- 1290 Okunma
- 14 Yorum
- 1 Beğeni
YILDIK MI? ASLA. KORKTUK MU? HÂŞÂ.
18 Şubat 2016 Tarihinde Türkiye’de iki gazetenin( Zaman ve Cumhuriyet ) başlıkları aynıydı: ‘’Devletin Kalbine bomba’’
Evet, Ankara, devletin kalbiydi ve evet devletin kalbinde bir intihar eylemi yapılmış, bu eylem sonucu da çoğu askeri personel olan 28 canımız hayata gözlerini yumarken 61 canımız da yaralanmıştı.
Sözde birbirlerine tamamen zıt görüş ve düşünüşte olan iki gazetenin aynı anda harfi harfine aynı başlığı atmaları ilginçti. Aslında bu iki gazete 16 Şubatta da aynı manşeti kullanmıştı: ‘’Azez Düğümü’’
Hani ‘’Şeytan ayrıntıda gizlidir’’ Deriz ama bu ayrıntıya pek de kafamızı takmadık çünkü yaramız ve o yaranın doğurduğu acı büyüktü.
Artık her yerde, her ortamda Devletin kalbine konan bu bombayı konuşur olduk. Evet bir taraftan televizyonlarımızdaki dizileri, eğlence ve magazin programlarını seyretmeye devam ettik, bir yandan da bu bombaları konuştuk. Asıl faillerini, asıl suçlularını konuştuk.
Belki bir iki gün daha konuşacağız. Hatta şimdiden tekrar normal hayatlarımıza döndük bile. Yani bu büyük acının üzerinden daha üç gün geçmiş olmasına rağmen kıçımızın kıllarının ağardığına bakmadan en büyük derdimiz olan aşk meşk işlerimize yani aslî vazifelerimize(!) dönüş yaptık. Nasılsa bu iki gün içinde tüm kurtuluş çarelerini ortaya koymuş, bol bol ağlama ikonları, yas tutmaya davet mesajları, suçlanması gereken her kim varsa suçlama, Aziz Atatürk’ün ruhaniyetinden yardım talepleri, öfke patlamaları, kin kusma, hele hele de buzlu biralarımızı, mis gibi anason kokan rakılarımızı veyahut demli çaylarımızı yudumlarken ‘’ Uyan Türkiyem’’ de yazmıştık face book sayfalarımıza ve milleti uyanmaya davet etmiştik.
Dahası içimizdeki akiller, ‘’ Silahlı kuvvetler bi bok yiyemiyorlar. Bundan sonra iş silahsız kuvvatlere düşüyor’’ Diyerek Mayıs Ayıyla birlikte bizleri yeni bir Gezi kıyamına davet eden abilemiz de vardı. Tencere-tava setlerimizin vitrin raflarından indirileceği günleri sabırsızlıkla beklemeye başladık.
Haa unutmadan. Karikatürler de çizdik devletimizin ne kadar aciz olduğunu tüm dünya görsün de üstümüze kargalar bile gülsün diye.
Evet..En önemlisi de buydu işte. Ne kadar aciz bir devlet olduğumuzu dünya aleme ilan etmeliydik.
Gerçi millet olarak aciz değildik. Ahh ahhh bir uyanabilsek dünyanın anasını amuda dikerdik ama ısrarla, inatla uyumaya devam ediyorduk.
‘’O değil de eskiden biz böyle değildik yahu. Ne demekmiş memleketin göbeğinde intihar eylemi. O zamalar bizim MİTimiz, İç İşleri bakanlığımız, Emniyet Müdürlüklerimiz daha eylem yapılmadan şak diye enselerdi teröristi.’’ Diye geçmiş günleri özlemle yâd ettik.
Öyle ya
30 Haziran 1996 da Zeynep Kınacı adlı pkk teröristi Tunceli’de canlı bomba eylemi yaparak 9 asker ve polisi öldürmemiş, 29 kişiyi de yaralamamıştı (!)
25 Ekim 1996 da Leyla Kaplan adlı terörist Adana’da canlı bomba eyleminde 4 Polis, bir sivil vatandaşı öldürmemiş, 18 kişiyi de yaralamamıştı.(!)
