- 456 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DİNAMOLU ÇELTİK
BİR ÇELTİK HİKAYESİ
Ümit babasının isteği üzerine dinomoyu kontrole gitmişti. Bu yıl artezyenden suyu dinoma ile çıkarmaya başlamışlardı. Kırk dönüm yeri aşağı yukarı on günde hazırlamışlar, dün öğlene yakın da dinomoyu kurup artezyenden suyu tavalara salmaya başlamışlardı. 10 luk su ile yerin tamamının dolması önceki yıllarda pancar motoruyla beş gün sürüyordu. Arazide kooperatif onbeş yıldır, bazı komşular beş yıldır nehirden ve artezyenlerden suyu elektrik dinomosuyla çekiyorlardı. Hayli ucuz ve daha güçlü çekiyordu elektrik dinomosu.
Babası da komşulardan bunu duyuyor ve seneye biz de Reşatlarla ortak bir trafo kurup hat çekersek elektriğe geçeriz diyordu, birkaç yıl böyle geçti. Bir yıl Reşat’ın eşinin hastalığı. Bir yıl da çeltiğin para etmemesi geciktirmişti hayallerini. Ama bu yıl kısmet oldu kurdular elektrik sistemini. Baştan biraz maliyetli oluyor ancak beş altı yılda kendini amorti edeceği yapılan hesaplarla ortaya çıkıyordu. Motor arıza yapıyor hem olmadık zamanda masraf çıkarıyor hem de iş kalıyordu. Çeltiğin susuz kalması bir yana ot sarıyordu, tarlaya atılan zehir boşa gidiyor günlerce çekilen zahmet ve masraf boşa gidiyordu. Pompanın bozulacak yeri fazla olmadığı gibi tamiri de ucuz ve çabuk oluyordu. Pompayı söküp arabanın bagajına koyuyor ve yarım saatte ilçeye varıyor, sen lokantada karnını doyuruncaya kadar usta gerekli bakımı yapıyor yok uzun sürecek gibiyse yedek pompalardan birini verip işine bakmalarını sağlıyordu. Bundan iyi sistem olur muydu. Yeterdi artık pancar motoruyla, Çin malı ucuz su motorlarıyla uğraştıkları.
Altında motorsikletle dört kilometre yolu almaya ne vardı. Akşam yemeğini yediği gibi kahve önüne uğramış bir çay içip arkadaşlarıyla şakalaştıktan sonra bir kaç dakikada tarlaya varmıştı. Babasının dediği gibi tiri patlama ihtimali olan yalpıdaki tavaları dolaştı, dinomonun yanına gidip suyun akışını seyretti ay ışığında, gecenin sessizliğinde dinomonun vınlamadan ibaret sesini dinledi hiç bir aksilik yoktu.
Pancar motoru olsa şimdi kendine has takırtısıyla ortalığı inletirdi. Artezyende su boldu. Dinomonun ucundaki boru dolu dolu akıyordu. Dördüncü günü bulmadan dolacaktı yer. Bu yıl yerin hazırlanması fazla zaman tuttu yağmurlardan dolayı. Babası bir kaç tiri yıkıp lazerle tavaları büyüttü. Tirlerin kapladığı alan da ekilmiş olacak verim artacaktı. Tavalardaki su gölleşmiş, ay ışığında yakamozlar oluşturuyordu. Büyük kanala attıkları cuvalların suda olup olmadığına bakmak üzere yürüdü. Bir an önce şişsinler ki ekim gecikmesin daha fazla. Ekimin gecikmesi kasım üzeri biçmeyi geciktiriyordu. Bir an önce toprakla buluşmalı tohum.
Liseyi bile bitirmedi. Köyü, köy hayatını seviyor ondan kopamıyordu. Bir kaç ay içinde daha lise birinci sınıftan terketti okulu, geldi köye. Babası da ona çiftçiliğin çeltikçiliğin bütün inceliklerini öğretti üç yıl içinde. Madem okumayacak hayatını çiftçilikle kazanacak toprağı tanımalı; toprağın aldığını, verdiğini öğrenmeliydi.
