- 1777 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TARİHTE BİR GÜZELLİK MUSABAKASI-KERİMAN HALİS!!
1932 senesinde yine Cumhûriyet Gazetesinin tertiplediği güzellik yarışmasını Keriman Hâlis kazanmıştı. Aynı yıl Belçika’nın Spa şehrinde 28 ülkenin katılmasıyla dünyâ güzellik yarışması düzenlenmişti.
Keriman Hâlis bu yarışmaya Türkiye’yi temsilen katıldı.Günlerce Spa şehrinde kalan güzeller, çeşitli kimselerle görüştü ve konuştular. Yarışma gününde jürinin önünden kızlar birer birer geçip giyimleriyle, bakışlarıyla, tebessümleriyle puan toplamaya çalıştılar.
Jüri salona geçip puan değerlendirmesi yapmak istedi.Başkan kürsüye geçerek şöyle konuştu:
“Sayın jüri üyeleri, bugün Avrupa’nın, Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz.
1400 senedir dünyâ üzerinde hâkimiyetini sürdüren İslâmiyet artık bitmiştir.
Onu Avrupa Hıristiyanları bitirmiştir. Elbette Amerika’nın ve Rusya’nın hakkını inkar edemeyiz.
Neticede bu, Hıristiyanlığın zaferidir.
Müslüman kadınların temsilcisi, Türk güzeli Keriman, mayo ile aramızdadır.
Bu kızı zaferimizin tacı kabul edeceğiz, onu kraliçe seçeceğiz.Ondan daha güzeli varmış, yokmuş bu önemli değil.
Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz.Bu sene Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz.
Avrupa’nın zaferini kutluyoruz.
Bir zamanlar Fransa’da oynanan dansa müdâhale eden Kanûnî Sultan Süleyman’ın torunu işte mayo ve sütyen ile önümüzdedir. Kendini bizlere beğendirmek istemektedir.
Biz de bize uyan bu kızı beğendik, Müslümanların geleceği böyle olması temennisiyle, Türk güzelini dünyâ güzeli olarak seçiyoruz.
Fakat kadehlerimizi Avrupa’nın zaferi için kaldıracağız.”1932 Dünya Güzellik Yarışması Başkanı
31 Temmuz 1932’de Belçika’nın Spa kentinde düzenlenen, orijinal adı “International Pageant of Pulchritude” olan Uluslararası Güzellik ve Zarafet Yarışması’nda ilk kez jürinin oylama yapmadığı, jüri başkanının oylamaya geçilmesine izin vermeden Keriman Halis’i birinci ilan ettiği ve siyasi mesaj yüklü oldukça tartışmalı bir konuşma yaptığı, dünyada ve Türkiye’de uzun yıllar yazıldı çizildi.
Hatta bu iddialar, Japonya’da bir dönem “Keriman Halis Olayı” adı altında okullarda ders olarak okutuldu.
Keriman Halis ise ne bu iddialara, ne de birinci elden aktarılan hatıralara yönelik ağzını bile açmadı. Sadece, birinci seçildikten sonra elinde Türk bayrağı ile sahneye çıkmak istediği, ancak salonda Türk bayrağı olmadığı için bu isteğinin karşılanmak istenmediğini, bayrak bulunmazsa sahneye gelmeyeceğine dair resti üzerine atlas kumaşlardan orada alelacele bir Türk bayrağı yapıldığını anlattı.
Ancak jüri başkanının yaptığı konuşma ve kendisini dakikalarca ayakta alkışlayanların Osmanlı aleyhtarı tezahüratları konusunda tek kelime etmedi.
Bu olay, o dönem dünya basında günlerce manşetlerde kalmış, “Osmanlı kızının son hali” adı altında Avrupa gazeteleri tarafından Keriman Halis’in resimleri kartpostal olarak dağıtılmıştı.
Türkiye, Keriman Halis’in Avrupa’da nasıl karşılandığını ve jürinin tutumunu, bu yarışmayı bizzat gören Halit Turhan Bey’in hatıralarından öğrendi. Halit Turhan Bey, bu olayı kendi yayınladığı hatıralarında şöyle anlatıyordu: “1932 yılında Cumhuriyet gazetesinin tertiplediği güzellik yarışmasını Keriman Halis kazanmıştı.
Aynı yıl Belçika’nın Spa şehrinde 28 ülkenin katılmasıyla dünya güzellik yarışması düzenlenmişti. 1913 yılında doğan Keriman Halis, bu yarışmaya Türkiye’yi temsilen katıldı. Günlerce Spa şehrinde kalan güzeller, çeşitli kişilerle görüştü ve konuştular.
Yarışma gününde jürinin önünde kızlar birer birer geçip giyimleriyle, bakışlarıyla, tebessümleriyle puan toplamaya çalıştılar. Jüri salona geçip, puan değerlendirmesi yapmak istedi.
Başkan kürsüye geçerek,
‘Sayın jüri üyeleri, bugün Avrupa’nın, Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz.
1400 senedir dünya üzerinde hakimiyetini sürdüren İslamiyet artık bitmiştir. Onu Avrupa bitirmiştir. Bir zamanlar sokağı bile pencere arkasından seyredebilen Müslüman kadınların temsilcisi Türk güzeli Keriman, mayo ile aramızdadır. Bu kızı, zaferimizin tacı kabul edeceğiz, onu kraliçe seçeceğiz’ demişti.”
Böyle bir konuşmanın yapılıp yapılmadığı, Keriman Halis’e jüri tarafından bu yönde sözlerin söylenip söylenmediği konusunda sadece Keriman Halis değil, dönemin ilgili aktörlerinden de bir cevap gelmedi. Belçika’da yaşananlar konusunda Türkiye’de belirli bir sansür hep kendini gösterirken ve “Atatürkü koruma kanunu” dolayısıyla bildik kısıtlamalar olurken, dünyada bu yarışmanın yankıları sanıldığından çok daha fazla görüldü.
Özellikle Avrupa basını, Müslüman bir kadının, bir Türk kızının kendini beğendirmek için Belçika’ya devlet imkanlarıyla gönderilmiş olmasını Türk modernleşme hareketinin doruk noktası olarak değerlendirdi.
Keriman Halis Ece’nin yıllardır konuşulan hikayesi Japonya’yı o kadar çok etkilemişti ki, bu ülkede ders kitaplarında bir dönem “Keriman Halis Olayı” adı altında konu başlığı bile yer almıştı.
Yarışmanın ardından Türkiye’ye dönen Keriman Halis, yine bir devlet organizasyonu olarak Sirkeci Garı’nda şölenlerle karşılandı. Mustafa Kemal Atatürk tarafından şerefine balo tertip edildi. Atatürk’ün resmi açıklaması ise şöyle olmuştu:
“Türk ırkının necip güzelliğinin daima mahfuz olduğunu gösteren dünya hakemlerinin bu Türk çocuğu üzerindeki hükümlerinden memnunuz.
Fakat Keriman Ece, hepimiz işittiğimiz gibi söylemiştir ki, o, bütün Türk kızlarının en güzeli olduğu iddiasında değildir. Bu güzel Türk kızımız, ırkının kendi mevcudiyetinde tabii olarak tecelli ettirdiği güzelliğini dünyaya, dünya hakemlerinin tasdikiyle tanıttırmış olmakla elbette kendini memnun ve bahtiyar addetmekte haklıdır.
Cumhuriyet gazetesi bu meselede Türk ırkının diğer dünya milletleri içinde mümtaz olan asil güzelliğini göstermek teşebbüsünü takip etmiş ve bunu dünya nazarında muvaffakiyetle intaç eylemiştir.
Arzusunu da ilave edeyim ki, Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihi olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin Dünya Güzeli intihap edilmiş olmasını çok tabii buldum.”
Keriman Halis olayı Türkiye’de halk tarafından “Avrupa’nın Osmanlı’dan intikamı” olarak görülüyor. O dönem Türkiye tarafından “Türk modernleşmesinin ispatı” olarak sunulan bu hadise, Avrupa tarafından “Osmanlı’yı bu hale getirdik” şeklinde dünyaya takdim edildi. İşte bu sebeple 1933’ten 1951’e kadar Türkiye’de güzellik yarışması yapılmasına müsaade edilmedi.
Cumhuriyet gazetesinin ilkini 1929 yılında düzenlediği ve her yıl tekrarladığı güzellik yarışmalarına 1933’te son verildi. 1951 yılına kadar Türkiye’de hiçbir resmi ve gayrıresmi kuruluş tarafından güzellik yarışması düzenlenmedi.
Keriman Halis konusunda Avrupa’nın takındığı malum tavrın ve halkın gösterdiği tepkinin bu kararda etkili olduğu ifade ediliyor. Kaynak:(Yeni Akit)
Keriman Halis : Babası "Hızır" yangın söndürme aletlerinin mümessili olan halis bey, 18 yaşındaki kızını bizzat teşvik eder ve cumhuriyet gazetesi’nin düzenlediği ve sadece sekiz kişinin başvurduğu yarışmada, 3 temmuz 1932’de Türkiye güzeli seçilir.
31 Temmuz 1932 yılında Belçika’nın Spa şehrinde yapılan Dünya Güzellik yarışmasında "Dünya Güzeli" seçilmiştir.Keriman Halis yarışma sonrasında Türk bayrağının bulunmaması nedeniyle halkın tezahüratına cevap vermemiş ve bunun üzerine metrelerce atlas bulunarak bayrak orada yapılmış ve bütün yabancılara balkondan dalgalandırılarak gösterildikten sonra,kendisini görmeye gelen halkı selamlamıştır.
" Kraliçe, anılarını Şamdan’a anlattı: "Kırmızı tuvalete, beyaz kurdele takmıştım. Ülkemi bayrağımızın renkleriyle tanıttım."...!
Bu ilginç olay Halit Turhan Bey’in hatıralarında yer almaktadır: “1932 yılında Cumhuriyet gazetesinin tertiplediği güzellik yarışmasını Keriman Halis kazanmıştı. Aynı yıl Belçika’nın Spa şehrinde 28 ülkenin katılmasıyla dünya güzellik yarışması düzenlenmişti.