29 Ekim 1996 da Güler Otaş adlı pkk lı kadın canlı bomba Sivas’ta altı kişi öldürüp on kişi yaralamamıştı(!)
Fatma Özen, Hüsniye Oruç, Hamdiye Kapan, Maral Maymak, Tacettin Şahin, Semiha Kılıç, Baki Tatlı, Gültekin Koç, Uğur Bülbül adlı teröristler de 1998-2001 yılları arasında herhangi bir canlı bomba eylemi yapmamışlardı(!) Bu tür eylemler sadece ve sadece 3 Kasım 2002 den sonra olmuştu.
Ayrıca dünyanın büyük devletleri bu tür terörist eylemlere karşı ne güzel önlemler alıyorlardı.
Durun bir bakayım. Mesela:
21 Aralık 1988 de Londra Heathrow Havalimanı’ndan New York John F. Kennedy Uluslararası Havaalanı’na sefer yapan Pan Am Havayolları’na ait Boeing 747-121 tipi uçağı patlatılmamış, 243 yolcu ve 16 mürettebatın tümü yaşamını yitirmemişti(!)
19 Eylül 1989 da Fransız UTA uçağında Bilma yakınında bomba patlaması sonucunda 171 kişi ölmemişti(!)
20 Mart 1995’te Japonya’da Tokyo metrosuna yapılan saldırıda 12 kişi ölmemişti(!)
19 Nisan 1995 de ABD de - Oklahoma City’ de Federal Binanın bomba yüklü kamyonla kısmen çökmesi ile sonuçlanan saldırıda 169 kişi ölmemiş, 675 kişi de yaralanmamıştı (!)
14-19 Haziran 1995 de Stavropol, Rusya’da Hastanede rehine alma eylemi ve iki başarısız kurtarma operasyonu neticesinde ÖLÜ: 143, YARALI: 435 değildi (!)
07.08.1998 da Kenya’da ABD Elçiliğine yapılan bombalı saldırıda 303 ölü, 4954 yaralı yoktu (!)
13 Eylül 1999 - Moskova, Rusya - Bir Apartmanın bombalanması sonucu - ÖLÜ: 130, YARALI: 150 değildi (!)
11 Eylül 2001 – ABD, New York’ta asla böyle bir olay olmadı: Ne demek yani CİA gibi, FBI gibi dünyanın en büyük haber alma ve polis teşkilatının olduğu ülkede sonucu 2993 ölü, 8900 yaralı olan bir terörist saldırı (!) Böyle şeyler ancak bizim ülkemizde olur. Çünkü biz aciziz ya da baştakilerimiz uyuyor. Onların ki öyle mi? Hele de bu terörist uçaklardan birinin Pentagon’a çarpması? Yok, böyle bir şey olmadı. Olsaydı devlet başkanları anında istifa ederdi. Bizimkiler gibi koltuklarına çakılıp kalmazlardı (!)
Şunlar da asla yaşanmadı tabii ki:
23-26 Ekim 2002 - Moskova, Rusya - Tiyatro’da rehine alma ve kurtarma operasyonu. ÖLÜ: 170, YARALI: 656 (Ölen 41 terörist dahil).
19 Ağustos 2002 - Khankala, Çeçenistan, Rusya -- Rus birliğini taşıyan MI-26 helikopterinin roketle inişten kısa süre önce düşürülmesi- ÖLÜ: 127, YARALI: 14
11 Mart 2004 - Madrid, İspanya. 4 trenin bombalanması. 191 ölü, 1876 yaralı
1-3 Eylül 2004 - Beslan, Kuzey Osetya. Beslan okul katliamı , 372 ölü, 747 kişi yaralı
7 Temmuz 2005 Tarihinde Londra’da dört ayrı metro istasyonu ve bir çiftkatlı otobüse saldırı sonucu yüzlerce ölü…
13 Kasım 2015- Paris Metrosu ve başka yerlere yapılan saldırılar: saldırılarda 129 ölü,352 yaralı…
Bunların hiç biri yaşanmadı(!) o gelişmiş ülkelede. Yaşansaydı duyardık hükümetlerinin istifa ettiğini. Ya da en azından onların mizah dergilerinde de devletleriyle alay eden karikatürler görebilirdik. Hatta yayın yasağı filan da görme imkanımız olurdu belki ama görmedik(!)