Toprağı ne zaman ne kadar derinlikte sürmeli, tavaların düzlüğünü nasıl anlardı suyu salmadan tirlerin hangisi eski, hangisi gereksiz, hangi tavanın toprağı ne kadar ne tarafa çekilmeli... Gerçi lazerle yapılan düzlemelerde her şey kolaylaşmıştı. Bilgisayara girilen kodlarla yapılan lazer düzlemesinde hata payı neredeyse yok kadar azdı. Tohumların çimlenmesi, toprağa saçılması için uygun olup olmadıklarını nasıl anlardı. Dekara ne kadar tohum atılacağını nasıl belirler ve bunu nasıl ayarlardı. Birkaç yıldan beri bazı komşular tohumu da motorla saçtırmaya başlamışlardı. Bu yıl denemek üzere 10 dönümü motorla atıp otuz dönümü elle saçarız demişti babası. Ümit tamamının motorla ekilmesinden yanaydı. Çünkü çamurlu suda tohumu onlarca metre uzaktan taşımak torbaya doldurmak saçmak yorucu işti. Annesi de yardıma geliyordu öyle sıkışık günlerde ama artık ona da yazıktı. Ellisini geçmişti. Yaşıtları evde oturuyor, kıra gitmiyordu artık. Babasına bir kez daha motorla saçmayı teklif edecekti. Babası yeniliklere açıktı da tek ürün olması, tohumun pahalı olması tekrarını hem zaman yönünden hem masraf yönünden göze alamıyordu. Ya motorla düzgün atılmazsa diye söylenip duruyordu. Ne olursa olsun yarın bir kez daha teklif edecekti. Alem bütün tarlalarını motorla ekiyor, ektiriyordu. Hele zengin ve büyük çiftçiler gübreyi, zehiri de yaptırdıkları özel tekerlekler sayesinde kaç senedir motorla atıyorlardı. Artık zaman bunu gerektiriyordu. Galadaki büyük çeltikçiler çeltiği motorla ve fide olarak ekmeye de başlamışlar. Köyden hususi gidip izleyenler telefonla videoya kaydedenler olmuş, onlardan izlemişti. Artık olması gereken buydu. Eskisi gibi adam nerde...
Tirleri kürekle yaparlarmış dedeleri. Babası sık sık anlatırdı çocukluğundaki çeltikçiliği ve zorluklarını.
Ben daha beş altı yaşımda tanıştım çeltik işiyle; hiç bir şey yapamasak çeltiklere konan kuşları kaçırmak için teneke çalardık diyordu babası.
Daha neler anlatmazdı ki:
Zamanında atılmayan zehir; ot demektir. Her çıkan ot yeniden ve daha çok zehir atılacak demektir.
Su motoru yaz günü sübop kesmişti. Babasıyla motoru sökmüşler. Tamir etmişler sübop ayarını yapmaya çalışırlarken kolu yavaş yavaş çevirdiği sırada babasının elini krankın arasına sıkıştırmış, babasının bağırışıyla bırakmış kolu çevirmeyi. Neredeyse sağ elinin parmakları kırılacakmış babasının. Çeltiğe iki gün su verememişlerdi bu arıza yüzünden. O kadar önemli olmayan bu iki günden sonra gece gündüz çalıştırmışlardı motoru. Gece motor suyu kesmesin arıza yapmasın diye başını beklemiş, tarlada yatmıştı babası. Çünkü darıcan zehiri atmışlardı. Canlanmadan, çeltik boy atıp geçmeliydi darıcanı. Çeltik ve darıcan boy yarıştırır kim kimi geçerse gölgesine alır bir daha barıtmazdı bir diğerini. Kosayla üst vurmak da zor ki ne zor bele kadar çeltiğin içinde göl gibi çamurun içinde.
Motorlu kosalar çıkınca iş biraz hızlanmış olsa da sırtında gün boyu motorlu kosa ağırlaşıyor kulakları sağır eden sesi beynine işliyordu insanın.
Kayışa reçine sürerek kasnağa yapışması gerektiğini söylemiş. O gün neredeyse gözünü kayıştan ve kasnaklardan alamamaıştı. Öğlene doğru hem havanın ısınması hem de dönen kayışın sürtünmesiyle gevşediğine kanaat getirip reçine sürmüştü korka korka. Çünkü elini kayışa değdirmemeliydi. Koparır elini yoksa diye tembihlemişti babası. Reçine sürülünce motorun sesi değişmiş daha bir zorlanır olmuştu sanki kasnağı çevirmekte. Demek ki reçine işe yaramıştı. Bunu ikindiye doğru bir kez daha yineledi. Bu defa pompadan çıkan suyu hem önce hem de sonra kontrol etti. Daha ileriye dökülüyordu su reçineden sonra. Babasının tecrübeleri yavaş yavaş ona geçiyordu.