1913 yılında doğan Keriman Halis, bu yarışmaya Türkiye’yi temsilen katıldı. Günlerce Spa şehrinde kalan güzeller, çeşitli kişilerle görüştü ve konuştular. Yarışma gününde jürinin önünde kızlar birer birer geçip giyimleriyle, bakışlarıyla, tebessümleriyle puan toplamaya çalıştılar. Jüri salona geçip, puan değerlendirmesi yapmak istedi.
Başkan kürsüye geçerek : - Sayın jüri üyeleri, bugün Avrupa’nın Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. 1400 senedir dünya üzerinde hâkimiyetini sürdüren İslamiyet artık bitmiştir. Onu Avrupa bitirmiştir. Bir zamanlar sokağı bile, pencere arkasından seyredebilen Müslüman kadınların temsilcisi Türk güzeli Keriman, mayo ile aramızdadır.
Bu kızı, zaferimizin tacı kabul edeceğiz, onu kraliçe seçeceğiz. Ondan daha güzel varmış, yokmuş bu önemli değil... Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz. Bu sene İslami yenmenin zaferini kutluyoruz. Avrupa’nın zaferini kutluyoruz.
Bir zamanlar Fransa’da oynanan dansa müdahalede bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu işte mayo ve sutyen ile önümüzdedir. Kendini bizlere beğendirmek istemektedir. Biz de bize uyan bu kızı beğendik. Müslümanların geleceği böyle olması temennisiyle Türk güzelini dünya güzeli olarak seçiyoruz. Fakat kadehlerimizi Avrupa’nın zaferi için kaldıracağız." Biz burada Halit bey’in iddialarının doğru olup olmadığı üzerinde duracağız!Deliller:
Sadece sekiz kişi arasından seçilen bir kadın ne kadar güzel olabilir...Kimse seçileceğini ümid etmediği için- Türkler de dahil!- bayrağımızı bile götürmezler...!
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Vâ-Nu: “Namzet yedi tane (geçen seneler yüz küsürdü), içlerinde bir tanesi, müsabakaya girmek cüretini nasıl gösterdiğine şaşılacak kadar çirkin. Diğerleri zararsız.(Gökhan Akçura, Dünyanın En Güzel Kızı, Albüm Aylık Görsel Kültür Dergisi Sayı3, Nisan 1998)
Babasının kızı için tarifi :“kara kuru kızı’
Şayanı hayrettir Miss Türkiye mevcut sinema artislerinden hiç birine benzemiyordu. Ne Greta Garbo’ya ne Marlin Ditrih’e ne Billy Dova ne de Lilyan Harvey’e... halbuki aşağı yukarı her genç kızın andırdığı bir sinema artisi vardır. Buna mukabil Miss Türkiye’nin çehresinde bariz bir masumiyet bir benlik görüyorsunuz. Bütün dikkatimi toplayarak baktım. Hakikaten güzeldi. Üstünde göze çarpan bir temizlik vardı. Bembeyaz, tertemiz dişler, tertemiz bir cilt...
Nasıl bir güzellik biliyor musunuz? Hani ihtiyar kadınlar torunlarına:-Ah benim cici kızım, çitlenbik kızım! Diye severler.Keriman Hanım işte bu ‘Cici kız’. Güzelliğinin en muzeci. Lakırdı söylerken her hali, bakışları, hareketleri on sekiz yaşında bir genç kızla konuştuğunuzu size anlatıyor. Güzelliğinin hiçbir şeytani tarafı yok. Saf bir genç kız güzelliği. İnsana adeta, ne olurdu şöyle bir kızım olsaydı, tesirini veriyor.Yani sözün kısası hilesiz bir güzel (Akşam Gazetesi,Hikmet Feridun Us,7 Temmuz 1932)
Cumhuriyette çıkan tebrik mesajından :"Ancak Keriman, hepimizin duyduğu gibi söylemiştir ki, o bütün Türk kızlarının en güzeli olmak iddiasında değildir..." Keriman Halis en güzel kız değil, İlginçtir en son güzelimiz Azra Akın’da defalarca kendini o kadar güzel bulmadığını medyada ifade etmiştir.( "Ben kendimi güzel bile bulmuyorum..Dünyanın en güzeli ben değilim ..
Etrafta hayran olduğum o kadar çok kadın var ki...
Kendinden daha çirkin olan kadınlardan farkı:Onlardan güzel olması ve soyunması Kendinden daha güzel olan kadınlardan farkı:Onlardan çirkin olması ve soyunması..Ortak payda, ...!
Siz resimlerine bakın ve karar verin." Dünya" güzelliğini (..!) hak ediyor mu...?Evlilik teklifi için bir kaç kız resmi getirseler bile ilk sıralarda yer alır mı ki "Dünya Güzelliği" nerede..!?
Böylece Keriman Halis dünya güzeli seçildi.Resimleri gazetelerde basıldı. Hatta kartpostal yapılarak satıldı, elden ele dolaştı.
TBMM Başkanı Kazım Paşa Yerli Mallar Sergisi’nde Türk güzelinin Belçika’da giydiği tuvaletin milli kumaştan yapıldığını söylemiş ve yarışmanın kazanılmasında bu faktörün etkili olduğunu belirtmişti.
Yine İktisad ve Tasarruf Dergisini Keriman Halis’in güzel oluşunu Türk üzümü, Türk fındığı,Türk lokumu yemesine bağlıyordu...Gelecekte Türkler her mevzuda kendilerini dünyaya ıspatlayacak ve Türkiye bir süper güç olacaktı...
Türkiye’de tertip edilen ilk Güzellik Müsabakası, bilinenin aksine 1925 ya da 1926 yılında yapılmıştır. Birinciliği ise, Melek Sinemasında halka yer gösteren Matmazel Araksi Çetinyan isminde bir Ermeni kızı kazanmıştır. Tabii rejim klasik “ermeni saklama” taktiğini Matmazel Araksi’ye de yapmış, kendisi tarihin tozlu sayfalarında arka planda yok edilmiştir.
Aktüel Dergisi’nin ilavesi olarak okuyucuların istifadesine sunulan, Araştırmacı-Yazar Gökhan Akçura’nın hazırladığı “Cumhuriyet Dönemi İçin Özel Tarih” isimli serinin 1. sayısında; Türkiye’de tertip edilen ilk güzellik yarışması ve bu yarışmanın birincisi Ermeni Araksi Çetinyan hakkında enteresan bilgiler yer almaktadır.
Tabii rejim klasik “ermeni saklama” taktiğini Matmazel Araksi’ye de yapmış, kendisi tarihin tozlu sayfalarında arka planda yok edilmiştir. (Hâlbuki ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye bağıranlar da, rejimin en ateşli müdâfileridir.) Gökhan beyin mevzu hakkında aktardıklarını okuyalım:
Aslında Türkiye’nin ilk güzellik yarışması, 1925 ya da 1926 yılında bir film şirketinin (İpek Film) aracılığıyla yapıldı. Bunu 1932 yılında yayınlanan Güzellik Kraliçeleri ve Güzellik Müsabakalarının Tarihçesi adlı broşürden öğreniyoruz:
“Türkiye’de ilk güzellik müsabakası, altı yedi sene evvel bir film şirketinin tertibi ile Melek Sineması’nda yapılmıştır. Bu müsabaka, ciddi ve muntazam bir şekilde tertip edilmediği için iyi olmamıştır. Sahneye çıkan kızların bazıları alkışlar, bazıları ıslıklarla karşılanmış, bir takım delikanlı grupları kendi tanıdıkları ve beğendikleri kızlar lehinde gürültülü nümayişler yapmışlar; nihayet birinciliği, aynı sinemada halka yer gösteren Matmazel Araksi Çetinyan isminde bir Ermeni kızı kazanmıştır.
Bu müsabakanın mükâfatı, birincinin sinema artisti olarak Amerika’ya gönderilmesi olduğu halde; Matmazel Araksi Çetinyan’ın hâlâ İstanbul’da olması, maksadın müsabakayı tertip eden film şirketinin üste para da kazanarak kendisine reklâm yapmak isteyen bir açıkgözlülüğünden ibaret olduğunu göstermiştir. Bu ilk güzellik müsabakası halk ve gazeteler tarafından istihza ile (alay edilerek) karşılanmıştır.”
Bu kötü başlangıç, tüm olumsuzluklarına rağmen, güzellik yarışmaları ile sinema perdesi arasındaki güçlü ilişkilerin ne denli eskilere uzandığını açıkça görmemizi sağlamakta!. Şaka bir yana, dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye’de de güzellik yarışmaları sinema ve tiyatronun yıldız potansiyeline her dönemde katkıda bulunacaktır.
Melek Sineması’nda yapılan yarışma, görüldüğü gibi, güzellik yarışmaları tarihinde kendine makbul bir yer edinemedi. İlk Türkiye Güzellik Yarışması olarak tarihe geçmek şerefi, 1929 yılında Cumhuriyet Gazetesi tarafından büyük bir kampanya ile düzenlenen yarışmaya ait olacaktı (Melek Sineması’nda düzenlenen yarışmayı o kadar da küçümsememeli, çünkü orada birinci olan Araksi Çetinyan, 1929 yılı yarışmasında da üçüncü güzel olmuştu.)
Cumhuriyet Gazetesinin düzenlediği -hükümet tarafından da pek destek bulan- bu yarışmanın birincisi 11 numaralı aday, Balıkhane Nazırı Mehmet Tevfik Bey’in torunu Feriha Tevfik oldu. Gönderilen fotoğrafların gazetede çok uzun bir süre tek tek yayınlanmasının ardından kurulan jüri, o sıra çevirdiği “Kaçakçılar” filmiyle dikkatleri üstüne çeken Feriha Tevfik’i birinci güzelimiz seçti.
Feriha Tevfik sadece bir Türkiye güzeli olarak kalmadı. Sinema çalışmaları yanı sıra Şehir Tiyatrosu’nu kadrosuna da girerek oyunculuğu meslek edindi ve Cumhuriyet tarihimizin ilk yıldızı olarak tarihe geçti.