Neyse…Ben sözlerimi Nutuktan, yaptığım bir alıntıyla devam ettireyim.
Atatürk diyor ki:
‘’……..Düşünülen kurtuluş çareler: Efendiler, müsaade buyurursanız size bir sual sorayım: Bu vaziyet karşısında halâs için, nasıl bir karar varidi hâtır olabilirdi?
İzah ettiğim malûmat ve müşahedata göre üç nevi karar ortaya atılmıştı:
Birincisi, İngiltere himayesini talebetmek.
İkincisi, Amerika mandasını talebetmek.
Bu iki nevi karar sahipleri, Osmanlı Devletinin bir kül halinde muhafazasını düşünenlerdir. Osmanlı memalikinin muhtelif devletler beyninde taksiminden ise kül halinde, bir devletin tahtı himayesinde bulundurmayı tercih edenlerdir.
Üçüncü karar: mahallî halâs çarelerine matuftur. Meselâ; bazı mıntakalar, kendilerinin Osmanlı Devletinden fekkedileceği nazariyesine karşı ondan ayrılmamak tedbirlerine tevessül ediyor. Bazı mıntakalar da, Osmanlı Devletinin imha ve Osmanlı memleketlerinin taksim olunacağını emrivaki kabul ederek kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar.
Bu üç nevi kararın esbabı mucibesi vermiş olduğum izahat mevanında mevcuttur.
Benim kararım : Efendiler, ben, bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü, bu kararların istinadettiği bütün deliller ve mantıklar çürüktü, esassız idi. Hakikati halde, içinde bulunduğumuz tarihte, Osmanlı Devletinin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türkün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele, bunun da taksimini teminle uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun istiklâli, padişah, halife, hükümet, bunlar hepsi medlûlü kalmamış birtakım bimana elfazdan ibaretti.
Nenin ve kimin masuniyeti için kimden ve ne muavenet talebolunmak isteniyordu?
O halde ciddî ve hakiki karar ne olabilirdi?
Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hâkimiyeti milliyeye müstenit, bilâkaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek!
İşte, daha, İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsunda Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar bu karar olmuştur.
B u kararın istinad ettiği en kuvvetli muhakeme ve mantık şu idi:
Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak istiklâli tamme malikiyetle temin olunabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun istiklâlden mahrum bir millet, be- şeriyeti mütemedcnae muvacehesinde uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye kesbi liyakat edemez.
Ecnebi bir devletsı himaye ve sahabetini kabul etmek insanlık evsafından mahrumiyeti, aczü meskeneti itiraftan başka bir şey değildir. Filhakika bu derekeye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir ecnebi efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Halbuki Türkün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evlâdır!
Binaenaleyh, YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM !
İşte halâsı hakiki istiyenlerin parolası bu olacaktı. Bir an için, bu kararın tatbikatında ademi muvaffakiyete duçar olunacağını farz edelim! Ne olacaktı? Esaret!
Peki Efendim. Diğer kararlara mutavaat halinde netice bunun aynı değil miydi! Şu fark ile ki, istiklâli için ölümü göze alan millet, insanlık haysiyet ve şerefinin icabı olan bütün fedakârlığı yapmakla müteselli olur ve bittabi esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete nazaran yâr ve ağyar nazarındaki mevkii farklı olur…..’’
1919 larda ‘’Ya İstiklal Ya Ölüm ‘’Demişiz.
2016 da ölümden mi korkuyoruz yani? Nedir bu telaş? Nedir bu ürkeklik, korkaklık? Askere gönderdiğimiz evlatlarımızı düğünle, bayramla o ocağa gönderen bizlere ne oldu böyle? Neden boyunlarımızı eğdik?
Biz mi düşünmeliyiz kara kara,yoksa düşmanlarımız mı?
Bence onlar düşünsün. Neden mi?
Kısa bir anıyla noktalayayım da herkes anlasın neden düşmanlarımızın ‘’ Ne olacak bundan sonra?’’ Diye düşünmeleri gerektiğini.
