- 418 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KARABURGA ŞENLİĞİNDE ACI BİR OLAY
KARABURGA ŞENLİĞİNDE ACI BİR OLAY
1964 yılı. Henüz 11 yaşlarındayım, bir yaz tatilinde köye gittim. Daha önce 1959 yılında köye gitmemden dolayı köy yaşantısı bana yabancı değildi.
Köyde ekinler yeni sararıyordu. Günlerim köydeki akranım olan çocuklarla beraber çeşitli oyunlar ve yaramazlıklarla sürüp gidiyordu. En büyük eğlencelerimden biri de Yanuğun Paarı denilen yerdeki derenin önüne yapılan su birikintisi şeklindeki ufacık bir göletin içinde yüzmek, daha doğrusu çimmekti. Burası Gülhanım anamın, Hüseyin (Alaattin), Hüsnü dayımın ailesiyle birlikte oturduğu evin hemen biraz yukarısındaydı. (Hüseyin dayım o dönemlerde 17 yaşlarındaydı, Yavuz Selim İlköğretim okulunda yatılı olarak okuyordu, o da yaz tatiline gelmişti.) Derenin önü kesiliyor biriktirilen suyla da yakınındaki birkaç evin önünde bulunan bostanlar sulanıyordu. Bostanlarda çeşitli meyve ağaçları çalı fasülyesi, mısır, kabak v.s. bitkiler yetiştiriliyordu.
Köyde tarlalar belli bir sıra (keşik) takibiyle sulanıyordu. Gülhanım anamlara sıra geldiğinde ben de gidiyordum. Bazen bu sıra gecelere denk gelirdi. Gülhanım anamların kangal cinsi bir köpekleri vardı. O da bizi yalnız bırakmaz, peşimizden gelirdi. Köyden tarlaya doğru giderken köpek, bir bakardım önümüzden giderdi, bir bakardım kaybolur arkamızdan koşarak gelirdi. Gülhanım anama neden böyle davrandığını sorduğumda bana şu cevabı vermişti:
- Bizi ayıdan, kurttan korumak için etrafımızda dolanıp öyle yanımıza geliyor.
Ekinler iyice sarardı. Hüsnü ve Hüseyin dayım, birkaç akrabasıyla beraber tırpanla ekini biçip, desteler hâlinde kağnı arabasına yükleyip evin yanındaki harmana getirip koydular. Köyümüz deki en büyük zevklerden biri kağnı arabaların yürürken tekerleklerinden ses çıkartılmasıydı. Bunun içinde tekerleğin bağlantı yerleri özenle yağlanır, çıkan bu sesin de ta uzaklara kadar gitmesine çalışılırdı. Kağnı arabası yüklendikten sonra hemen destelerin üstüne oturur, kağnı gıcırtısını dinleyerek harmana gelip desteleri boşaltmak çok hoşuma giderdi.
Desteler harmana getirildikten sonra yayılır, buğday ve samanı ayırmak için üzerinde düven sürülür, çıkan samanlar merek denilen yere depolanırdı. Dayımlara gücümün yettiği oranda yardım etmeye çalışırdım. Düven sürmek, samanları mereğe depolamak benim için eğlenceli bir oyun gibiydi. Çıkan buğdayların bir kısmı tohumluk olarak ayrılır, geri kalan kısmıyla da un ve bulgur yapılırdı.
Gülhanım anam köyden yaylaya gidiyordu. Yol uzak olsa da bende yaylaya gider, kelif denilen ufacık evlerde kalırdım. Bu durum bana sanki bir izci kampında kalıyormuşum hissini verirdi. Petekliğin kıranı, Paltuçukur, Çiçekli Çayır ve ormanlar hâlâ belleğimde saklı durmaktadır.
O dönemlerde hasat zamanı bittikten sonra Kırıntı, Yeniköy ve çevre köylerde yaşayanlar Karaburga denilen bölgede toplanarak yayla şenlikleri yaparlardı. Bu yayla şenlikleri, Karadeniz bölgesinde gelenekleşmiştir, hâlen de devam etmektedir. Gurbete çalışmaya gidenlerde mümkün olduğu kadar yayla şenliklerine yetişmeye çalışırlardı.