Feriha Tevfik’ten az da olsa bahsederek giriş yaptığımız 1929 güzellik yarışması ile alâkalı olarak; Tarihçi-Yazar Ayşe Hür hanımın, 8 Mart 2015 tarihli, Radikal Gazetesi’nde aktardıkları işin en vurucu kısımlarından birini haykırması bakımından tarihi bir levhadır:
“Geniş katılımlı ilk, ‘yarı resmi’ güzellik yarışması için çok beklemek gerekmedi. Yarışma fikrinin Mustafa Kemal’den çıktığı söyleniyordu. Gazetelerde ABD’de düzenlenecek yarışmadan söz edilirken ‘medeniyetin beşiği ABD ve Avrupa’da…’, ‘Yunanistan bile…’, ‘Balkan devletleri bile...’ gibi ifadeler kullanılıyor, yani yarışmaya katılmak bir ‘milli görev’ ve ‘medenileşmenin işareti’ olarak sunuluyordu.
Şubat 1929’da, Cumhuriyet gazetesi yarışmaları düzenleme işini hevesle üstlendi. 4 Şubat tarihli gazetede “Bütün dünyada güzel kadınlar seçilir ve memleketin güzellik kraliçesi intihap edilirken [seçilirken], bizim böyle bir kraliçemiz niçin olmasın? Türkiye’nin en güzel kadını acaba kimdir?” diye soruluyordu.
Ertesi gün Başyazar Yunus Nadi (sadeleştirilmiş Türkçe ile) “Bizim kadınlarımız bu müsabakaya niçin iştirak etmesinler, bizim ne kusurumuz var? Hâlbuki Türk kadını, dünyanın en güzel kadınlarından sayılmıştır. Hatta Avrupa’da Şark güzeli diye dillere destan olmaktadır.
Avrupa’da imal edilen birçok kremlerin, losyonların ve tuvalete ait ilaçların üzerine reklam için ‘Şarkın güzellik tılsımı’ cümlelerini daima görmekteyiz. O halde Türk kadını niçin Amerika ve Avrupa’da kendi milletinin güzelliğini göstermesin?” diye işin felsefesini ilan ederken güzellerin mayo ile jüri önüne çıkmalarının ‘gayri ahlakî’ olduğu yolundaki eleştirilere cevap vermeyi de ihmal etmemiştir.
Ve düğmeye basılıyor, devrin en mühim silahı gazeteler-dergiler vasıtasıyla halk havaya sokularak; daha evvel yapılan birçok “inkilâp”larda olduğu gibi, yüzyıllarca İslam’ın Bayraktarlığını yapmış bir Millet aslından koparılıyordu.
Mizah Mecmuası Karagöz, 9 Şubat 1929 tarihli, 2181 numaralı sayısında mevzuu şöyle alaya alıyordu: "Cumhuriyet refikimiz Dünya Güzellik Müsabakasına Türk kadınlarının da girmesini istiyor. Öyle ya her millette güzel var da bizde yok mu? Yok ne demek! Öyleleri var ki bir gülüşle bin gönül fethederler, öyleleri var ki bir bakışla bin can yakarlar. Daha neler, ne fettanlar, ne dilberler, ne dilbazlar var, var ama bunlar bize, bizim gönlümüze göredir.
Ölçüye uymaz, metroya, santime gelmezler. Malûm a, bizim bedenlerimiz alafranga değil alaturkadır, sporsuz, gelişi güzel büyüdüğümüz için hepimiz biraz göbekliyiz, vücudun ölçülü güzelliğine o kadar ehemmiyet vermeyiz, bizde güzellik şunlardır: Kaş, göz, gerisi söz. Müsabaka heyeti evvela ölçüp biçtikten sonra hesaba uygun olanları müsabakaya sokacaklar. Haydi efendim, haydi, onların arşınına göre bizde kumaş yoktur… "
Karagöz Mecmuası, 9 Mart 1929 tarihli, 2189 numaralı sayısında alay etmenin dozunu daha da arttırarak, güzelleri “ortalık malı” haline getiriyordu: “Cumhuriyet refikimiz güzellik müsabakası açmıştı ya, güzellerin resimlerini basmaya başladı, henüz bir hüküm verecek kadar olmadı ama, asıl güzeller resimleri basılmayanlar arasında olsa gerektir.
Benim anladığım manada güzel, hiç insana kendi elceğiziyle resmini mi gönderir yahu!. Ben gazete idarehanelerine resim getiren güzelden bir şey anlamam. Ayıp değil a, bence güzel kendini dirhem dirhem nazla satmalı. O bizim ayağımıza gelmemeli, biz onun ayağına gitmeliyiz. Hediye diye bir resmini alabilmek için yalvarıp yakarmalıyız. Güzele naz, eda gurur yaraşır. Onlar ne biçim dünya güzelidir ki, gazeteye resim bastırmak için bizim ayağımıza gelmeye tenezzül ederler. Kimsenin hatırı kalmasın ama ben böyle güzellere bıyık büker geçerim!.”
Karagöz Mecmuası’nın, 23 Mart 1929 tarihli, 2193 numaralı sayısı “ortalık malları” ile alaya devam eder: “Cumhuriyet arkadaşımız bir müddetten beri Türk güzellerinin resmini basıyor. Bunların içinden bir tanesi Türkiye güzellik Kraliçesi olacak ve dünya güzellik müsabakasına girip birinciliği kazanacakmış. Güzele bakmak sevaptır derler, arkadaşımızın bastığı resimlere alıcı gözle bakıyoruz.
Acaba biz mi kocadık da fark edemiyoruz, yoksa güzelliğin modası mı değişti? Bu resimlerin içinde dünya güzelliğini kazanacak gibisine rast gelmedik. Hatta içlerinde oldukça çehre züğürtleri de eksik değil!. Arkadaşımız bunların biraz ağzı burnu yerindelerini seçse ne olur? Bir şey değil, dünya güzelliğini kazanalım derken, bu resmileri gören yabancılar; Türkler de amma çirkin insanlarmış ha, diyecekler. Dimyata pirince giderken evde ki bulgurdan olacağız!.”
11 Şubat 1929 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde tefrika edilen güzellik yarışması şartnamesi; felaketin habercisi tarihi bir levha sıfatıyla, kapkara bir leke vesikası olarak tarihe geçmiştir:
“On beş yaşından itibaren hanım kızlarımız arasında açtığımız güzellik müsabakasına ait şeraiti bugün tekrar derç ediyoruz. Bu güzel Türk kızını bulmak ve güzellik Kralıçamızın (O devirde kraliçeye kralıça deniliyordu) Amerika’da yapılacak beynelmilel müsabakaya iştirakini temin etmek gayesini istihdaf eden müsabakamız, memlekette umumi bir alâka tevlit etmiştir. Her genç kız müsabakamıza iştirak hakkına haizdir. İştirak için (9x12) kıt’asında bir fotoğraf gönderilmesi lâzımdır. Aşağıdaki müsabaka şeraitinde kâfi izahat vardır:
Müsabakamıza sinni asgari (yaşı en az) 15 olmak üzere her genç kız iştirak hakkını haizdir.
Müsabaka yalnız yüz güzelliği müsabakası değildir. Endam tenasübü de şarttır.
Müsabakaya her namuslu Türk kızı iştirak edebilir. Irk, din ve mezhep farkı aranmaz.
Bar kadınları müsabakaya iştirak edemezler.
Müsabakaya iştirak etmek isteyen hanım kızlar (9X12)’den küçük olmamak şartiyle başlarının bir fotografisini ve sarih adreslerini Cumhuriyet Müsabaka Memurluğu adresine göndereceklerdir.
İsim ve hüviyetlerinin neşrini istemeyenler; keyfiyeti bildirmeli ve resimlerinin neşri esnasında, altına yazılmak üzere müstear bir isim intihap etmelidirler.
Müsabakaya memleketin her tarafındaki hanım kızların iştiraklerini temin için fotoğraf gönderilme müddetini bir buçuk ay olarak tespit ettik.
Bu suretle Mart’ın 25inci günü akşamına kadar fotoğraf kabul edilecektir.
Hususiyetle “kimler iştirak edebilir” başlığı altındaki felaketin göze çarpan birkaç hususu vardır ki, insanın midesinin kabul edebilmesi için, ne yazık ki geniş bir meşrebe ihtiyacı var:
6 Şubat 1929 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yarışmaya katılma şartları içerisinde aktarılmış yaş haddi 16-25 iken, gözlerini çocuk yaştaki kızların namusuna dikmiş medeniyet budalaları; bu şartı 15’e indirmiş, hatta 31 Mart 1929 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yarışmaya katılan 15 yaşına “henüz girmiş” bir kız olan Ümit Hanımın fotoğrafını yayınlamışlardır.
Hâlbuki bu yarışma sadece yüz güzelliği müsabakası da değildir, vücut güzelliği de ön plandadır. Yani yüksek medeniyet jürisi; 15 yaşındaki kızların göğüslerine, kalçalarına, bilmem nerelerine bakarak en güzel Türk kızını seçeceklerdir. Ve bu kızlarda namuslu olmak şartı da aranmaktadır, bar kızları yarışmaya katılamazlar çünkü… Hâlbuki bu kızların anneleri ve babaları, 7 sene evvel bir İmparatorluğun sahibi olarak, tüm olumsuzluklara rağmen, dünyaya kafa tutuyorlardı…
1930 güzellik müsabakasının propaganda faaliyeti; “memleketin şeref ve haysiyetine hizmet etmek üzere, güzeller milli vazifenizi yapınız” denilerek yapılıyordu. Hâlbuki sonuç yine hüsrandı ve ezelî düşman Yunan’ın güzeli birinci olmuştu. Peki, biz neleri kaybetmiştik?
Tarihçi-Yazar Ayşe Hür Hanım, 1930 yılında tertip edilen güzellik müsabakasıyla alâkalı şunları aktarmaktadır: “1930 yarışmasının duyuruları 29 Ekim 1929’da yapılmaya başladı. Yine Cumhuriyet gazetesinin diliyle “medeni bir sahada ‘memleketin şeref ve haysiyetine hizmet etmek üzere’ Paris’e ve ABD’ye gönderilmek üzere kadın adaylar” aranıyordu.