2004 yılında bir gün büyük oğlum neşeyle geldi eve.
-Baba ben askerliğimi iki sene tecil ettirdim.
Öfkeyle fırladım yerimden.
-Sebep? O iki senede ne halt etmeyi düşünüyorsun ki askerliğini tecil ettirdin?
-Kpss ye çalışacağım.
-Neyse…Hoşuma gitmedi ama yine de makul ve mantıklı bir sebep.
İşte bu süre zarfında ailem dağılmaya başlamıştı. Bir gün oğlum yine geldi.
-Baba ben tecili kaldırdım. Askere gidiyorum.
Sessiz sedasız, arkasından sadece dua ederek gönderdik askere. O asker iken bir küçüğünün de teskere almasına bir kaç ay kalmıştı. Yani her iki oğlum da asker. Bu arada benim evlilikte ipler kopma noktasında. Hatta resmen kopmasa da fiiliyatta kopmuş vaziyette.
Büyük oğluma asker ocağında annesi ve benimle ilgili olarak kötü havadisler gittikçe iyice morali bozuldu tabii ki ve bir gün bana telefon etti.
-Baba ! Bir taraftan askerliğin zorluğu, bir taraftan sizin durumunuz. Ben dayanamıyorum artık. Kaçacağım askerlikten?
Çok şaşırdım ama tek bir cevabım oldu:
-Oğlum ! Bana tabut içinde cenazen gelsin, yeter ki askerden kaçtı haberin gelmesin. Sana bunu söylüyorum, başka da bir söz etmiyorum.
Çok şükür tabut içinde cenazesi de gelmedi, ‘’Askerden kaçtı’’ haberi de…
Şimdi anladınız mı neden düşmanın korkması gerektiğini.
Çünkü biz ölümden korkan, ürken bir millet değiliz.
Öyle yasmış, matemmiş onları da silin lügatlarınızdan. Yas,ölünün arkasından tutulur. Onlar ölü mü ki arkasından yas tutuyorsunuz.
‘’ Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.’’ ( Bakara suresi 154. Ayet ) Ayetine imanınıza ne oldu?
Her ne kadar sosyal paylaşım sitelerine ve bizim sevgili medyamıza(!) bakacak olursanız ‘’Ölmüşüz, ağlayanımız yok’’ ise de Türk Milleti Türk’ün asıl güç ve enerjisinin o sosyal paylaşım sitelerinde ve sevgili(!) bazı medya organlarımızda paylaşıldığından çok daha farklı olduğunu pek çok kez gösterdi. Oralardaki bezgin, yılgın, kafası süngerleşmiş beyinlere bakmamak lazım.
Yetmiş dört yaşındaki dedelerin ‘’ Beni de askere alın’’ Dediği bir ülkede yaşıyoruz. Askerini düğüne gönderir gibi -belki de- ölüme gönderen bir ülkenin evlatlarıyız ve ben en azından kendi adıma diyorum ki: Böyle durumlarda her zaman olduğu gibi içimizde gaflet, dalalet, hatta hıyanet içinde olan dahili ve harici bedhahlar olacaktır. Bir taraftan terör örgütünün siyasi uzantısını destekleyip öte taraftan vatan, millet, bayrak edebiyatı yapan sinsiler de olacaktır. ‘’Uyan’’ derken aslında uyumaya davet edenler de eksik olmayacaktır. Düşmanın daha da sevinmesi ve moral kazanması için bilerek ve bilmeyerek her türlü desteği seferber edenler de olacaktır. Yani işimiz zor, yükümüz ağır. Ama imkansız değil. Çaresiz değiliz.
Son çaremiz ölüm mü? Bu güne kadar korkmadık. Bundan sonra da korkmayız evelAllah.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
RESİMLER:
1- 17 Şubat 2016 Türkiye- Ankara- MİT Uyuyor, İçişleri Bakanlığı uyuyor, Emniyet Teşkilatı uyuyor ve 28 Şehit.
