- 1313 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
KÂĞIT
“Kesik kolları var aşkın
Döl ve inat barındıran” (İsmet ÖZEL)
Sofradan kalkıp salona geçti. Aklında o kâğıt vardı. Hanımı tek şekerli çayını getirip “Bir şeye mi canın sıkkın?” diye sordu. “Yok, bir şey!” dedi. Kadın, yalnız kalmak istediğini anlayıp mutfağına çekildi. Adam hala o kâğıdı düşünüyordu. Birden kâğıdı orada bırakmasının ne kadar aptalca olduğu aklına geldi. Karısı çoğu zaman çamaşırları akşam atardı makineye. Hem montu leş gibi sigara kokuyordu. Kadın bu kokuyu alsa kesin makineye atardı. Önce ceplerini karıştırırdı tabii. Koşup vestiyerdeki montunun iç cebinden küçük kâğıt parçasını çıkarıp pantolonun cebine attı. Salona geçti. Acaba Selma mıydı yoksa Zehra mıydı kâğıtta yazan?” diyerek kapı aralığından mutfağı kolaçan edip kâğıdı çıkardı. “Sevda” imiş. Evet, sevda ne güzel olurdu. İsmi ne güzel, dedi. Gerçi kendisini salak gibi hissettiği o an aklına gelince utanıyor ve sinirleniyordu.
Mesut Usta olamamıştı ya, bir de o vardı. “Sen beş sene boyunca hafta sonları da dâhil eşek gibi çalış; dolaptır, masadır, kapıdır her türlü mobilyada elinden gelenin en iyisini yap, Fahrettin Beyler ikinci usta olarak bu meslekte üç yılını yeni doldurmuş Hakan’ı seçsinler. Hemşeriliği geçtim, akrabalığın da mı hiç kıymeti kalmamış bu Fahrettin’de. İstanbul’da kardeş kardeşi tanımaz derlerdi de inanmazdım. Neymiş efendim, son zamanlarda işleri salıvermişim, atölyeye geç geliyormuşum!” Fahrettin’e fazla sinirlenmişti. Bankta oturmuş sigarasını tüttürüyordu. “Acaba dışarıdan çok mu kızgın ya da çok mu dertli bir görünüyordum?” Sonra Selma –yok Sevda’ydı – yaklaşıp “Çakmak ister misin?” demişti. Daha doğrusu o öyle anlamıştı da kadına dönüp “Sağ ol, bende var.” deyip oyalanmak için elinde çevirdiği çakmağı göstermişti. Kadın, şaşkın bir şekilde “Ay, hiç güleceğim yoktu. Allah’ın safına mı rast geldik?” dediği anda sanki yabancı bir dilden yeni tercüme edilmiş bir cümleymiş gibi yeni anlamaya başlıyordu kadının sorduğu soruyu. Kadını çakmak satıcısı zannetmişti. Büyük aptallık, saflık ve de gundilik işte. Bir kere kadındı, dahası hiç çakmak satıcısına benzer kılığı yoktu. Kadın, sonra duraksayıp “Sen espri yaptın değil mi?” diye sormuştu. “Biliyorum komik değildi.” deyip gülümsemişti. Kadın, bir kahkaha koparıp çantasındaki paketten bir dal çıkardı. Sigarasını kıpkırmızı dudaklarının arasına sıkıştırıp yanına oturdu. “Madem çakmağın var, yak o zaman!” demişti. Çakmağıyla önce kadının sigarasını sonra kendisinin ikinci sigarasını yakmıştı. Sonra aralarında kısa bir sohbet olmuştu. Hep kadın konuşmuştu gerçi. Kadın, kalkarken “ Tamam o zaman, bak telefonum şuracıkta yazıyor, canın sevda çekerse ararsın!” deyip gitmişti. Neden o zaman “Her zaman arayamam ki!” dememişti ki kadına.