“Güzeller milli vazifenizi yapınız!” sloganıyla başlatılan yarışmaya dair bir haberde yarışmanın ‘faydası’ şöyle anlatılıyordu: “Feriha Tevfik Hanım’ın resimlerinin Amerika gazetelerinde intişarı bizim lehimizde ne mühim bir propaganda oldu. Türkleri zenci, sarı veya kırmızı ırktan zanneden sürü sürü Amerikalılar kendileri kadar beyaz ve güzel olduğumuzu Feriha Hanım’ın resimlerinden anladılar. Memleketimiz ve milletimiz namına ele geçen böyle masrafsız bir propaganda fırsatını kaçırmamak, ondan azami derece istifade etmek zaruretindeyiz. Bu fırsattan istifade milli bir vazifedir. Azami istifade ise ancak müsabakalara güzel, çok güzel kız göndermekle olur.”
10 Ocak 1930’ta yapılan yarışmaya 42 aday katıldı, son elemeye kalan 22 aday arasından Mübeccel Namık Hanım yeni ‘Türkiye Güzellik Kıraliçası’ seçildi. İlk yarışmanın birincisi Feriha Tevfik bu sefer ikinci olmuştu. Yarışmacıların ellerinden tutup jürinin önüne kadar götürüp orada yarışmacıların eteklerini dizlerine kadar kaldırmasına yardım etme görevini üstlenmiş olan muhafazakâr yazar Peyami Safa, basının güzelliğine kusur bulduğu Mübeccel Hanım’ı şöyle övüyordu: “Mübeccel Hanım ırkımızın büyük seciyesini taşıyor. Mayası halis bir tesalüple yuğurulmuş. Lirik şairlerin genç kız diye tahayyül ettikleri, fakat asrın ahlaki bulanıklığı içinde eşini az buldukları masum, gözü açılmamış tipik aile kızı. Zekâsı, terbiyesi, vücudu idman görmüş, lisan biliyor…”
Ama yine büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Dünya yarışmasına katılmak üzere Paris’e giderken Sirkeci’den Edirne’ye kadar her istasyonunda halkın sevgi gösterileriyle karşılanan Mübeccel Hanım dereceye bile giremezken, ‘milli düşman’ Yunanistan güzeli kraliçe seçiliverdi. ABD’nin Galveston şehrine gönderilen ikinci güzel Feriha Tevfik de başarılı olamayınca, ülkede büyük bir hayal kırıklığı yaşandı. Gazeteler suçu kökenlerini eski Yunan uygarlığında göre Batılı jüri üyelerine’ atıp ‘yenilen pehlivan güreşe doymaz’ misali tekrar kollar sıvadılar.”
Hayat Mecmuası’nın 13 Haziran 1958 tarihli 88. sayısında, Türkiye Güzeli hakkında şu bilgiler yer almaktadır: “13 Ocak 1930 yılında 42 güzel arasından Mübeccel Namık Türkiye Güzeli seçildi. Bugün 46 yaşında olan Mübeccel Namık, bir tacirle evlidir.” Bu hesaba göre müsabaka esnasında Mübeccel Hanım 18 yaşında olmasına rağmen, diğer kaynakların tamamında doğum tarihi 1915 olarak gösterilerek yaşının 15 olduğu belirtilmiştir.
Peyami Safa da yukarıda bahsi geçen yazısını şöyle bitirmiştir: “Kraliçemiz cidden güzeldir. Ona alenen biat ediyorum.” 14 Ocak 1930 tarihli Akşam Gazetesi ise, mevzu ile alâkalı alt başlıkta şu çarpıcı kelimeleri kullanmıştır: “Hakem heyetindeki üstatlar kendilerini cennette sanmışlar.” Eee Peyami bey ve üstatlar!. Sizin gibi sübyancılar için 15-18 yaşında bir güzele biat etmemek mümkün mü? Kendini cennette sanmamak mümkün mü? Sizi gidi sapıklar sizi. Bir de yeri geldiğinde “ahlak abidesi” kesilirsiniz…
Dünyanın bu yeni cereyanına [Güzellik Müsabakalarına] katılmak için yeni Türkiye’nin neyi eksikti? Bilakis yeni Türkiye her biri bir asra güç sığacak büyük inkılapları içinde asırlardan beri bir nevi esaretin zebunu olan Türk kadınlığının hürriyetini iadeten ilan ve tesis etmiş olduğu için bu cereyana her milletten daha fazla bir gayret ve heyecanla karışmalı idi. Binnetice, Türk kadınlığı hakkında bütün dünyada asırlardan beri birleşen efkâr ve itikadının artık yeri yurdu kalmamış efsanelerden başka bir şey olmadığı bütün dünyanın hayret gözlerine fiiliyatı ile dahi gösterilmeli idi.
Türk kadınları bütün dünyanın hür memleketindeki hür hemşirelerinden farksız insanlar haline yükselmişlerdi. Bu hakikati yüksek gösterecek ve yüksek söyliyecek bir fırsattan istifade etmemek günah olurdu. İşte geçen sene ve bu sene yaptığımız Güzellik müsabakamızın başlıca saiklerinden biri.” (13 Ocak 1930)
Bir müddet 1929 güzeli Feriha Hanımla karşılıklı atışmalar ve çıkardığı plak ile gündeme gelen Mübeccel Hanım, 12 Mart 1975 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki cenaze ilanıyla tarihin tozlu raflarına kaldırılmıştır…
Tarihçi-Yazar Ayşe Hür Hanım, yazısının devamında 1931 güzellik müsabakası ile alâkalı şunları yazmaktadır: “Cumhuriyet gazetesi ‘milli görev’ tanımı ile yetinmeyerek işi sağlama bağladı: "Bugün meçhul bir kız iken, yarın meşhur bir şahsiyet olmak fırsatı karşınızda duruyor." Ama 28 Temmuz 1930 tarihli ilan bir fiyaskoya işaret ediyordu: "Güzellik müsabakasına iştirak için gelen resimler, kâfi miktarda olmadığından resim gönderme müddetini Ekim sonuna uzattık. Güzeller; Beyoğlu’nda Foto Süreyya ve Foto Femina’ya giderek bizim hesabımıza resimlerinizi çektiriniz."
Büyük gayretler sonunda yeterli aday bulunarak yapılan 1931 yarışmasında ‘muallim’ Naşide Saffet Hanım birinci, Güzel Sanatlar Mektebi öğrencisi Saniha Hanım ikinci oldu. Naşide Saffet Hanım Fransa’nın Nice (Nis) kentindeki yarışmada 4. oldu ama bu durum kamuoyunda büyük rahatsızlık yarattı. Çünkü ‘muallim’ ve ‘öğrenci’ Cumhuriyet’in rol modelleriydi.
Naşide Hanım’ın öğretmenlikten atılacağı söylentileri kulaktan kulağa yayılırken, rejimin ideologlarından Falih Rıfkı, 26 Ocak 1931 tarihli Milliyet’te şöyle diyordu: “Güzellik temiz ve asil bir şeydir. Fakat muallimlikle bu müsabakalar arasında bir tezat olduğuna da şaşmamak lazım gelir. Eğer Maarif Vekilliği deniz esbabı ile dolaştırılmış, ayak bileği, kalçası ölçülmüş ve talebeleri tarafından gazetelerde çıplak resmi görülmüş bir hoca hanımı sınıf içinde biraz garip bulursa eski kafalık göstermiş olmayacaktır.” Anlaşılan Kemalist modernleşmenin doğal sınırlarına varılmıştı!”
Adaylar yarışmaya bugünkü gibi mayo ile katılmadığından 1931 yılının jürisi güzel seçiminde biraz zorlanmış.. Bunu, kraliçe seçilen Naşide Saffet Hanım’ın anılarından anlıyoruz.. Sebebi de gözü kör olmayasıca modacılar.. Bir yıl evvel etekler diz hizasındaymış.. Modacılar uzun eteği geri döndürünce iş karışmış.. Muhterem jüri üyeleri kızların bacaklarını göremediğinden ne yapacaklarını bilememişler..
Karagöz Gazetesi zaten cephe açmış.. Böylece güzellik yarışmaları aleyhine olanların sayısı büyür.. Münafıklığın çoğu da medya esnafından gelir.. (…) Hükümetten yana olanlar "Esaretten kurtulan Türk kadınlığının asil ve kibar güzelliğini bizi henüz tanımayan yabancılara göstermek milli bir vazifedir.." diye yazarken, muhalifler "haber niyetine" yaydıkları söylentilerle sonuca gitmeye çalışırlar… (…) Hem deniz hamamında mayo ile dolaşması hem de öğretmenliği başına kakılmıştır..
Bu suçlamalara çok hislenen Naşide Saffet kendini şöyle savunur: - Ben güzellik yarışmasına balo kıyafeti ile gittim. Muallimler baloya gidemez mi? Mualimler deniz hamamında mayo giyemez mi? Ben hareketimin şeref ve haysiyetimi ihlal etmediğine kâniyim.. Fakat Gazi Paşamız’ın kafasını bozmaya cesaret edemeyenlerin "haber yoluyla yaptığı" muhalefet durmaz..
Karagöz başta olmak üzere birkaç gazete birden Keriman Halis’in ağzından uydurma demeç verirler.. Sözde Keriman Halis Avrupa’daki yarışmadan dönünce annesine şunları söylemiş: - Aman anne.. Ben evvelce pek kapalıydım, şimdi bütün dünya tanıdı.. Adım çıkmadan beni ilk isteyene veriniz!
Avrupa ve dünya güzellik müsabakaları jüri heyeti başkanından gelen bir mektupla, Belçika’nın Spa şehrinde yapılacak “Dünya Güzellik Kraliçeliği” seçimi için Türk güzelinin beklenildiği belirtiliyordu. Gazete, 15 Hazirandan 2 Temmuza kadar 17 gün boyunca; 16-25 yaşlarındaki evlenmemiş, namuslu kızları yarışmaya çağırdı. Ortaya 500 lira konuldu.
1926-1929-1930 ve 1931 yıllarında tertip edilen güzellik müsabakaları ile alâkalı olarak; üç gündür devam eden seri makalemizin sonuna yaklaşırken, mevzuun en vurucu kısmına gelmiş bulunuyoruz. Keriman Halis ve dünya güzellik kraliçeliği ile alâkalı, şahitler ve vesikalardan iktibaslar yaparak; tarihi bir hakikat üzerinden bir Milletin aslından koparılış hikâyesinin bir misalini daha vermiş olacağız. Makalemizin ana gövdesini, 6 Haziran 1958 tarihinde tefrika edilen; Hayat mecmuasının 87 numaralı sayısında, gazeteci-yazar Orhan Tahsin’in Keriman Halis ile yaptığı röportaj üzerinden yayınladığı “Keriman Halis Nasıl Dünya Güzeli Olmuştu” serlevhalı yazı oluşturmaktadır.