2-17 Mart 2004- İspanya Madrit- İstihbarat uyanık, İçişleri Bakanlığı uyanık, Emniyet Teşkilatı uyanık: 191 ölü, 1876 yaralı
3- 3 Eylül 2004- Rusya- Beslan- İstihbarat uyanık, İçişleri Bakanlığı uyanık, Emniyet Teşkilatı uyanık: 372 ölü, 747 kişi yaralı
4- 13 Kasım 2015- Fransa Paris- İstihbarat uyanık, İçişleri Bakanlığı uyanık, Emniyet Teşkilatı uyanık: 372 ölü, 747 kişi yaralı
5- 11 Eylül 2001- ABD Newyork- İstihbarat uyanık, İçişleri Bakanlığı uyanık, Emniyet Teşkilatı uyanık: 2993 ölü, 8900 yaralı.
6- 16 Şubat 2016 Tarihli Zaman ve Cumhuriyet Gazetesi manşetleri ( Aynı manşet)
7- 18 Şubat 2016 Tarihli Zaman ve Cumhuriyet Gazetesi manşetleri ( Aynı manşet)
8- Askere gitmek için başvuran 74 yaşında bir dede.
9- Bir karikatür.
10- Askere gönderilecek bir delikanlının eline kına yakılıyor.
11- Düğüne gider gibi askere gitmeye hazırlanan Koçyiğitler.
12- Asker adayları eğleniyorlar.
13- Şehit olan oğlu Mustafa’nın cenaze namazını kıldırmak için cübbe giyen imam baba Recep Bilgili.
YORUMLAR
Kimse ne efendi ' ne paşa ' halifelik efendilik ' devri Türk devletinin Ulu önderi Atatürk 'ün 1924 '3 Mart ' a kaldırılmasıyla ' herkesin eşit hak ve yasalara sahip olmasına vesile olmuştur . kimse kimesin ne efendisi ne kölesi bu ülkede iç savaş var ' ve bu savaşı göz göre göre izleyen hükümet ' bence istifa etmeli ' çözüm süreci denildi ' çare süreci denildi ' erken seçim denildi ' ama hala çözüm yok ' bence artık insanlar teröre karşı seslerini duyurmak zorundalar .. kan gölünde çocuklarımızın boğulmasına seyirci kalmak istemiyoruz .
en azından bunu yapa bilmeliyiz. ..
yıkılmak kolay değil ' ama dik durmak içinde sağlam kalelerinizin olması şart.
sevgilerim ile.
sami biberoğulları
Bu günlerde en çok dillendirilen hususların başında ''Hükümet istifa etmeli'' düşüncesi var.
Bu hükümeti tek başına iktidar yapanlar bile artık hükümetin pek de başarılı olamadığını kabul ediyorlar. Buraya kadar sorun yok. Sorun buradan sonra başlıyor:
İçinde bulunduğumuz bu kötü durumu tabii ki yeni bir hükümet çözecek. Peki böyle bir hükümet var mı?
Yani daha açık sorayım soruyu: Türkiye'yi kimlerin eline teslim edeceğiz ''Al sen yönet ve bu milleti şu beladan kurtar'' Diye.
Eskiden olsa böyle kriz dönemlerinde ordu ''Anayasanın bana verdiği vatanı koruma yetkisine dayanarak yönetime el koydum''Diyordu. Şimdi bir başka hükümetin kurulamadığını da 7 Haziran seçimleri ile gördüğümüze göre tek alternatif olarak yine ordunun yönetime el koyması kalıyor.
Bir başka alternatif varsa ben bilmiyorum doğrusu. Bilen varsa yazsa çok memnun olacağım. Kafamın durduğu tek nokta bu?
Devletin yönetimini kimlerin ellerine teslim etmeliyiz ki bizi bu bataklıktan kurtarsın.
Selam ve sevgilerimle.
beren yılmaz
Bu Ülkenin geleceği ve refahı için ' adalet ' eşitlik ' özgürlük 'kimden gelecekse o gelmeli artık ..
siaysi görüş değil insan merkezli politika ' istiyoruz. zira artık parti çıkarıları için kan dökülesinden yana değiliz .
sami biberoğulları
''Bu Ülkenin geleceği ve refahı için ' adalet ' eşitlik ' özgürlük 'kimden gelecekse '' Demişsiniz. Ben de işte tam olarak onu soruyorum. Kimden gelecek?
