevmişti. O’da zavallı gariban anacığı...
Mektubu açamadı, kalktı masanın üzerine bıraktı. Hayal kırıklığından korkuyordu. Vefalı bir sevgili o kadar uzak bir hayaldi ki. Kabuslardan uyanıp toz pembe bir rüya görmek ne kadar uzaktı genç adama. Delirmeye ramak kalmıştı. Şu saatten sonra kim çekerdi kahrını. Tamamen zırvalıyordu, deli saçması işte. Yüksek sesle (Nâbî) okumaya başladı, aklında kalan dizeyi:
Bende yok sabr u sükûn sende vefâdan zerre
İki yoktan ne çıkar fikr edelim bir kerre"
Camın önüne geçti ve sanki odada biri varmış gibi, gizlenir gibi, saklanarak utanç duyarak elinin tersiyle çabuk çabuk sildi gözlerini. Düğüm düğüm oldu, dizildi boğazına hem aşk hem merhamet. Utanıyordu ağlamaktan. Utanıyordu aşk dilenmekten. Hakkı olmayan bir şeyi isteyen biri gibi utanıyordu. Doktoru ve aşk. Ne kadar komikti. Ve ne kadar acınılası. Tiksinerek baktı camda yansıyan yüzüne. İğrenç bir merhamet dilencisiydi, başka bir şey değil. Acınmaktan nefret ediyordu ama o kadar çok ihtiyacı vardı ki acıyan merhamet eden bir sıcacık yüreğe... Adı aşk olsun istiyordu. Anne merhameti ve aşk. Birisi uçup gitmişti. Bir diğeri yüreğine gelsin konsun istiyordu. Ağlamaktan omuzları sarsılmaya, hıçkırıklar artık yükselmeye başlamıştı:
’Acımayın bana, acımayın!
’ ’Acımayın! ’ diye bağırdı ve yumruğunu indirdi cama...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.