- 1747 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
ÖNCE ANNELERİNİ VUR
ÖNCE ANNELERİNİ VUR
Başlığını okuyunca yazımda güzel ve cazip bir hikayenin anlatılacağı umuduna kapılmayın sakın. Evet, bu başlığın altında gerçekten sürükleyici ve insanı yüzyıl öncesine götüren enfes hikayeler zinciri var elbette, ama bunun için kıymetli hocam Hasan KALYONCU’nun yukarıdaki başlığı taşıyan romanını okumanız gerekecek. Ben ise yazımda, okumuş olduğum bu muhteşem eserin kendi lisanımca ve bana göre acizane değerlendirmesini yapacağım.
Doğrusu eserin cazibesi ismiyle birlikte başlamaktadır ‘ÖNCE ANNELERİNİ VUR’. Evet okuyucu, kitapta anlatılan olayların peşi sıra koşarken bir taraftanda elinde olmadan başlığa ilişkin, kendi zihninde tahminler yürüterek sayfalarda yol almaktadır. ‘ÖNCE ANNALERİNİ VUR’ Bu cümle neye istinaden kurulur ki, ya da kim söyler ki? Ve ne zaman hangi şartlar içinde söyleyebilir ki? Okur kendine bu soruları sorarak kitapta cümle cümle peşine düştüğü cevabı aramaktadır adeta. Şahsen ben, sayfalar üzerinde koşar adım ilerlerken bu sözü Rusların esir aldığı Türkleri kurşuna dizerken söylemiş olabileceği tahmininde bulunmuştum ama yanıldım. Rusların millet olarak bu söylemin ihtiva ettiği yüksek onurdan mahrum insanlar olduklarını unutarak. Sanırım siz de benim yazımda aynı cevabın peşine düştünüz; ancak hazırcılık yok. O halde herkes kendi cevabını bulsun diyelim.
Eser, tam yüz yıl önce Rusların doğu Karadeniz’de gerçekleştirdiği işgal sırasında yaşanan dramı birincil sahiplerinden alarak ikincil sahiplerine -bizlere- emanet etmektedir. Emanet diyorum çünkü tarihini bilmeyen milletler yaşadıkları toprakların, hürriyetin ve özgürlüğün kıymetini bilemezler. Akabinde ise onursuz bir yaşama mahkum olmaktan kurtulamazlar. Günümüzde bunun örneklerine fazlaca rastlanmaktadır. Günümüz demişken; eserin, bulunduğumuz coğrafyada cereyan eden olayların ve bu eserdeki gerçek hikayenin asıl öznesi olan Ruslarla yaşadığımız güncel sıkıntıların üstüne gelmesi, gerek iç barışa, gerekse düşmana karşı barışık olmanın ve birlikteliğin önemini ortaya koyması bakımından çok kıymetli bir misyon üstlenmektedir. Bu bağlamda ülkemiz insanında içten dışa doğru güçlü bir mukavemet oluşturacağı kanısındayım. Eseri okurken, geniş bir coğrafyada yedi düvelin bir olup saldırdığı Devlet-i Aliyeyi Osmaninin halkları olarak aslında yazılan ve günümüze aktarılan dramların gerçekte çok daha fazlasının ve şiddetlilerinin var olduğunu anladım. Ama yabancı tarihçilerin yazdığı ve öğrenmemize müsaade ettiği kadarıyla yetinmek zorunda kaldığımızı da gördüm. Çoğu tarihi olayında doğruluğu ispata muhtaç olarak. Bu bakımdan bu romanı yerli ve milli bir tarihi vesika olarak da değerlendirebiliriz. Ben bu eserde, yanı başımızda yaşanmış olan bu olayların yüz yıl sonra romansı bir dille de olsa acıları çekenlerin yüreğinde onlarla birlikte göçüp gitmek üzereyken kaleme alınmasını, değerli hocam Hasan KALYONCU tarafından yangından kurtarılan çok kıymetli eşyalar olarak değerlendiriyorum. Aslında bir tarihçi olmayan Hasan KALYONCU’nun bu eseri tarihçilere manidar bir gönderme niteliğindedir. Elbette tarih bu olayları yazmaktadır ama bu denli yakından ve insana o dönemin duygularını hissettirircesine duygu aktarımı ile yazılmamıştır. Çünkü yazılanların hiçbiri sahaya inerek ve olayın gerçek kahramanlarından nakil yoluyla anlatılmamıştır. İş başa düştü diyerek Karadeniz’de yok olmak üzere olan bu kahramanlığın, anlık yenilginin, anlık zaferin, kanın gözyaşının, acının ve sefaletin iç içe geçtiği bir dönemi ve bu dönemde bazı duyguların ne kadar kıymetli hale geldiğini bir tarihçi edasıyla ve birebir yaşayanlardan veya anlatılagelenlerden büyük bir özveri ile derleyen, ortaya koyan yazara ne kadar teşekkür etsek azdır.