Aynı soruyu Dünyevi Kardeşime de soruyorum. Kimden gelecek?
beren yılmaz
Şuan ki siyasetçilerden gelemeyeceği kesin... Bir din ile tanrı arasında, diğeri milliyetçilik ile Türklerin arasında, diğeri nerede olduğu belli değil, en ötedeki zaten ötede, kendi insanlarının hakları yanında.
Bu ülkeye siyasetçiler değil politikacılar lazım.. Taraf olacakları tek şey insan olmalı.
Evet bütün sözlerine ve yazdıklarına aynen katılıyorum Sami Bey.
Benim anlıyamadığım;Bu gün facebook'ta da yazdım.
Fransa'da,Amerika'da,İsrailde ölen insan,Ama;
Türkiye'de,Irak da,Suriye de,Filisti de...ölenler insan değil?
Bu nasıl bir dünya?Ne kadar çok vatan haini var böyle?
Sen zaten birazını saymışsın.Ben daha yazmayacağım.
Yürekten kutluyorum o kadar..Selamlarımla..
sami biberoğulları
Kim ne derse desin artık ülkemiz bir savaşın içinde. Şu anda resmen bir savaşın içindeyiz. Biz Suriye'ye, Irak'a benzemeyiz. Büyük bir Tarihçi Profesörün dediği gibi Türk Milleti tarihinin hiç bir döneminde mülteci olmamıştır.
Yani sonuç itibariyle ya bu ülkeyi el birliği ile kurtaracağız, ya da bu ülke toprakları içinde öleceğiz.
Tercihimizi yaşamaktan yana yapıyorsak el ele vermekten başka çaremiz yok. O zaman düze çıkma ihtimalimiz var. Aksi takdirde yok olmak kesin sonuç.
Selam ve sevgilerimle.
‘’O değil de eskiden biz böyle değildik yahu. " Benim aklim erdi ereli bu cumleyi kullanırız. Hala da kullaniyoruz. Eskiyle yeni birbirine mi karısti yoksa aklimız mı?
Aklımızın karışmasina hiç gerek olmadığı bu yazıyi okuduktan sonra netleşiyor.
Durum dun neyse bu günde değişik versiyonlariyla devam etmekte.
Yalnız hepimizin bildiği bir gerçegi düşmanlarimiz ya bilmiyorlar ya da unuttular, gerektiğinde hepimiz tek yumruk olup düsmanin başına vurmasini da biliriz.
Tek vatan, tek bayrak. Gerisi hikaye...
Eline yüregine sağlik hocam, güzel bir yazı
Selamlar.
sami biberoğulları
Bir arkadaşa da yazdım: Biz yer yüzünde bir başka ülkeye iltica ederek yaşamayan nadir milletlerden birisiyiz. Ya bu ülkede birlikte savaşır ve varlığımızı devam ettiririz, ya da yine bu vatanda birlikte yok oluruz.
Her ne olacaksa bu vatan üzerinde olacak.
Allah milletimiz için en hayırlısını nasip eylesin.
Selam ve sevgilerimle.
Dün akşam kalabalık bir arkadaş toplantımız vardı. Aramızda yirmili yaşlardan yetmişli yaşlara kadar herkes bir aradaydı. Hal böyle olunca evin iki büyük salonunda oturma durumunda kaldık.
İki ayrı odadan da sesler duyuluyor birbirimizin sohbetini dinleyebiliyorduk ve ortak noktamız bir süre sonra vatan ve siyaset oldu.
Farklı görüşlerdeki arkadaşlarımızla konu vatan olunca aynı noktada birleştik.
Biz çok farklı bir milletiz hocam, söz konusu vatanımız olunca birer aslan kesiliyoruz, yetmiş yaşındaki teyzem ve amcam da elime silahımı alır gider çarpışırım düşmanla diyor yirmi yaşında hayatının baharındaki gençlerimizde aynı sözü söylüyor. Bizlerdeki vatan aşkı sanırım dünyanın hiçbir ülkesinde yok.