Ağabeyi orta okulda okuduğu için her zaman kıra gidemiyordu. Ben okuyacağım dediği için babası ona fazla güvenmiyor ve fazla iş vermiyordu. Nasıl olsa edindiği bilgileri kullanmayacaktı. Tabii bu demek değildi ki yaz tatillerinde köye döndüğünde hiç bir işe katılmıyor. Hatta traktörü sürüyordu ağabeyi. Büyüdüğünde o da sürecekti ağabeyi gibi. Gerçi ağabeyi de şimdilik sadece boş yolda sürüyordu. Tarlada sürme, tırmıklama, bıçak çekme gibi işleri en küçük amcasıyla, ortanca amcasının oğlu yapıyordu. Onlar iyice ustaydılar traktör sürme konusunda. Bıçakla düzleme, tir, kanal kenarı yapmada ustalaşmışlardı.
Dörtyüz dönüm çeltik yerini hazırlamak kolay iş değildi o zamanki motorlarla, bıçaklarla. Daha değil lazer; deve bile kullanılmıyordu düzlemede. Sadece pulluk, tırmık ve döner bıçaklar vardı. Tavaları düzlemek için ileri gidilir, tir ve kanal yapmak için geri geri itilirdi toprak. Sonra çukurlaşan, tümsekleşen yerleri tekrar sürüp çekmek gerekirdi. Kaz ayağı ile sürülünce düzleme kolaylaşırdı ikinci sürümde.
Bir gün motorun mazot hortumu patlamış ve mazot boşa akıp gittiği gibi tavalar da dolmamıştı. Başka bir yerde başka bir işteydiler o gün. Motor kendi kendine çalışmaya bırakılmıştı. Ancak ikindiye doğru gelebildikleri çeltik tarlasına daha varmadan motorun sesini duyamayınca bir aksilik olduğunu ikisi de farketmişlerdi babasıyla; halbuki depodaki mazot akşamı rahat etmeliydi. İşi anladıklarından motorun arıza yapmadığına, sadece hortumun patlamış olmasına şükrettiler. Şimdi köye gidip bakkaldan mazot hortumu almak lazımdı. Tam ortaya yakın bir yerlerden delinmişti. Rüzgarla sallanan hortum volanta sürtünmüş ve delinmişti. Sağlam kalan kısım işe yaramaz, depodan mazot çekişi yapamazdı motor.
Onca yorgunluğun ardından traktörle köye gitmek, hortumu alıp gelmek genç olarak yine Ümit’e düşmüştü. Geldiğinde hortumu bağlarlarken babası yine eskilerden bir olayı anlattı oğluna.
Yatık motorla su çektiğimiz yıllardaydı. Kayış kopmuş ve ek yapabilmek için kelepçeye ihtiyaç olmuştu. Yedekte kelepçe kalmadığından amcam köye gidip kelepçe almalıydı. Traktör, aktarmada koşulu olduğu için atla gitmeye karar verdi amcam. Ben de ata binmeyi istediğimden amcama birlikte gitmeyi teklif ettim. Amcam kendisine engel olacağımı düşünerek pek istemedi gitmemi onunla. Ancak eninde sonunda bu işler bize kalacaktı. Bir an önce beygir sürmeyi de onun kadar ustalıkla olmasa da sürmemiz gerektiğini düşünüp “Gel bakalım madem” dedi.
Çakal beygirin önüne beni oturttu. Köye bakkala kayış kelepçesi almaya gittik. Yol boyunca bana “İşte böyle motor suya koşulu olur, mazotu biter, lastiği patlar, ama beygir öyle mi? binersin üzerine deh dedin mi er ya da geç getirir seni gideceğin yere, çobanın hastalanır, koyunların başına bir şey gelir. Hepsine en kısa zamanda atla ulaşırsın. Köylük yerde beygir şarttır aga adama.”
Çakır beygir de öyle yabana atılacak cinsten değil besili, gösterişli hayvandı. Uysaldı da. “Yalnız bu sakinliğine güvenmeyeceksin. Onu yolda sürerken hoş tutacaksın, fazla hırpalarsan hayvan huzursuzlanır, seni sırtından atabilir. Ya da gemi azıya alırsa seni dinlemez kafasına göre hareket eder. Başını belaya sokar. Gemi kullanmak marifet ister. Sen hayvanı tanıyacaksın hayvan da seni. Birlikte rahat bir yolculuk yapacaksınız. Bir zaman sonra tanır üzerine bineni ve ona göre hareket eder.” deyip beygirinin gerekliliğini ve özelliklerini uzun uzadıya anlattı.