Olayları saptırmadan, yaşanan dramın ruhunu örselemeden, bir iki ideolojik müdahalenin dışında yazarın kendini okuyucuya fark ettirmeden sayfalarda yol alması doğrusu takdire şayandır, zira bu tür tarihi romanlarda çok az yazar vardır ki kalemini dizginleyebilsin ve bu denli tarafsız kalabilsin.
Bir kitap üzerinde, okur her zaman yazardan daha özgürdür. Kitabın son yaprağını kapattıktan sonra istediğini düşünme hakkına sahiptir. Aslında bu yargıyı şimdi yapacağım eleştiride Hasan Hocama karşı kendime mevzi kazandırmak adına ortaya koydum.
Yazar, kitabın 236-246. sayfaları arasında geçen olayda imamla papazı gerek fiziki gerekse medeni yönden tasvir ederken tarafsızlığını birazcık papazdan yana esnettiğini hisseder gibi oldum. İkinci eleştirim ise Rusların yaptığı zulümleri anlatırken bir üst perdeden, biraz daha suçlayıcı bir tavırla ve vicdanlarda mahkum olmuş bir sonuçla ele almasını arzu ederdim. Her ne kadar yazar hümanist bir tavırla ve sorumluluk duygusuyla hareket etse de yukarıda da belirttiğim üzre bizler okur olarak yazarın reel kaynaklarını göz ardı ederek hep yüreğimizden yana bir tavır bekleriz.
Kıymetli hocamla kavgamızı ettikten sonra şimdi sofraya oturabiliriz.
Kitabın başındaki sunuda her ne kadar ‘Biraz tarih, biraz gerçek, biraz kurgu, biraz da düş’ dese de; Kitapta geçen ve dozu çok iyi ayarlanmış aşk hikayesi ile imamın Yusuf’u iyileştirmek için okuyup üfleyerek gerçekleştirdiği ritüelin dışında kurgu göze çarpmamaktadır.Varsa bile yazarın bunu hissettirmeden, ele aldığı olayların içerisinde harmanlayarak okuyucuya sunması alkışlanacak bir başarıdır. Yazar, olayları anlatırken o göç yolundaki kafilelerin birini okuyucuya emanet ediyor, sonra gelip bir başkasını verip bıraktığını alarak kopmadan yola devam ediyor. Elinde yazarın emanetini taşıyan okuyucu, olayların akışına ortak olmanın hazzıyla sayfa sayfa ilerlerken adeta olayların kahramanları ile üzülüyor, onlarla ağlıyor, onlarla acıkıyor, onlarla susuyor, hatta öyle zamanlar oluyor ki okuyucu yazarın önüne geçip sıkılan kurşunların önüne set olmak, Gorzopon’un feri tükenen dizlerine derman bulmak, Harşit çayına köprü kurulurken atlayıp ağacın bir ucundan da kendisinin tutası geliyor. Ben ise en çok; yedi yaşındaki Nigar’ın kafileye yetişebilmek için yürümekte zorlanan beş yaşındaki kardeşi Kader’i yanaklarından öperek fındık bahçesinde bir başına bırakmak zorunda kaldığı anda Nigar’ın çaresizliğine derman olmak ve Kader’i kucakladığım gibi kafileye yetiştirmek Giresun’daki yetimhaneye onunda gitmesini temin etmek isterdim. İnanıyorum ki bu yürek yakan olayın böyle sonuçlanmasında Hasan hocamın kalemine hükmünün geçmeyişi olayın tamamıyla gerçek ve yaşanmış oluşundan kaynaklıdır.