Allah ülkeme ve milletime kötü günler göstermesin bundan sonra, İnşallah selamete ermek dileği ile
Paylaşıma teşekkürler
Saygı ve hürmetler
sami biberoğulları
Söz konusu vatan olunca o görüşler birleşir mutlaka.
Aslında biraz tarihe göz atsak göreceğiz ki Kurtuluş savaşını yaptığımız yıllarda da vardı iç düşmanlar. Bir taraftan Yunanla, Rusla, Ermeniyle, Fransızla savaşırken bir taraftan da Koçgiri isyanıyla, Anzavur isyanıyla, Çerkez Ehem isyanıyla, Ermenilerin saldırılarıyla savaşıyorduk.
Ama üstesinden geldik. Yine geleceğiz inşallah.
Selam ve sevgilerimle.
Yorum olarak Mehmet Akif Ersoy'un " Ayrılık Hissi Nasıl Girdi Sizin Beyninize?" şiirinin
son dizelerini yazarak saygılar sunuyorum.
NOT: İsteyen şiirin tamamını arayıp okuyabilir.
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukca yürekler, onu top sindiremez.
Bırakın eski hükümetleri meydandakiler
Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer.
işte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti!
işte Irak'ı da taksim ediyorlar şimdi.
30 Muharrem 1331
27 Kanunuevvel 1328
1913
Mehmet Akif Ersoy
sami biberoğulları
O 1913 te Tefrikanın nasıl bir bela olduğunu dile getirmiş ve aynen bu günkü gibi tefrikanın doğuracağı zararları gözler önüne sermişti. Ama onun işaret ettiği bölünmüş millet 1919 da birleşti. Bu gün de birleşecek inşallah.
Selam ve sevgilerimle.
Çare ?
.....'' Son terörist '' ele geçene kadar savaşmak mı '' Tek bir çare var... Hak-hukuk, adalet ve eşitlik ... Ne konuşursanız konuşun, ne söylerseniz söyleyin.... Karşınızdakini kendiniz gibi yapmaya çalıştığınız sürece, karşınızdakini kendinize benzetmeye çalıştığınız sürece, karşınızdakini sizin gibi düşünmeye çalıştığınız sürece bu isyanlar, bu direnişler , bu karşı çıkmalar sürecektir.
Kimse kimsenin efendisi değildir... Efendilik sözde '' anasını ağlatmak ise '' ağlayanlar ağlamaya devam ediyor, ağlatanlar ise hayatını yaşıyor....
saygılar ...
sami biberoğulları
Çare? demiş sonra da kendin çareyi ortaya koymuşsun kendince.
Hak, hukuk, eşitlik, adalet....
Bunları tartışabilemek için sana bir sorum olacak. Hayatında hiç Doğu ve Güneydoğuda bulundun mu? O insanlarla oturup kalktın mı? Yani onlara karşı uygulanan hukuksuzluk, adaletsizlik, eşitsizlik durumlarına bizzat şahit oldun mu?
Bu soruyu şunun için sordum:
Ülkemizde bazı tatlı su Frenkleri Doğu ve Güneydoğu Anadoluyu hâla kırk sene önceki yeşilçam filimlerinin zalim ağalı, ezilen zavallı köylü halklı filmlerindeki gibi sanıyor da.
Bu birinci husus.
İkinci husus şu: Sen diyorsun ki ''Ver kurtul'' Ama okumuşsundur sanırım. Mesele sadece sarı öküzü verme meselesi değil. O zaten verildi. Adamlar sürünün tamamını istiyor. Sen vermeye razı olsan da ben razı değilim.
Selam ve sevgilerimle.
Osmanlı yönetimine 600 yıl dayanmış bir halk var karşımızda. Osmanlı'dan kurtulması 1 dünya birde kurtuluş savaşı çıkması ile oldu. 93 yıllık cumhuriyetin 15 yılını çık (1923-38) geri kalanı da Osmanlıdan daha iyi değil. Ezildikçe üzüm oldular...Dilim varmıyor ama, 3. dünya savaşın da mı uyanacağız acaba.?!!
