- 517 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BENİ EŞEK TEPTİ
BENİ EŞEK TEPTİ
Tuzluçayır 42.Sokak’ta henüz beş yaşlarında iken; başıma gelen olay bu olay çocukluk travmalarım dan en önemlilerinden birisidir.
O dönemlerde 42. Sokak olarak adı geçen yerin; iki tarafı da karşılıklı olarak küçük bir vadi şeklinde orta yerinde, yağmur yağdığında sel olup akan bir topografik yapı vardı. Yağmur yağıp sel olduğunda karşıdan karşıya geçemezdik. Bu durumu gösteren bir çok eski fotoğraflar bulunmaktadır.Daha sonra toprak dolgu yapılıp üstü asfaltlanan şimdiki halini almıştır.
Gecekonduların yapımına devam ediliyordu. Yapım aşamasında ki en büyük korku; yıkıcıların gelip yıkmasıydı. Yıkımı önlemek için; evin içine birkaç eşya ile, çocuklar ve bebekler beşiğiyle beraber konulurdu. O dönemlerde yeni doğan çocuklar kundaklanıp beşikte yatırılırdı. Beşiğin içine yeni doğan çocukların üşümemesi için; adına höllük denilen toprak ince eleklerde elenir ısıtılıp iki bezin arasına yaydırılır çocuklarda kundaklanıp üzerine yatırılırdı.
Bir gün yeni yapılan bir gecekondunun içine birkaç çocukla beraber, Güzel (Gülden) BAL’ın beşiği konulmuştu. Yıkıcılar gelip gecekonduyu yıkmaya başladı; biz korku ile sağa, sola kaçıştık. Kadınlar yıkıcılara bağırıp; içeride beşikle beraber çocuk olduğunu anlatmaya çalıştılar. Yıkıcılar yıkımı önlemek için; beşiğin içeriye boş olarak konulduğunu düşünerek, yıkıma devam ettiler. Bebek ağlamasını duydukların da yıkımdan vazgeçip çekip gittiler. Yıkılan keresteler beşiğin üzerine gelmişti fakat Güzel’e herhangi bir zarar vermemişti.
Gecekondu yapımında kullanılan en önemli malzemelerden birisi de su idi. O dönemlerde su eşekler tarafından taşınıyordu. Eşeğin semerinin iki tarafına; kapaklı olan ikişer teneke konulup öyle taşınıyordu. Bu su taşıyıcılarına saka denilmekteydi.
İçme suyu ihtiyacı da genelde kadınlar tarafından temin ediliyordu. Suyu taşımak için çıkrık denilen bir aparat kullanılıyordu. Uzunca bir sopanın her iki ucuna omuzdan diz hizasına gelecek uzunlukta; alt tarafı kanca şeklinde bükülmüş ince inşaat demiri ile yapılıyordu. Suyu taşımak için helke yada sopadan yapılmış kulplu tenekeler kullanılırdı. Kadınlar çıkrığı omuzlarına koyup; doldurduklar su kaplarını çıkrığın kancasına asıp, aşağıya doğru uzanan demiri elleriyle tutarak taşırlardı. O dönemlerde ki çocukların da küçücük çıkrıkları bulunmaktaydı. Su temin edilen yerler çok azdı. Mahallemizin az aşağısında; suyu az aktığı için adına cıl cıl denilen bir pınarcık vardı. Birde Mamak merkezinde bulunan camiinin çeşmesinden su taşınırdı. Su doldururken kadınlar; ara sıra saç saça baş başa kavga ederlerdi. Bu kavgaların bir çoğuna şahit olmuşumdur.
Bir gün 42.sokağın orada oynarken; yukarıdan aşağıya doğru su taşıyan bir sürü eşeğin, ürkmüş bir şekilde koşarak geldiğini gördük. Korkuyla evlerin arasına koşuşturmaya başladık. O telaşla kaçarken arkadaşımız olan bizim akran Yakup GÜNEL’ le çarpışıp yere düştük. Yakup yerden kalkıp kaçarken; ben ürken eşeklerin arasında kalmıştım. Tam doğrulduğum sırada eşeğin birisi; alnımın tam orta yerine çiftesini savurdu. Alnım kocaman bir şekilde şişti, gözlerimin üst tarafı morardı. Acılar içinde kıvranırken Güssün babaannem geldi beni eve götürdü. Mısır ununu haşlayıp hamur haline getirip bir bezle alnıma sardı. Bu şekilde birkaç gün yattım. Hamur ekşidiği için feci şekilde kokuyordu.
Bir eşek gördüğüm zaman bu olayı hatırlarım; garip bir his olarak da alnımın orta yerinin acısını, mısır hamurunun kokusunun duygusunu taşırım.
Cemal Aydoğan – Ankara 21 Aralık 2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.