Sevda sözcüğü onu hep çocukluğuna götürürdü. Ormancı Kadir’in kızı Hilal’i hiç unutamıyordu. Bütün sınıftan bir tek onun masmavi önlüğü vardı. Teni yumuşacık olan, hep güzel kokan, birine yaklaştı mı yürekleri güm güm büyüten, bakışları parlatan yine tek oydu. Bir tek ergenliğinde âşık olmuştu. “İnsan, tek çocuklukta mı âşık olur acaba!” diye düşündü. “Televizyondaki koca koca insanlar nasıl da aşktan bahsediyorlar! Hele hele otuz yaşını geçmiş, hatta yaşı elliye dayanmış artistler, romantik aşkın anlatan filmlerde oynuyorlar. Biz de onları izleyip duygulanıyoruz.” Aşka dair olan tek şey işte çocukluğuna dair üç-beş anıydı. Onlar da olmasa aşkın nasıl bir şey olduğunu bilmeyecekti. Elindeki kâğıda bakıp “Acaba vakit kalmış mıdır aşka bu yaşta, bu durumda?” diye düşündü. Askerden döndükten sonra anası “Ah baban rahmetli olmasaydı da seni evlendirseydi de bu iş başıma kalmasaydı! Tarlalarımız var, rızkımız bol çok şükür! Oğlum dayının kızı Fatma; terbiyeli, hamarat kızdır. Geçen gün rüyamda gördüm, sen askerden dönecekmişsin, ben de Fahriyelerin evinin bitişiğindeki koca çınarın altında bekliyorum seni. Sonra ağaçtan kirazlar döküldü üstüme. Suphanallah, dedim, çınarın meyve verdiği nerde görülmüş! Hem de kiraz! Öyle kırmızı, öyle iriydi ki Allah inandırsın erikler kadar vardı. Kendimi tutamadım, toplayıp yemeğe başladım. Dünyada o tadı almış değilim. Birden Fatma göründü, ama nasıl bir nurun içinde anlatamam. Elinde bir ibrik, çınarı sulamaya başladı. Teyzem ye, dedi. Helaldir, topla Mesut ta yesin, dedi. Uyandıktan sonra Rahime, bu işaret, dedim. Oğlum, valla onunla evlenmediğini görürsem gözüm açık gider, sütümü de helal etmem! He de, hemen kızı isteyelim sana. ” demişti. Günlerce düşündükten sonra “Tamam anacığım.” demişti. Şimdi Bünyaminleri de var.
“Ufacık bir kâğıt parçası insana neler düşündürüyor! Ben ki askerde tütün bile içmedim. Fatma Allah var; namuslu, dindar bir kızdır. Sabah akşam Kuran okuyor, ben cumadan cumaya kıbleye dönerim de onun gece dahi alnı secdeden eksik olmaz. Bir dediğimi iki etmiş de değildir. Her gün ne yemek istediğimi sorar, terliklerimi getirir, çağırdım mı koynuma sokulur. Evliliği bir görev olarak görmek dışında kusur ettiğini görmedim. Kendini bir ruhtan ibaret sanıyor. Onun bu halinde benim de payım vardır mutlaka, benim bu halimde onun payının olduğu gibi. Ama yine de iyi kızdır şu ağlamaları olmasa. Yemek pişirirken, çocuğa ninni söylerken gözleri yaşarıp burnunu çekiyor. Hatta bazen gecenin ortasında uyanınca onu seccadenin üstünde ağlarken buluyorum. Neye hüzünlendiğini bir tek Allah bilir. Sordum; hiç, dedi. Biraz dışarı çık, dolaş; istersen Pazar seni sahile götüreyim, kasvetten kurtulursun, diyorum. Yok, istemem, diyor. Bak Fatma, yerli yersiz ağlamalarından hoşlanmıyorum! Biraz gül, mutlu olmak günah değil, hem bak, çocuk emziriyorsun, bu kahır çocuğa büyük zarar verir, dedim. Tamam, dedi. Bir iki gün sonra dayanamayıp tekrar burnunu çeke çeke ağlamaya başladı. Attım kendimi dışarı, biraz içtim. Parkta oturan yaşlı bir adama içimi döktüm, aldırma alışırsın, dedi. ”
Balkona çıkıp sigarasını yaktı. Soğuktan dolayı hızlı hızlı içti. Yine başı ağrımaya başlamıştı. Ne zaman soğuk vursa sinüziti azardı. Zaten ne çekiyorsa bu burnundan çekiyordu. Geçenlerde gittiği doktor da burnundaki yamukluk nefes almanı etkiliyor, ameliyat lazım demişti. İş ameliyata geldi mi doktorlara güvenmiyordu. Bunda böbrek ameliyatı sırasında ölen babasının içinde bıraktığı korkunun da payı vardı. Sigarası bitmişti. İçeriye girdi. Fatma namazı bitirmiş olmalıydı. Çocuğu yatırdığına ve namazını kıldığına göre yatma vakti gelmişti. Ağlamasını rüyasında da sürdürecekti. İşte canı sevda çekmişti yine. Elini cebine atıp kağıdı yokladı. Sevda’nın acıyı umursamaz, havadan sudan konuşan sesi oradaydı. Dişlerini göstererek ne kadar güzel gülüyordu! Arasam, biraz konuşsam, en azından biraz rahatlardım, diye düşünüyordu. Bir on dakika daha oyalanmaya karar verdi. Gazetenin bulmaca eki gözüne ilişti. Selenyumun simgesi “se”, ayakkabı çekeceği “kerata”, ermiş