Bilgi dolu bir yazı hocam. İlgilisine net kaynak..Ama, okumayı da çok sevmeyiz..Teşekkürler..
sami biberoğulları
''Osmanlı yönetimine 600 sene dayanmış bir halk'' ifadesi bence yanlış bir ifade olmuş.
Çin esaretine elli sene bile dayanamamış, kırk çeriyle Çin sarayını basma girişiminde bulunmuş bir milletten bahsediyoruz. Türk Milleti eğer ki Osmanlı'yı Türkten ayrı bir varlık olarak görseydi 600 sene ona dayanmazdı. Ya onu ortadan kaldırır ya da başka bir yerlere göç eder ayrı bir devlet kurardı.
3. Dünya Savaşına gelince: Kaderde ne varsa o olur. Bence başladı bile o savaş. Şimdilik sadece hafiften hafiften ütüleniyoruz. Ateş henüz tam harlanmadı. Harlanınca da artık ya devlet başa, ya kuzgun leşe.
Allah hakkımızda hayırlısı neyse onu versin.
Selam ve sevgilerimle.
karabencan25
sami biberoğulları
Savaşa kader dememden başlayalım.
Şu anda bu satırları yazıyor olmam bile kader. Benim kader anlayışım sanırım sizden farklı. Gökten dünyaya düşecek irice bir meteor da kader, karşıdan karşıya geçerken önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa baktığınız halde bir arabanın gelip size çarpması da kader. Neyse. Çok da önemli değil sanırım.
Osmanlı hanedanı Türk müydü değil miydi bu konuda bir sürü makalem olduğu için şimdi bir kez daha uzun uzun tartışmaya girmeyeceğim burada. Bu konuda yazmaktan gına geldi çünkü.Tarihin T si ile alakaları olmayan Bekir Coşkunların, Yılmaz Özdillerin, Rasih Nuri İleri'lerin ağızlarına bakarak Osmanlı'nın Türk olmadığını söyleyenlere cevap yetiştirmekten illallah dedim artık.
O bakımdan o konuya da girmeyeceğim. Sadece onlara söylediğim bir şeyi size de söyleyim:
Osmanlı hanedanı Türk değil idiyse 600 sene Türk olmayan bu hanedana kölelik yapmış bir millet olarak Türk olmanın nesinden mutluluk duyuyor da '' Ne mutlu Türk'üm Diyene'' Diyebiliyoruz.
Eğer Osmanlı hanedanı Türk değil idiyse ve biz Türkler olarak 600 sene bu hanedana kölelik yaptıysak ''Ne mutlu Türk'üm diyene'' değil '' ne yazık ki Türk'üm. Ne yazık ki 600 sene böyle bir esarete, köleliğe razı oldum'' Dememiz gerekmez mi?
Selam ve sevgilerimle.
babam 46 yaşında iken 1979 da ihtiyat askeri olmuştu. Saf gariban fukara bir çiftçi olarak. günde 15 kmm yol gitti geldi 15 gün tütün tarlasında beni yalnız bıraktı 17 yaşımda genç kızdım. Ama babam askere çağrılmaktan son derece bahtiyardı! Rahmetli... Ben bu milletin biteceğine inanmıyorum abim . Var ol.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
'Yeni bir Gezi'nin, yani hendeklerin, mayınlanmış yolların, alçak pusuların önündeki en büyük engel, bu kez şühedanın kahhar hatırası olur, değerli hocam...
Bu kadar kan, Çapulculara gün doğsun diye dökülmedi!...
Bu millet belki unutkandır, ama kendi istiklaline ve istikbaline karşı yapılmış kalkışmaları da unutmayacak kadar feraset sahibidir!...
Bu topraklar sonsuza kadar Türk Milletine ait kalacaktır!...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bu topraklar geçmişte Türk'ündü, hali hazırda Türk'ün ve ilelebed Türk'ün olarak kalacak.
Selam ve sevgilerimle.
Yine yanıltmadınız hocam. Anladım ki sadece mizah değil böyle ciddi konulardada döktürüyor kaleminiz. Her daim genel ama doğru bakmanız dileğiyle...
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
sabri ayçiçek
-Yalan dört nala gider gerçek adım adım yürür,yine de vaktinde gelir!