Fındıklı’da cadde üzerinde bir evin, Türk zevkine göre döşenmiş odasında; sedire uzanmış, 16. baharını süren güzel bir kız, gazetenin birinci sahifesinden bir fotoğraf kesti. Sonra bu resmi, masanın üzerinde duran romanın sahifeleri arasına yerleştirdi. 1930 yılının sıcak bir yaz günüydü. Güzel kızın, bir hâtıra gibi sakladığı resim de o yılın Türkiye Güzellik Kraliçesi Mübeccel Namık’ın bir portresiydi.
1932 yılının 15 Haziran tarihli Cumhuriyet Gazetesinde şöyle bir başlık vardı: «Dünya, Türkiye güzelini bekliyor.» Yazıda, Avrupa ve Dünya Güzellik Müsabakaları Jüri Heyeti Başkanı M. Maurice Valeffe’ten gelen bir mektuptan söz ediliyor, başkanın bu yıl Belçika’nın Spa şehrinde yapılacak Dünya Güzellik Kraliçeliği seçimi için Türk güzelini beklediği belirtiliyordu. Gazete, 15 Hazirandan 2 Temmuza kadar 17 gün güzelleri yarışmaya çağırdı. Ortaya 500 lira konuldu. 16-25 yaşlarındaki evlenmemiş, namuslu kızların «hafi ve balo kıyafetiyle» yapılacak bu seçime katılabileceği, kazanamayanların «izzet-i nefislerinin rencide edilmemesi için» adlarının açıklanmayacağı günlerce ilân olundu. Nedense, katılanların sayısı yediyi aşmıyordu.
Fındıklıda oturan kız, 1930 yılından bu yana iki güzel bahar daha görmüş, romanın sahifelerinin arasına bir güzelin fotoğrafı daha eklenmiş; 1931 güzeli Naşide Saffet… Güzel kız, 18. baharını, Haziran’da yazın başlaması ile 10 gün geride bırakmış. Romanın sahifeleri arasına 1932 güzelini ise ertesi gün koyabilecek!.. Çünkü 1932 Türkiye Güzeli o gün seçiliyor. Genç kız, bunları düşünürken, odanın kapısı sessizce açılıyor. İçeriye amcası, tanınmış besteci Muhlis Sabahattin giriyor: “Hazırlan kızım” diyor. “Nereye gidiyoruz?” “Bu güzelliğini dört duvar arasında harcamaya hakkın yok... Güzellik müsabakasına katılacaksın!.” “Ya babam?” Muhlis Sabahattin: “Ben onun gönlünü ederim...” diyor ama...
Genç kız, babasının gönlü oluncaya dek üç defa tuvalet yapıyor, bozuyor. Sonunda, babası «hem Nuh diyor, hem Nebî diyor» kızının müsabakaya girmesine izin veriyor. Genç kız babası ve amcası ile birlikte, son bir ümitle son güzeli bekleyen «tertip heyeti»nin odasına giriyor. Tertip heyeti başkanı, bu kraliçe adayını süzdükten sonra: “Adınız?” diye soruyor. “Keriman efendim.” “Babanızın adı?” “Halis.” “Ananızın adı?” “Ferhunde.” “Kaç yaşındasınız?” “18…” Keriman’ın adı yazıldıktan sonra, gün-saat dolduğu için kayıt defteri kapanıyor.
Keriman hanım, bu vetireyi ve 17 yaşındayken gördüğü bir rüyayı; 22 Ocak 1970 tarihinde tefrika edilen, Hayat mecmuasının 4 numaralı sayısında şöyle anlatıyor: “İnsanın hayatının akışını değiştiren bazı olaylar vardır. Benim de hayatımı değiştiren olay bir balo ile başladı. İstanbul’da doğdum. Benden başka beş kardeşim vardı. 16 yaşımda, babam beni Galatasaray Lisesinin geleneksel balosuna götürdü.
Orada Cumhuriyet gazetesinin yazarlarından Abidin Daver Beyle karşılaştım. Babama, beni o yıl yapılacak olan güzellik yarışmasına sokmak istediğini söyledi. Hem babam, hem de ben şaşırmıştık. Babam muhafazakâr bir insandı. Yine de bana «Sen bilirsin» dedi. O yıl reddetmiştim...
Ertesi yıl Abidin Daver Bey ısrar etti. Babamı da kandırmıştı. Ben kararsızdım. O hafta çok acayip bir rüya görmüştüm: Çamlıca Tepesi’ndeydim... Büyük bir fırtına kopmuştu, yer yerinden oynuyordu... Derken üzerime güneşin bir altın top gibi geldiğini gördüm... Heyecanla uyandım, rüyanın etkisi altında kalarak fevkalade bir olayla karşılaşacağıma kendi kendimi İnandırmaya başladım. Cumhuriyet gazetesindeki yarışmaya katıldım ve kazandım. Ama İnsan tabiatı tuhaftır, toyluğun verdiği bir heyecanla Avrupa’da da yarışmayı kazanacağım o anda içime doğdu. “Ben burada kazandım ya orada da kazanırım” demeye başladım. 15 gün zarfında babamla Belçika’ya gittik. Avrupalı güzellerle karşılaşınca yeniden moralim bozulmuştu.
Türkiye’de Cumhuriyet yeniydi, Avrupalılar Türk kadınlarını peçe içinde tahayyül ediyorlardı. Böyle bir genç Türk kızının Avrupa’da bir güzellik yarışmasına katılması onları çok ilgilendirmişti. Resepsiyonlar, opera temsilleri, balolarla günler gelip geçti.”
1958 ile 1970 yıllarında yayınlanan iki farklı röportajda da görüldüğü üzere, Keriman Halis güzellik yarışmasına katılmasına vesile olan kişileri; birinde amcası Muhlis Sabahattin, birinde de Cumhuriyet Gazetesi yazarı Abidin Daver olarak aktarıyor. Abidin Daver o kadar ileri görüşlüdür ki, 16 yaşında bir kızı keşfetmiş; Keriman Halis o sene kabul etmeyince hevesi kursağında kalmıştır, lâkin bir dahaki sene gayesine ulaşmıştır.
O gün saat 16’da Cumhuriyet Gazetesi idarehanesinde seçim başlıyor. 26 kişilik jüri heyeti 8 güzel arasından Türkiye güzelini seçecek. Jüride; Abdülhak Hâmit, eşi Lüsyen, Halit Ziya, Cenab Şahabettin, Hüseyin Cahit, Ahmet Haşim, Peyami Safa, İzzet Melih, Çallı İbrahim, Arif Dino, Vâlâ Nurettin, Naşide Saffet de bulunuyor. 5 numaralı güzel Keriman Halis hanım 8 güzel arasından Türkiye Güzeli seçiliyor…
Başına 1932 yılının Türkiye Güzellik Kraliçeliği tacı konmuş olan Keriman Halis, ilk röportajını bir taht üzerinde değil, bir sandalyeye ilişerek veriyor: “Bir parça heyecan duydum. Bittabi [tabiî ki] çok seviniyorum. Hâlâ intihap [seçme] neticesinin ilk söylenişinde duyduğum mübhemiyeti [belirsizlik], ümit, heyecan ve sevinci yaşıyorum...”
Bu sırada, gazete idarehanesinin önünde toplanmış olan halk «Türkiye Güzeli’ni görmek isteriz» diye bağırarak, çılgınca gösteriler yapıyor. Biraz sonra, Keriman Halis Hanım bir yanında Abdülhak Hâmit ve Cenab Şahabettin, bir yanında Ahmet Haşim olduğu halde, idarehanenin merdivenlerinden ağır ağır ilerledi.
Artık Türkiye’nin 1 numaralı kadını olmuştu Keriman. Edebiyatçılar «edebî» sözler, filozoflar «felsefi» cümleler, şairler «şiirli» mısralar ile onun güzelliğini anlata anlata bitiremiyorlardı. Bir yazar onu söyle tarif ediyor: “Ortadan uzun boylu, narin yapılı, elleri ve ayakları küçük, vücudu gayet mütenasip [birbirine uygun]. Ensesinde gayet zarif şekilde toplanmış, saçlarının çerçevelediği yüzünde tam bir Türk güzelliği var. Zekâ ile masumiyet 18. baharının tatlı ışığı içinde birleşiyor.” Keriman Halis’in güzelliğini tek cümle ile anlatan yazar diyor ki: “Keriman, güzel bir telif eserdir”
Türkiye Güzeli bir hafta içinde 13 bin hayranına imza verdikten, çeşitli müesseselerin hediye yağmuruna tutulduktan sonra 10 Temmuz gecesi Belçika’ya hareket ediyor. Dünya’nın dört bir köşesinden gelmiş güzeller şerefine Ostende’de, Spa’ da garden-partiler, çaylar, balolar veriliyor, otomobil yarışları düzenleniyor.
14 Temmuzda yapılan otomobil yarışında bir kısım halkın «Yaşasın Fransa» diye bağırması, 27 güzelin ilgisini çekiyor: “Yoksa, diye düşünüyorlar, bir oldu bittiye mi kurban gittik?!. Mis Univers Fransız Güzeli mi oldu?” Mesele anlaşılıyor biraz sonra. «Yaşasın Fransa »diye bağıranlar, 14 Temmuz Fransız Millî Bayramı’nı kutluyorlarmış!... Bir oldu bitti değilmiş meğer...
Büyük seçimden önce, güzeller aralarında bir seçim yapıyorlar. Kazanan «yalan da olsa, hoşuma gidiyor» diye avunacak. Her güzel kendine oy veriyor. Türk Güzeli ise “Ben” diyor, “Çekimser kalacağım, güç iş bu.” Türkiye’de ise Belçika’dan gelecek bir müjde bekleniyor. Uçan kuştan bile haber sormak isteğinde halk!. Beklenen haber geliyor: «Keriman Halis 7 güzelle finale kaldı». Millet bu 8 sayısının uğuruna inanıyor. Çünkü Keriman Halis İstanbul’da, 8 güzel arasından birinci seçilmişti. Üç satırlık son haber ise saat 20 sularında İstanbul’da dilden dile dolaşıyor: «Türkiye Güzeli bugün saat 17:15’te Dünya Güzeli seçilmiştir.»