Kitabın 232. sayfasında geçen ‘Sofrada bir kaşığın eksilmesi adına ölümlere seviniyorlardı neredeyse’ Cümlesi yaşanan yoksulluğun, açlığın ve sefaletin özündeki o yoğun duyguyu okuyucuya aktarması bakımından başat bir cümleydi. Bunun haricinde ne yazılsa güçsüz kalırdı. Yazarın bu başarısı olayları yaşayarak ele aldığının ve olayın ruhunu ne kadar içselleştirdiğinin bir göstergesidir.
Gerek yöresel isimler, gerekse yöre halkının kullandığı kelimeler eserin tamamına kültürel bir doğallığı hakim kılmaktadır. Karadeniz bölgesinde yüklem her zaman cümlenin sonunda olmayabilir bazen de cümlede anlatılmak istenen ses tonlaması ile tamamlanır ki Yörenin kültürüne yabancı birisi için yazarın kullandığı bu dil ve cümle yapısı belki eleştiri konusu olabilir ancak yazarın önceki eserlerine bakıldığında bunu bilinçli olarak ve bu esere özgü yaptığını rahatlıkla görebiliriz. Eserin farkındalık oluşturan en önemli yanı da burasıdır zaten, çünkü okuyucuya aktarılmak istenen asıl duygu yörenin kültürüne ve dil yapısına kodlanarak verilmektedir. Bir bakıma yazar yörenin kültürel yapısı ile iç içe olan dilini erozyona uğratmamaya özen göstermiştir. Bu durumu da hocamın başarı hanesine yazmak gerekiyor.
Kitabı bitirip elimi şakağıma attığımda kendi adıma yaptığım en önemli çıkarım şu oldu; demek ki acının dili her yerde ve her çağda aynıdır. Bugün karnımız doyuyorsa ve özgürsek hiç kuşku yok ki bu durum bizden önce birilerinin çektiği acıların sonucudur. Sözümü kısa bir dörtlüğümle tamamlamak istiyorum.
ACININ DİLİ
Dünyanın bir ucunda insanlar yanıyorsa
Haydi, sen insan ol da öbür ucunda yanma!
Acı her yerde aynıdır; siyaha, beyaza...
Her yerde aynı dili konuşturur insana.
29.01.2013 Salı Ankara/20.30 A.y
Değerli hocam Hasan KALYONCU’ya büyük bir özveri ile hazırladığı ve yerel olaylar üzerinden genel bir etkiye sahip bu başucu eserinden ötürü teşekkür eder saygılar sunarım. Nicelerine dileğimle.
Aydın YÜKSEL
YORUMLAR
Evet Aydın bey, bu ne güzel bir davranış , güzel bir sayfa açtığınız için önce sizi kalben tebrik ederim,
Ahmet Ormancı yorumu da her zaman hayranlığımdır, teşekkürler ederiz emeklerine...
Hasan Kalyoncu yazarımızın kitabını mutlak okumak isterim, emeklerine Saygımla...
Evet Aydın bey acının dili her yerde maalesef aynı, güzel kalpli dost bu güzel davranışınız beni gerçekten çok dugulandırdı.Sevgilerimi demetledim...
Saygılarımı biraktım iki kalem dosta...
Oya gedik tarafından 2/15/2016 9:22:57 PM zamanında düzenlenmiştir.