Amcam böyle tuhaf adamdı. Babama ya da küçük amcama kalsa traktörü kasnaktan söküp en kısa sürede köye gider kelepçeyi alıp gelirlerdi. Amcam sakin adam, aceleye gelmezdi. Biraz daha eski kafalı bir adamdı ağbeyi ve kardeşine göre. Ama bazen işe yarıyordu onun bu tavırları. Aceleye getirmez uzun uzadıya düşünür öyle karar verirdi önemli olaylarda.
O olmasa koyunları çoktan ya temelli satar ya da çok azaltırlardı. Gündüz onca yorgunluğun ardından çok zaman eve bile uğramadan eline bir dilim yağlı ekmeği kaptığı gibi ağıla gider, çobanlar gelmeden ağılda yapılacak işleri yapardı. Yeni doğan yavruları emzirir. Yemlikler ot koyar, hasta veya sakat koyunların durumunu kontrol ederdi. İyileşmesi zor koyunları keser yüzer, üçe taksim eder dağıtırdı kardeşler arasında.
Ne var ki gençlerin söylenmeleri günden güne artıyordu henüz amcanın kararını değiştirmeye ne kadar etki etmese de. Alem sefada oturur insan gibi iki laf ederler biz gece yarılarına kadar sineklerle boğuşarak koyun haydıyoruz. Düğün yarı olur biz üstümüzü başımızı temizleyip giyinip donanana kadar. Kimin umuru otur evde, ne işine giriyor alemin düğünü, muhabbeti, dedi kodusu. Peynirleri yerken, donakları alırken iyi ya deyip kapatılırdı konu amcası tarafından. Artık yetişmiş alaya çıkmış üç genç kız vardı amcamda, iki de ablamlar beş kız vardı. İşin her türlüsüne koşturan. Yazın sadece koyunlar, çeltik, değil ki iş. Hani gündondü, fasülye, susam, arpa, buğday, mısır. Ekmesi, çapası, biçmesi, yolması, harmanı... Biri bitmeden biri başlardı. Offf demeye meydan kalmadan ekin biçmekten gündöndü, fasülye çapası çıkardı. Ardından fasülye yolumu, sabah namazıyla çıkılır yola önceleri öküz arabasıyla, at arabasıyla, sonra traktör arabasının üzerinde uyuklaya uyuklaya tarlaya varılır, gün doğmadan birer ikişer çıkım bitirilirdi. Öğlen sıcağı bastımı bırakmak gerekir yolmayı. Başka iş çıkmazsa ne ala eve gidilir elini yüzünü temizleyip birkaç yudum öğlen yemeği yenir yatılırdı.
Erkekler kadınları tarlaya bırakır bırakmaz çeltiğe giderler ya da “erkek” diye biz erkek çocuklarından uygun olanı tarlaya bırakılırdı.
Bazen “Offf baba nerden aklına geliyor bunlar? Sen beni eskilerle yoruyorsun.” dese de babasının, dedesinin halalarının yaşadıklarını öğrenmek hoşuna gidiyor. Hatta zaman zaman babasını anlatması yönünde teşvik ediyordu. “Baba, vardır senin şimdi bu duruma anlatacağın bir anın!” der babasını coştururdu. Hele babası ona “Bırak şu işleri şimdi sırası değil sen beni amcamla karıştırma. O hemen ilk lafta askerliğinden başlardı anlatmaya. Adam dört yıl askerlik yapmış, Kırk yıl anlattı bitiremedi. Her günü her saniyesi aklına kazınmış askerliğin” derdi.
Yaz yağmuruna yakalandıkları bir günde yine amcası geldi aklına yıldırım dan korunmak için kaçmaya kalkar da düşer bir yerini kırarsan bir daha iyileşmezmiş kırılan yerin. O yüzden böyle havalarda hemen uygun bir yer bulup oturmak gerekirmiş. İşte amcanın hayat tecrübelerinden biri daha bize geçmiş oldu, dedi Ümit hafif bir tebessümle babasına bakarak.
Gübre attıkları bir gün öğlene doğru gübre atmaya ara verip yemeklerini yediler. Ümit babasını lafa tutup biraz daha oturup dinlenmeyi planlıyordu.
Baba be sıcak iyice bastı. Yorulduk da. Sen hele eskilerden bir şeyler daha anlat da dinlenelim dedi. Babası sen de iyi alıştın tembelliğe ha. Daha beş dönümü geçik yer var. Bitirip eve gitsek de evde dinlensek olmaz mı ne bu her gün gün boyu kırda olmaktan yoruldum yahu. Biz nerdeyse bu tarlalarda doğduk büyüdük. Artık yaşlandım da evde olmak, köyde olmak, insan içinde olmak istiyor insan dedi. Demesine de. Ümit off yine naza çektin kendini dedi.