Bu yaşanılanları Keriman hanım, 19 Kasım 1984 tarihinde tefrika edilen; Hayat mecmuasının 47 numaralı sayısına verdiği röportajda şöyle anlatıyor: “28 ülkenin güzelleri sıralandık önce. Üçer, beşer alıyorlardı. Sonra ben Almanla rakip kaldım. Ertesi günü reyler tasnif edilecekti. O arada dükkânlara gidiyoruz. Herkes, ’Hakkınız yenmezse kraliçe sizsiniz’ diyor. Baştan beri ümitsiz olmama rağmen halkın alâkası beni ümitlendirdi.
Ama Türk olduğuma inandıramıyordum kimseyi. Ertesi günü sonucun ilan edileceği gazinoya gittik. Her masada her ülkenin bayrağı vardı, nedense bir bizimki yoktu. Bir büyük mühürlü zarfın içinde kraliçenin ismi yazılıydı... Sunucu açtı, ‘1932 Dünya Güzeli...’ dedi, durdu. Alman güzeli soluksuz bekliyordu. Ve ses haykırdı: ‘Miss Turkey...’ Ben robot gibi olmuştum, sıtmaya tutuldum sanki. İki elimden tutup sahneye çıkardılar .. Bir alkış, bir alkış...” — Bayrağımız hâlâ konmamış mıydı masanıza? “Hayır, yoktu. Otele geldiğimizde bayrağımızın neden orada bulunmadığını düşünüyordum hâlâ.
Taksim Meydanı gibi bir yerdeydi otelimiz. Halk önünde toplanmış beni istiyordu. Bayrağımız gelmezse çıkmayacağımı söyledim. Atlas kumaş geldi. Yastık kılıfından ay-yıldız şeklinde kumaş kesip diktik bir çırpıda. Ve o bayrakla çıktım balkona, öptüm ve aşağı bıraktım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Babam da öyle...”
Dünyanın incisi İstanbul, bir Dünya Güzeline kavuşmanın sevinci içindeydi. Vekiller, valiler, vatandaşlar Keriman Halis’e tebrik telgrafları çekiyorlardı. Üç günde tam 30 bin telgraf almıştı. Bu arada, Atatürk 3 ağustos günü Keriman Halis için şunları söyledi: «Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu bildiğimden, Türk kızlarından birinin Dünya Güzeli seçilmesini tabiî buldum». Yurda döndükten sonra, Atatürk Keriman’ı Ankara’ya çağırmış: «Sana “Ece” soyadını verdim. Türk kadınlığını dünyaya tanıttın» diyerek kadehini şerefine kaldırmıştır.
Ünlü Fransız yazarı Tristan Bernard’ın «Keriman çok güzel, bu güzelliğini kullanmalı» yollu parlak sözleri, Amerika’dan, Avrupa’dan gelen yıldızlık teklifleri onu yolundan alıkoyamamıştı. Keriman Halis Türk kadınları arasında, bir yıldız gibi parlamak isteğindeydi...
Kapitalizm, Keriman hanımın bu arzusunu yerine getiriyor, kendisi dönemin güçlü mecmualarından Resimli Uyanış-Servet-i Fünun’da “reklam güzeli” oluyordu. (6 Teşrinievvel [Ekim] 1932-Sayı:1886-201) “Türk güzeli niçin Cihan güzeli oldu? Çünkü, Türk güzeli; Türk üzümü, Türk fındığı, Türk inciri ile beslendi!. Keriman Halis Ece’nin vatandaşlarına tavsiyesi: Sağlam ve güzel olmak istiyorsanız; siz de benim gibi, Türk üzümü, Türk inciri, Türk fındığı yiyiniz!.
***
K.Atatürk: “Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihî olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin dünya güzeli intihap olunmuş olmasını çok tabiî buldum demiştir.
Keriman Halis Dünya Güzeli seçilmiş, artık başımız göğe ermişti. Mahmut Esat Bozkurt’un “Atatürk İhtilali” isimli eserinde aktardığı hatırasındaki “fetih”lerden biri yapılmıştı: “Atatürk bir gün, lütfen bu husustaki (şapka inkilâbı) fikrimi sormuşlardı!. O sırada Musul işi, aleyhimizde sonuçlandığı için, rahmetli hayli sıkıntılı idi. Şu cevabı vermek cesaretinde bulundum: «Şapka giymek, bu millet hesabına bir Musul fethinden üstündür!» Atatürk hafifçe gülümsediler ve başlarını bir kaç defa eğerek beni taltif ettiler [İltifatta bulundular, övdüler].
Keriman Halis’in dünya güzeli seçilmesi, rejim tarafından başlatılan “Türklük” propagandasının basamaklarından birine çevrilmişti. Bu mevzuda en güzel misali, Tarihçi-Yazar Cemil Koçak Bey şöyle aktarmaktadır: “Keriman Halis’in 1932 yılında dünya güzeli seçilmesi vesilesi ile Cumhuriyet gazetesine verilen şu demeç [beyânat] dikkat çekicidir:
‘Türk ırkının necip [asil] güzelliğinin dâimâ mahfuz [saklı-korunmuş] olduğunu gösteren dünya hakemlerinin bu Türk çocuğu üzerindeki hükümlerinden memnunuz. Fakat Keriman, hepimizin işittiğimiz gibi, söylemiştir ki, o bütün Türk kızlarının en güzeli olmak iddiasında değildir. Bu güzel Türk kızımız, ırkının kendi mevcudiyetinde tabiî olarak tecelli ettirdiği güzelliğini dünyaya, dünya hakemlerinin tasdikiyle tanıttırmış olmakla elbette kendini memnun ve bahtiyar addetmekte haklıdır.
Cumhuriyet gazetesi, bu meselede, Türk ırkının diğer dünya milletleri içinde mümtaz olan asil güzelliğini göstermek teşebbüsünü tâkip etmiş ve bunu dünya nazarında muvaffakiyetle intâc etmiştir [sonlandırmıştır]. Ondan dolayı bittabi [tabiatıyla-elbette] bu vesile ile de takdir ve tebriklerimize hak kazanmıştır. Şunu ilâve edeyim ki, Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihî olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin dünya güzeli intihap olunmuş olmasını çok tabiî buldum." (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 1908-1938, Türk Tarih Kurumu Yayınları, I-III Cilt, Ankara: 1981, s. 92-93).’
Ardından Atatürk bir tavsiyede de bulunuyordu: ‘Müftehir olduğumuz [övündüğümüz] tabiî güzelliğinizi fennî tarzda muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda bir tekâmülün mütemâdi tahakkukunu ihmâl etmeyiniz. Bununla berâber, asıl uğraşmaya mecbur olduğunuz şey, analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi, yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünyâ birinciliğini tutmaktır.
Bu konuşmanın tarihine bakarak bu sırada bir hayli revaçta olan ve gün geçtikçe de yayılma eğilimi gösteren Avrupa’daki kan ve ırk nazariyelerinin tesiri olduğunu söylemek mümkündür. Belki. Ama daha erken bir tarihteki konuşmaya da kulak vermek ve Atatürk’ün 1926 yılında Türk sporcularına hitâbesine de yakından bakmak gerekir:
‘Bu kadar mühim olan spor hayâtı bizim için daha mühimdir. Çünkü ırk meselesidir. Irkın ıslâh ve küşâyişi [ferahlık] meselesidi., Istıfâsı [bir şeyin iyisini seçip ayıklamak] meselesidir ve hattâ biraz da medeniyet meselesidir. (...) Türk ırkında mâzinin meş’um [kötü, uğursuz], menfî [olumsuz], bîmânâ [anlamsız] izleri kalmıştır. Yalnız görüyorsunuz ki, târihlerde cihan hâkimi olmuş koskoca Türk milletine bugünkü neslimiz vâris olduğu zamanda, bu koca milleti biraz zayıf, biraz hasta, biraz cılız bulmuştuk. Efendiler, gürbüz, yavuz evlâtlar isterim." (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 1908-1938, Türk Tarih Kurumu Yayınları, I-III Cilt, Ankara: 1981, s. 242-246).
Hemen hemen aynı tarihte kaleme alman ve okunan Nutuk’un bitiş cümlesi de gençliğe sesleniş açısından üzerinde durulmayı gerektirir: "Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!" (Cemil Koçak-Tarihin Buğulu Aynası/Efsaneler Çökerken, Timaş Yayınları, İstanbul, 2.Baskı, Sayfa: 190-191)
Bu minval üzerinden Yeni Akit Gazetesi Yazarlarından Asım Yenihaber Beyin aktardıkları da yabana atılmayacak cinsten: “Neden PKK’yı temsil eden partide kadın vekiller, diğer partilere göre yüksek nisbette? Türkiye’nin inkılâpçıları, gençleri ve kadınları kullanarak Türkiye’yi kendi istikametlerinde değiştirmeyi hedeflediler. “Ey Türk gençliği” bu projenin bir ifadesiydi. Bütün devrimci akımlar böyle yapmıştı, hatta Sovyet inkılapçıları bunu daha da ileri götürmüş ve babasını “karşı devrimci” olarak ihbar eden gencin/gençlerin heykelini dikmişti!.
“Ey Türk gençliği”nin muadili “Ey Türk ecesi” idi!. Yani kızlarımızı-kadınlarımızı kimliklerinden sıyırıp, değerlerinden soyup piyasaya sürmek. Bunun için neler yapılmadı? Çok şey yapıldı!. İslâm örtünmeyi gerektiriyordu, cumhuriyet, kadınları örtüsünden çıkarmayı hedefledi. Bunda başarı sağlamak için geliştirilen projelerden biri güzellik kraliçeliği yarışmaları idi. Bu yarışmaları rejimin İstanbul’daki sadık gazetesi Cumhuriyet tertipliyordu.