Dayımlar, Karaburga’da yayla şenlikleri olacak seni de götüreceğiz diye söyleyince çok sevinmiştim. Bir gün önceden yaylaya gittik, sabah erkenden kalkıp yola çıktık, uzun bir yürüyüşten sonra Karaburga’ya vardık. İnsanlar, o kadar kalabalıktı ki ben şaşkınlıkla etrafa bakıyordum.
Çeşitli hayvanlar kesilmiş, odun ateşi yakılarak büyük kazanlarda etleri pişirilmeye başlamıştı. İnsanlar öbek öbek yerlere içki sofralarını kurmuş, yiyip, içki içerek, davul zurna eşliğinde halay çekiyorlardı.
Ben oradan oraya gezinip duruyordum. Gezinirken bir baktım Ankara’dan yan komşumuz olan (Ressam) Sait GÜNEL ve abisi yere çökmüş oturuyorlardı. Hemen yanlarına koştum; birbirimize sarıldık. Yanlarına oturdum.
Şenlikler devam ederken insanların kadınlı, erkekli havaya ateş ettiklerini gördüm. Dört bir taraftan karşılıklı silah sesleri geliyordu.
Tam karşımızda duran uzun boylu gençten bir delikanlı da belinden tabancasını çıkarıp havaya ateş etmeye başladı. Ateş devam ederken iri yarı gençten biri yer düştü, başından kanlar akıyordu. Orada bulunanlar hemen delikanlının yanına koşuştular. Kadınlar çığlık çığlığa bağırıyorlardı. Aklımda kalan ön önemli seslerden biri "Nettin ula delü! Gardaşin vurdun ya!" sözü oldu. Kadınlar dövünerek ağıtlar yakmaya başladılar. Kadınların birkaçı da delikanlıyı sarsmaya başladılar. Ortalık karmakarışıktı.
Ateş eden delikanlı tam karşımda, şaşkın bir vaziyette dikiliyordu. Elindeki tabancayı karnına doğrultu, boğuk bir silah sesi duydum, delikanlı yere kaykılarak düştü.
Orada bulunan kalabalık, delikanlının başına üşüştü, ortalık iyice karışmıştı, her kafadan bir ses geliyordu. İnsanlar sedyeye benzeyen (sal denilen) bir şey yaparak üzerine koydular, kasabaya yetiştirmek üzere telaşla (Galiba kağnı arabasına bindirerek) yola koyuldular. O dönemlerde yaylada motorlu taşıt aracı olmazdı.
Şenlik dağıldı, dayımlarla beraber köye döndük. Delikanlıyı hastaneye yetiştiremedikleri için ne yazık ki hayatını kaybetmişti. Cenazesi ağıtlar eşliğinde Yeniköyde defnedilmişti. Köyümüze kara haber gelince bayağı üzülmüş ve ağlamıştım.
Sonradan öğrendiğime göre; vurulan kardeş Hüseyin KARA, kurşunun başını sıyırıp geçmesiyle olayı yaralı olarak atlatmıştı. Bildiğim kadarıyla da hâlâ yaşamaktadır.
Askerden izine gelip şenliklere katılan, kadınların çığlıklarıyla kardeşinin ölümüne sebep olduğunu zanneden ağabey Tuncer KARA karnına ateş ederek kendi canına kıymıştı. Bu olay çocukluğumda üzerimde çok büyük izler bırakmıştı.
Karabuga Yayla Şenlikleri bir dönem yapılmamıştır. Şenlikler, epey yıllar sonra tekrar yapılmaya başlanmıştı. Tahminime göre de içki içip havaya silah atma geleneği terk edilmemiştir. Bu hatalı alışkanlıktan kesinlikle kurtulmak gerektiğine inanıyorum.
Cemal Aydoğan (21 Nisan 2010)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.