Başladı eskilere dalıp anlatmaya babası yine. Anlaşıldı oğlan dinlenmek istiyor diye geçirip içinden.
Dedenlerin zamanında çeltikçilik bu kadar basit değildi. Gün boyu kırda tarlada olunacağı için yiyeceğin içeceğin, üst baş elbiseni koyman için bina yapılırdı. Binada bir tüplü ocak olur yemek pişerdi. En az bir ya da iki yatak alacak şekilde olurdu bina. Yamak veya yamaklar olur, motorcu olurdu ekilişin büyüklüğüne göre. Ergene ovasına bin dönüm çeltik ektikleri sene hayatımız çoluk çocuk kırlarda geçmişti. Çiftlik gibiydik adeta. Küçük amcamın yolda bulduğu köpek yavrusu binada büyüdü ve bekçilik yaptı malzemelere yaz boyunca. Fıçılar dolusu mazot, araba dolusu gübre olurdu binanın yanında. Binaya yakın bir yere kanal boyuna uygun bir bölüme soğan, mısır, kavun, karpuz, domates, biber, patlıcan ekilir dikilirdi. Bütün yaz sulanır, kazılır, gübrelenir; olduklarında da afiyetle ta çeltik harmanı sonuna kadar da yenirdi. Çeltik içinde yüzen onlarca ördek büyürdü, civcivler harmana kadar horoz olurdu çeltikte. Kırlarda doğal ortamda böceklerle beslenirlerdi. Köpek tilkilere karşı da korumaydı adeta bizim uyuduğumuz zamanlarda. “Motor beklemeden olmaz.” kuraldı. Motorun üzerine ağaç dallarından çardak yapılırdı havalar ısınır ısınmaz.
En çok sevdiğimiz sevindiğimiz de harman zamanıydı. O zaman bize bol bol traktör sürmek düşerdi. Demet taşırken traktörü kısa mesafeli olarak demet istifleri arasında sürerdik. İki üç kişi de arabayı yüklerdi. Harmanda batozun arkasından çıkan otları, sapları da traktörün arkasına kollara takılan sıyırgı ile uzaklaştırırdık. Batozdan üzerimize otlar dökülür içimize çeltiklarin tozu kaçar terledikçe acı acı kaşınırdık. İlk fırsatta su almaya diye kır çeşmelerine kaçardık ve hemen yalaklara dalıp çıkarak tozlardan arınırdır. Ya da öğlen akşam yemekleri için evde pişen yemekleri almaya gitmek için can atardık. Çünkü o zaman da kısa sürede de olsa banyoya girer çıkar yıkanırdık. Çok kaşındırır çeltik adamı. Şimdi biçer döğerden alıp kurutmaya koyuyoruz Kaşınmaya zaman kalmadan çeltik satılıyor depolanıyor. Aylar sürerdi, biçme taşıma, harman kaldırma. Kar yağardı demetlerin üzerine. Harmanda bekler saplar günlerce yağmur sebebiyle. Amele böyle günlerde para kazanamayınca tuttururiş isterüz demeye, hava açar çalışınca acıkır tutturur aş isterüz demeye. İllahla edersin çeltikçiliğe gel gelelim kış geçip dinlenince, ne geçen yılın yorgunluğu ne can sıkıntıları kalır akılda hepsi unutulur gider hava açar açmaz toprak tavına almaya yüz tuttuğunda kırda, tarlada tir, kanal, şarta, menfez, süzme yapımında bulurduk kendimizi.
Parası da bol olduğu için bu ürünü sevdi köylülerimiz ekmeyi dikmeyi. Makinelerimizi ve bilgimizi bu yönden ilerlettik. Her yıl biz çocukların yazınki yorgunluğunu unutturacak bir gönül hoşluğu sağlanırdı. Bisiklet en başta gelen istekti biz çocuklar için. Küçük amcam ve ortanca amcamın oğlu Hıdır binerdi en çok bisikletlere, güya bize alınmış olsa da. Ama onlar öğretirdi bize de binmeye. Her yıl seneye de binerler deyip boyumuzdan büyük bisikletler alınırdı. Diğeri zaten çoktan eskimiş olurdu beş kişi biz sürerdik. Ayrıca kızları ya da konu komşu çocuklarını da gezdirirdi amcamla, Hıdır ağbi bisikletlerle.
Enver ERKAN - 2015
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.