“Müslüman” kadın, ilk defa bu yarışmalar dolayısıyla mayolu olarak basında göründü, halkın önüne çıktı. Hicab, iffet, ismet, mahcubiyet kelimeleri böylece değersizleştirildi. (TDK’nun 1945’teki sözlüğünde “hicab” için “utanma anlamına olup pek az kullanılır” açıklaması vardır!) Dördüncü “güzellik” yarışmasında seçilen Keriman Halis, Belçika’da dünya güzeli seçildi. Bu seçilmenin muhtelif rivayetleri var.
Bir Müslüman kadının, Osmanlı kadınının, hadi “Türk kadınının” diyelim, soyunmuş olarak, mayolu şekilde Avrupalıların huzurunda arzı endam etmesi, az buz bir başarı değildi!. Onlar Müslüman kadınla asla karşılaşamazlardı. O yüzden de onları hep haremde tahayyül ederlerdi. Avrupa, Türkiye’nin inkılapçı projesine Keriman Halis’le büyük bir destek verdi. Yüz yıla yaklaşan hayatında Keriman Halis hep bu vechesiyle gündemde tutuldu. Kadınlar için “rol model”di o.
Sabiha Gökçen de öyle! Biri “dünyanın ilk savaş pilotu kadın” idi, diğeri dünya güzellik kraliçesi!. Türkçe’nin eski kelimelerinden “ece” bu vesile ile anlam değişikliğine maruz bırakıldı. “Ece” o zamana kadar, baş, reis, koca, ihtiyar, yaşlı kadın veya çirkin masal cücesi idi... Birden ve aniden “kıraliçe” oluverdi!. Ebedî Şef, Avrupa’nın Müslüman kadın üzerindeki zaferini tebcil eden bir konuşma yaptı. (…) Devir ırkçılık devri idi.
Mussolini’nin, iktidarda olduğu, Hitler’in iktidara yürüdüğü devir... Ey Türk ecesi! Muhtaç olduğun güzellik damarlarındaki asil kanda mevcuttur! Fakat o ne? Keriman Halis “Ece” Çerkes bir ana ve babadan olmuş! Eğer mesele “ırk”sa, Keriman Halis Türk ırkının değil, Çerkes ırkının güzelliğinin timsali olmalı! Irka dayalı millet tahayyülünün duvara toslamaktan başka alternatifi yok!.”
Asım Beyin de aktardığı gibi; Keriman Halis Türk değil, Abhaz-Çerkez bir aileye mensup idi. Aile, Abhazlar arasında ‘Bijnow’ diye adlandırılan bir sülaledir. Bu aileden Muhlis Paşa ve oğulları Âgah, Hurşit, Şevket, Halis Beyler gibi askerler ve idareciler ile Muhlis Sabahattin Ezgi ve kardeşi Neveser Kökdeş gibi ünlü bestekârlar da çıkmıştır. Hatta Keriman Halis’in ölümünden sonra, Abhaz-Abazin Kongresi Genel Sekreteri Gennady Alamiya şu mesajı yayınlamıştır:
“Değerli soydaşlarımız… 1932 yılı Kâinat Güzellik Yarışmasına, Türkiye adına katılıp birinci seçilen ‘Bijnow’ Keriman Halis Ece’nin vefatını derin bir teessürle öğrenmiş bulunmaktayız. Kendileri, soydaşlarımızın bulundukları ülkeleri ve birlikte yaşadıkları toplumları her platformda ve layıkıyla nasıl temsil ettiklerinin en güzel örneğidir.
Keriman Halis Hanımefendi, sadece göz kamaştırıcı güzelliğiyle değil; eğitimi, kültürü ve çağdaş yaşam tarzıyla da genç Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyadaki yüzü olmuş ve bu gururu hepimize en üst düzeyde yaşatmıştır. Merhumeye Tanrı’dan rahmet, ailesi, sevenleri ve toplumumuza ise başsağlığı diliyoruz. Ruhu şâd, mekanı cennet olsun!.”
KerimanHalis_PodyumdaEvvelki senenin Temmuz ayında da, “Moskova Abhaz Diasporası” tarafından Keriman Halis Ece adına bir etkinlik düzenlenmiştir. Bu etkinlik ile alâkalı olarak Abhaz Haber sitesi şunları yazmıştır: “Moskova Abhaz Diasporası 23 Temmuz akşamı Keriman Halis Ece anısına bir gece düzenledi. Gecede Abhazyalı genç tasarımcılar bir defile ile takılarını ve giysilerini sergiledi.
Geceye katılanlar arasında bulunan haber sitemizin yazarlarından Mahinur Tuna’da iştirak etti. Kısa bir konuşma ile “Abhaz Bayrak günü dolayısıyla dünya durdukça Abhaz Bayrağı Bağımsız Abhazya’nın üzerinde dalgalansın” diyen Mahinur Tuna, Keriman Halis’in kızı ile yaptığı görüşmeye dayanarak selamlarını iletti. Diasporanın, Abhazya temsilciliğin, bütün derneklerimizi temsilen federasyonumuzun ve Guaşe grubu adına selamlarını iletti. Moskova Abhaz Diasporası Başkanı Sayın Beslan R. Agrba Abhazfed Genel Başkanı Cengiz Aşba’ya bir teşekkür mektubu gönderdi. Moskova Abhaz Diasporası Başkanı Beslan R.Agrba imzası ile gönderilen mektupda;
‘Sayın Bay Ashuba… Moskova Abhaz Diasporası adına, 23 Temmuz’da Moskova’da ilk “Dünya Güzeli” Keriman Halis Ece onuruna düzenlenen etkinlik için sağladığınız destek ve yardımlarınız için minnettarlığımı ifade etmek isterim. İnanıyoruz ki bu girişim iki diaspora arasındaki entegrasyonu ve kültürel etkileşimi hızlandıracaktır.
İlerdeki projelerde yapılacak olan işbirliklerini sabırsızlıkla beklemekteyiz. Saygılarımla…’ ifadelerine yer verildi.” Şu satırları okurken, insan kendi kendine “Bu Millete yapılan ihanetlerin tamamında “Türk Milleti’nden olmayanlar” mı kullanılmış arkadaş?!.” demeden edemiyor…
1885’de Selanik’te sabetayist Şemsi Efendi (Şimon Zvi) tarafından Şemsi Efendi Mektebi ismiyle kurulduktan sonra, Türkiye’de umumiyetle aristokrat ve sabetayist ailelerin çocuklarının okulu olan, Feyziye Mekteplerinden mezun olmasının, Keriman Halis’in dünya güzeli olmasında etkisi olmuş muydu?
1932 Dünya Güzellik Yarışması ile alâkalı olarak hemen hemen her yerde zikredilen, lâkin kaynağına tam manasıyla ulaşamadığım ve kafamda sualler oluşturan bir hadise var. Bu hadiseyi nakledenin, Darüşşafaka Lisesi Muallimlerinden Halit Turhan Bey olduğu ve bu mevzuu hatıralarında anlattığı yazılmaktadır. (Yeni Rehber Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi, 1993-1994, Cild:11) :
“Jüri salona geçip puan değerlendirmesi yapmak istedi. Başkan kürsüye geçerek şöyle konuştu: “Sayın jüri üyeleri, bugün Avrupa’nın, Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. 1400 senedir dünya üzerinde hâkimiyetini sürdüren İslâmiyet artık bitmiştir. Onu Avrupa Hristiyanları bitirmiştir. Elbette Amerika’nın ve Rusya’nın hakkını inkâr edemeyiz. Neticede bu, Hristiyanlığın zaferidir. Müslüman kadınların temsilcisi, Türk güzeli Keriman, mayo ile aramızdadır. Bu kızı zaferimizin tacı kabul edeceğiz, onu kraliçe seçeceğiz. Ondan daha güzeli varmış, yokmuş bu önemli değil. Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz.
Bu sene Hristiyanlığın zaferini kutluyoruz, Avrupa’nın zaferini kutluyoruz. Bir zamanlar Fransa’da oynanan dansa müdâhale eden Kanûnî Sultan Süleyman’ın torunu işte mayo ve sütyen ile önümüzdedir. Kendini bizlere beğendirmek istemektedir. Biz de, bize uyan bu kızı beğendik, Müslümanların geleceği böyle olması temennisiyle, Türk güzelini dünya güzeli olarak seçiyoruz. Fakat kadehlerimizi Avrupa’nın zaferi için kaldıracağız.”
Halit Turhan Bey kimdi? Neden hakkında geniş malumat yok? Güzellik müsabakasının tertip edildiği vakitte, Belçika’da bulunmuş muydu? Kaynaklarda muallim olarak gösterilen Halit Turhan Bey, bu ortamda hangi vasıfla bulunmuştu? Ağzından aktarılan hadiseyi gördüyse; hatıraları nerede, hangi kaynakta, hangi yayınevinden yayınlandı? Tarihçilerin ve ciddi araştırma yapanların içinden çıkamadığı sualler bunlar. Tabii aynı şekilde bir diğer cenahtan da cevap bekleyen sualler var…
1885’de Selanik’te sabetayist Şemsi Efendi (Şimon Zvi) tarafından Şemsi Efendi Mektebi ismiyle kurulduktan sonra, Türkiye’de umumiyetle aristokrat ve sabetayist ailelerin çocuklarının okulu olan, Feyziye Mekteplerinden mezun olmasının, güzellik müsabakalarında etkisi olmuş muydu? Ailesinden, farklı kategorilerde üst düzey şahısların bulunmasının seçilmesinde etkisi olmuş muydu? Türkiye’de tertip edilen müsabakada (mevzu güzellikse) daha güzel kızlar olmasına rağmen, 8 kişinin içinden; bizzat babasının ‘Onun kraliçe olacağını aklımıza bile getirmemiştik. Kızımızın bu kadar güzel olduğunu bilmiyorduk’ “kara-kuru bir kızdı” dediği (Cumhuriyet Gazetesi-2 Ağustos 1932) Keriman Halis neden seçildi? 8 kişilik güzeller arasından seçim yapan jürinin; sabetayistlik, yahudilik ve masonluk ile alâkaları veya bağlantıları var mıydı? Reşat Feyzi: ‘Geçenlerde dünya güzeli Keriman Halis hanımla konuşurken şiire merakı olup olmadıklarını sordum. Bana: Öyle havaî şeylerle uğraşmam dedi.