kadın “azize”, yan resimdeki ünlü “Gülşen Bubikoğlu” ailesel… Duraksadı, canı sıkıldı. Kalemi bırakıp mutfağa gitti. Dolaptan yeşil elma çıkardı. İki saniye musluğun altında tutup bir ısırık aldı. Çocuğu kontrol etmeye gitti. Yorganı üstünden atmıştı. Üstünü örttü. Elmasından bir ısırık daha alıp çiğnedi, yatak odasına yöneldi. Birden Keskin “sss” seslerini duydu. Fatma hala namaz kılıyor olmalı, diye düşündü. Ya da tesbihat yapıyordur. Ağzındaki elma ısırığını çiğnemeyi bırakıp dikkatlice dinledi. Ses kesilmişti. Yatak odasına yönelip ağzındaki elmayı tekrar çiğnemeye başladı. Tekrar besmele söyleniyormuş gibi keskin “s” sesleri geliyordu. Yatak odasının kapsından içeri baktı. Fatma bükülmüş uyuyordu. Şaşırıp duraksadı. “Dua mı okuyordu acaba!” Şimdi yine ses yoktu. Yaklaşıp kontrol etti. Uyuyordu. Allah Allah, dedi. Salona yöneldi. Şimdi daha keskin duyuyordu. Dönüp bir daha Fatma’ya baktı. Uyuması sahiciydi. Kafayı yedim galiba, dedi. Yoksa Fatma’nın yıllardır duvarlara ektiği besmeleler mi uyanmıştı? Cinler miydi yoksa? Pür dikkat dinlemeye kalksa sesler kesiliyordu. Cebindeki kağıdı yokladı. Yoksa Allah’ın bir işareti miydi? Kâğıdı çıkarıp kararsız bir şekilde bekledi. Keskin “s” sesini tekrar duyunca “Allah’ım affet!” dedi. Başta buruşturup atmayı düşündü. Ama kendine mukayyet olabilir miydi? En iyisi kağıdı parçalamaktı. Mutfağa dönüp kâğıdı un ufak edip çöp kutusuna attı. Çöp kutusundaki dağılmış Sevda’ ya baktı. Küçük kâğıt parçalarını portakal kabuğu ile örtmeyi de ihmal etmedi. Evet, böylesi daha iyi, dedi. Sakinleşmeye çalıştı. Ara ara o “s” sesi gelmeye devam etti. “Allah’ım aklımı koru!” diye dua etti. Derin bir nefes çekince sesin kaynağını keşfetti. Rahatlayıp vay anasını, dedi. Burnunu çekip ıslığa benzer “s” sesleri çıkartarak “Çok şükür, delirecektim nerdeyse. Şu yamuk burnun yaptığına bak!” dedi. Lavaboya gidip sümkürdü, yüzünü yıkadı. Burnundan derin derin nefes çekerek kontrol etti. Artık esrarengiz bir durum yoktu. Lavabo kenarındaki elma çöpünü alıp mutfağa gitti. Çöp kutusunu açıp, portakal kabukları etrafındaki kâğıt parçalarına uzun süre baktı. Elma sapını atıp kapağı örttü. Çocuk odasına geçip çocuğun üstünü tekrar örttü, yatak odasında üstünü değiştirdi. Fatma mırıltılar çıkarıyordu. Fatma’nın yanına sırt üstü uzandı. Parçalanmış kâğıdı, Sevda’yı aklından çıkarmaya çalıştı. Fahrettin’i düşündü. Galiba biraz haklıydı. Aklında birkaç anı belirdi. Düşünceleri inat etse bile uyumalıydı. Güzel rüyalar görme ümidiyle gözlerini kapadı.
Yahya OĞUZ
YORUMLAR
Mesut içinde yaratıp adını Sevda koyduğu kadınla naif meşrebince boğuşurken, içinde, toplumun ortalama erkek profili ile daha geleneksel ve artık eskide kalmış Anadolu erkek profilleri de karşı karşıya geliyor. Kağıdı yırttıran korkuyu nasıl tanımlayabiliriz? Vicdanı mı yoksa Allah korkusu mu? Ama vicdan: Tanrının içimizdeki sesidir, dersek bu ikilemden kurtulabiliriz. Kafası hayli karışık Mesut’un. İş konusunda ilk başlardaki bencil halinden ancak kağıdı yırttıktan sonra kurtuluyor ve Fahrettin’e hak veriyor.
Ya o “ss” sesini duymasaydı? Gerçi kaynağını anladıktan sonra bir yalpalama da geçirmiyor değil.
Zavallı Mesut, “çakmak” ile “canı sevda çekmek” arasında ifade yumuşaklığının dışında fark olmadığını bilse, bu heyecanlı geceyi de geçirmezdi. Çünkü feleğin çemberinden geçen kadındı, kendisi değil. Sahi, kadının adı neydi?
Sait Faik’in “Hişt, hişt” adlı öyküsünü de hatırladım. Sesinin kaynağını bulamamıştı o...
Çok beğendim, tebrik ederim.
Sağlıcakla,
Yahya Oğuz
Ben şahsen Allah korkusu ile vicdanı farklı konumlandırırım. farklı olmasaydı inançsız insanlarda vicdan olmaması lazım gelirdi. gerçi siz daha iyi bilirsiniz. allah korkusu biraz dışarıdan dikte edilmiş kişide oto kontrol biçimi alan bir his.
çok saygılar, siz de sağlıcakla kalın.
nitemtran
Kadının orada bulunması daha ayrıntılı olsa ya da bu kelime karıştırma biraz daha ayrıntılansa bu yanılgıya düşmezdim ben de. Yazarın yazdığıyla okurun anladığı farklı olur illaki ama bu kadarı fazla di mi? Çok güldüm halime.
Sağlıcakla,