Keriman Hanım, sinemaya çok meraklıdır. Hangisinin havaî bir iş olduğunu düşünürken; doğrusu, ne yalan söyleyeyim, dünya güzeline içimden biraz gücendim.’ demektedir. (Servet-i Fünun/Resimli Uyanış Mecmuası, 22 Eylül 1932, Sayı: 1884-199)
Bu hakikatten yola çıkıldığında, Keriman Halis kültür bakımından sinema artisti olacak seviyede iken, diğer güzellerden ne farkı vardı da, dünya güzeli seçildi?
Keriman Halis, “sonucun ilan edileceği gazinoya gittiklerinde, her masada her ülkenin bayrağı vardı, nedense bir bizimki yoktu” demektedir. Hâlbuki 1. olarak açıklanacak olan Keriman Halis değil midir? Neden 1. olacak güzelin ülkesine ehemmiyet verilmemiştir? 28 kişilik jüriden, Keriman Halis’e rey vermeyen 3 kişi hangi ülkelerin temsilcileriydi?
Seçildiği akşam Belediye Başkanı’nın ziyafetinde, masaların üzerine konan feslerin gayesi ne idi? Keriman Halis bu fesleri neden kaldırttı? Irkçılığın dünyada, Türkçülüğün de ülkemizde zirve yaptığı bir dönemde, dünya güzeli seçilen Keriman Halis; Abhaz-Çerkez olmasına rağmen, neden Türk Güzeli olarak lanse edildi? Keriman Halis, 1932 dünya güzellik müsabakası hakkında, defalarca çeşitli gazete ve mecmualara röportaj vermesine rağmen, hakkında yapılan eleştirilere ve iddialara neden cevap vermedi.
Öyle ya da böyle, Halit Turhan Beye atfedilen konuşmanın hakikate dönmediğini iddia etmek komik olur. Çünkü, Keriman Halis bu minvalde bir çığır açmış; ardından dönemin “yüksek etiketli alçak adamları” düğmeye basarak, bir Milleti aslından koparma yolunda emin adımlarla koşmaya başlamışlardı… Bu aşağılık adımlardan birkaç misal vermeden evvel; Tarihçi-Yazar Ayşe Hür Hanımın mevzu ile alâkalı tespitleri, tezimizi şöyle desteklemektedir:
“Avrupa mutluydu, çünkü yeni Türkiye Cumhuriyeti ‘batı tarzı’ modernleşme projesine bağlılığını ispat etmişti. Rejim mutluydu, çünkü topu topu 10 yıl içinde yaşmaklı ve çarşaflı kadından tayyörlü kadına, haremdeki kadından podyumdaki kadına geçiş, Avrupa’da tescil edilmişti!. Aile mutluydu, çünkü “kızları milli bir vazife yerine getirmişti.”
Basın mutluydu, çünkü yazacak çok şey vardı. Cumhuriyet Gazetesi mutluydu, çünkü “olsa olsa Cumhuriyet Gazetesinin güzeli” dedikleri Keriman Halis “dünyanın güzeli” seçilmişti. En çok da jüri başkanı Peyami Safa mutluydu, çünkü seçim sırasında kendisini alaya alan gazetecilere sivri diliyle ağzının payını verme fırsatı çıkmıştı.” (Radikal Gazetesi-8 Mart 2015)
Şair ve Yazar Abdülhak Hamit Tarhan, Keriman Halis’i öyle yüceltiyordu ki, Türkiye’yi Yunan’ın ÇOK TANRILI dönemine çevirmişti. Ona göre Keriman Halis fâni olmayan bir İLÂHE idi: “Türk’ün büyüklüğü öteden beri meşhur ise de güzelliği şimdiye kadar mestur idi. Gene o büyüklükten çıkan bir desti kudret azmü cezm ile ref’i nikâba himmet ettiği için güzellikte o sayede bir güneş gibi zahir oldu. İşte o, dünya güzeli Keriman Halis Hanımdır!.
Zührepeyker bir güneş ki evvelâ bizim nazarımızda tenevvür etmiş idi, sonra enzarı âlemde ve birçok yıldızların arasında doğuyor. Ve geçen seneler zarfında tulû eden güzellerimizi de birer hatırai fahire olarak Türk güzelliği tarihine ihda ve ilâve elmiş oluyor. İşittim ki Keriman Hanım kendi güzelliği için «fânidir» demiş. Bir İLÂHE nasıl fâni olur ?
Güzellik bir ilâhei halikadır. Hatta benim gibi ihtiyar şairler de onun nüfuzü ilham ile halben mamur ve fikren muammer oluyorlar. Yunus Nadi Beyefendinin bu neticeyi veren hizmet ve himmetinde ise hem büyüklük, hem güzellik vardır. Tebrike şitap ederim. (Cumhuriyet Gazetesi-2 Ağustos 1935)
‘Dünya Güzeli’ Şiiri
Aynı gazete, 15 Ağustos 1932 tarihli nüshasında, yine Keriman Halis’e ithafen “Dünya Güzeli” isimli saçmadan-seçmeler bir şiir yayınlamıştı ki, bahse konu olan “İlâhe’nin?” özelliklerini mısralara döküyordu:
“Bir titiz san’atkâr endişesi,
Çalışmış üstünde Tanrının eli,
Yaratmak için bu eşsiz heykeli…
Saçlar: Parlak siyah, yüz: Donuk, beyaz,
Vücudu: İlkbahar, bakışları: Yaz,
Rüzgârda bir fidan, incecik beli!.
Ağzında dişleri bir sedef bıçak,
Ateş dudakları ne kadar sıcak!.
Bir beyaz güvercin ayağı, eli!.
O, Türk’ün tertemiz bir incisidir,
Dünya kızlarının birincisidir,
Hangi milletin var böyle güzeli?.”
Peçeye Niçin Düşmanım?
TBMM 5. ve 6. Dönem CHP Kütahya Milletvekili, Gazeteci-Yazar Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, Gazeteci-Yazar ve Siyaset Adamı Ercüment Ekrem Talû’ya cevaben yazdığı şu makale; Osmanlı’nın son döneminde yetişmiş ve Cumhuriyet rejiminde söz sahibi olmuş insanların nasıl bir düşünce yapısı taşıdıklarına misal olması bakımından acı bir hakikattir:
“Gazetede peçeli kadın yazınızı görünce büyük merakla hemen okumaya atıldım. Ben peçeyi sevmem. Bu kara yüz örtüsü için sizde de aynı antipatiyi arzederek sevinmiştim. Lâkin tahminim aksi çıktı. Şark kıskançlığının asırlarca kadın yüzlerini altında hapsettiği bu siyah perdenin siz coşkunca şiriyetinden bahsediyorsunuz.
Peçe müphemleştirdiği çehreleri daha cazib gösterebilir ama onun vaz’ındaki maksadın güzelleştirmek değil, gizlemek olduğunu bilirsiniz. (…) Peçeye niçin düşmanım? Şarkın bu yüz örtüsü, Avrupaî kadınların daha güzelleşmek için kullandıkları, incecik (voile) vuvale benzemez. Hele onda yapma siyah iri bir ben vardır. Kadın bunu kâh yanağının ortasına, kâh çenesinin yan tarafına getirerek bir içim su olur.
Şarka doğru ilerledikçe peçe sıklaşır. İran’da at kılından örülme kapkalın bir işkence örtüsü şeklini alır. Kadın, nefes daraltan bu ıstırabı memleketin dinî, an’anevî bir âdeti olarak çekmeye katlanır gider. (…) Kapıya kilit, pencereye kafes, çehreye örtü... Bu tazyika insan değil, hayvan bile dayanmaz. Kedinin, köpeğin yüzlerini peçeleyiniz. Bu sıkıntıya iki saniye bile tahammül edemeyeceklerini görürsünüz.
Hiç insanın insandan yüzü saklanır mı? Kıskançlık, cehalet istibdadının bu icadını Cumhuriyet idaremiz kadın yüzlerinden çekti aldı. Fakat asırların kadın ruhuna sindirdiği bir korku, anormal bir mahcubiyet bazı vilâyetlerimizde hâlâ medeniyeti bize güldüren bu cehalet nikâhının devamına sebeb oluyor.
İstanbul’da da tek tük çarşaflı kadınlar görmüyor değiliz. Dikkat ediniz. Bunlar ekseriyetle soluk, kirlice kıyafetli, çarpık ökçeli, yırtık çoraplı kenar bayanlarıdır. Frenk romanlarında okuduğumuz gibi sımsıkı örtülü birer kara muamma şeklindedirler.
Aydınlıktan ürken bu yarasalar, Avrupalıya benzememek için kasketlerini ters giyen erkeklerin dişileri olsa gerektir. Kadına, güneşe çıkmak özgenliği (hürriyeti) verildi. Kara muammalar bu haktan istifade idrakinden mahrum görünüyorlar, Türk kadınlığının tarihe karışan bu felâket devrini hâlâ göz önünde yaşatmaya uğraşıyorlar.
Taassub ve cehaletin kökleri kolay ayıklanamayan bir kanser olduğunu görüyoruz.”
Keriman Halis yakın bir tarihte aramızdan ayrıldı.
Yukarıdaki yazı basından derlenmiştir..
Bir zamanlar yaşanan hadiseleri o günün icablarına ve şartlarına balkarak değerlendirmek gerekir.
Keriman Halis ve güzellik yarışmaları Osmanlı İmparatorluğunun yıkılıp Yeni Türkiye Cumhuriyetini kuran kadroların halkı asri yaşama alıştırma çabalarının sonucudur.
Moda dans bale içki müstehcenlik ve kıyafet ve takvimde yapılan devrimlerde böyledir.
Halka zorla dayatılan dil ve Takriri sukun,Tevhid-i, Tedrisat dayatmalarıda aynen böyledir.
Batı ne istemişse bizim Devlet yetkilileri onu aynısıyla yerine getirmişlerdir.
İsteriz ki bu millet aslına dönsün..
Fabrika ayarları bozulan bu milletin yeniden fabrika ayarlarına İslama ve Kurana dönmesi ümidiyle çalışmaktan ve Rabbimizden ayardım istemekten başka elimizden başka bir şey gelmiyor.
Allah bizimledir..
O ne güzel koruyucu ve O ne güzel vekildir..
18.02.2016//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.