- 625 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ALGÜL YENGE İLE DEMİRHAN AMCA
“Senelerce senelerce evveldi.
Bir deniz ülkesinde yaşayan bir kız vardı,
Adı Annabel Lee…” diye başlar Edgar Allan Poe’nun bir şiiri. Hazin bir aşk öyküsü anlatılır bu şiirde.
Halklar yaşadıkları destansı aşkları Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Arzu İle Kamber örneği yaşamlarda dillendirirler. Farklı yer ve diyarlarda aşk öykülerinin anlatımları birbirleriyle örtüşür. Öykü sonlanır, sevgililer hemhal olunca. Ya da Kerem ile Aslı örneği mahşere kalır kavuşmalar.
Aşık Garip ve büyük aşkı Senem’in öyküsünün tatlı bir sonla bittiği yazılıdır ilkokul yıllarında okuduğum aşık kitaplarında. Şöyle de bir beyit anımsıyorum: “Aşık garip gibi gülen olmadı/ Aşık Kerem gibi yanan olmadı.”
Allan Poe’nun lirik şiirinde iki sevgili deniz kenarında yürürler, mehtap altında. Deniz, denizin ruhları dinlendiren sessizliği, doğa, kumsal bakirdir. Güzelim Annabel’i çarpar denizden esen serin yel. Gelinimiz ölür, sevgilisini tanımsız acılarla baş başa bırakarak.
Öykümüz bir kesiti betimliyor Algül yenge ile Demirhan amcanın yaşamından. Algül yenge destansı aşk öykü ve şiirlerindeki güzelliklere özgü bir güzelliğe sahip bir gelindi. Güzelim Algül yenge yaşadı, kadir kıymeti bilinmeden, hayalimde kalan zeytin karası güzel gözleriyle. Köyümüze fazla uzak olmayan bir köyden gelin gelmiş at sırtında. En güzel kadınlarından biriydi yaşadığı yıllarda ulu dağ yamaçlarında kurulan yaylaların.
Dorukları bulutlarla sarmaş dolaş dağlarımızın ululuğu ve güzelliği dillere destan. Yağmurlu havalarda bir başka ilginçtir serhat kentimizin sıra dağları. Yamaçlarında güneş ışığının tüm renklerini görürüz. Bununla iş bitmez, güneş ışığının yedi renginin yedi tonu yıl boyu gözlenir gök kubbede güneş varsa. Maviler, açık maviler, yeşilin özellikle çimen yeşili rengini sadece bu bölgemizde gördüm. Günbatımı zamanındaki kızıllık hayallerimden hiç silinmedi.
Dağların doruklarındaki düzlüklerde pınarlar var kudretten suları. Bir akarını bulup çıkmışlar bir taş dibinden. Temmuz sıcağında bile dişleri sızlatır ölçüde soğuktur pınarlarımızın suları. İşte bu pınarlar bir yolunu bulup akar vadinin derinliklerinden. Vadimizin bir yüzü ulu çam, ladin benzeri iğne yapraklı ağaçlarla kaplı. Diğer yamacını kayın, gürgen, dağ karaağacı benzeri yayvan yapraklı ağaçlar süsler. Ormanların içlerinde yalçın kayalar görülmeye değer. Bu kayaların alt kısımlarından da soğuk sular kuzu melemesi gibi tatlı tatlı akar da akar. Bu sular birikir çayımızı oluşturlar.
Ormanlarımız yağmur çeker. Özellikle Doğu Karadeniz bölgemiz bolca yağmur alır her mevsim. Bizin yöremiz yüksek dağlara komşu. Kışları kar yolları keser. Dağların yamaçları, tepeler, vadinin derinlikleri hele düzlükler adam boyu karlarla kaplanır. Ormanların kıyıma uğradığı yamaçların çay kenarında son bulan bir çeşit geniş oluk biçimli kısımlarından çığlar kopar kış aylarında. Çayın üzerinde biriken çığ birikintisi karların erimesi haziran ortalarını bulurdu karın aşırı yağdığı yıllarda. Çocukluğumuzun çobanlık yıllarında eriyen çığların içinden koskocaman boz bir kazazede kurt çıkmıştı. Akbabalara iyi bir ziyafet oldu kuzularımızın azılı düşmanı bu kazazede canavar.
Çayımızı eriyen karlar besler yıllarca. İlkbahar aylarında debisi aşırı artan çayımız karşıdan karşıya geçmek isteyen sığır manda gibi hayvanların suya kapılıp telef olmalarına neden olurdu. Bir kez az daha çayda sulara kapılıp gidecektim. Can korkusuyla kendimi zar zor kıyıya attım. Suyun akarı yavaş, vadinin oldukça eğimsiz kısmıydı kaza geçirdiğim yer. Karşıdan karşıya geçeyim dedim mandaların ardı sıra.
Mayıs başlarında ilk yaylaya göç başlar. Dağ yamaçları, Dünya’nın hiçbir yerinde çeşitliliğine, rengine ve güzelliğine rastlanamayan bitki örtüsüne bürünürdü anımsadığım çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda. Hiç hayvan tırnağı dokunmamış bu güzellikleri anımsayınca Bursa’da mor çiçekler açmış şeftali bahçeleri miydi vadimizin küçük düzlükleri diyordum. Yoksa Isparta güllerini mi görüyorum düşümde derdim. Hayır değil hiç biri. Bu pastoral renk cümbüşü köy düğünlerindeki kızlar topluluğu. Allı yeşilli ve de mavili entarileriyle halaya durmuşlar. Mavinin en mavisi, yeşilin en yeşili, sarının en sarısı, beyazın hiç kirlenmemişi vadimizdeki çiçeklerde saklıydı.
Çayırların oluşturduğu vadinin aşağılarında çayımızın akışı yavaşlar. Akzambaklar benzeri beyazı köpükler kaybolur. Yeşilliklerin arasında akan yeşil çay olur çayımız içinde alabalıkların yaşam bulduğu. Su durudur aktır, berraktır. Temizdir. Çayımızın kenarında isten dışları kararmış kara kazanlarda çamaşır yıkar yaylacılık yapan analar, bacılar. Etraftan toplanan kuru dallardan hemencecik bir ateş tutuşturulur kazanların altına. Bir iki yıkamakla tertemiz olur çamaşırlar. Suyumuz o derece güzel bir sudur. Yıkanan çamaşırlar etraftaki taşlara serilir. Birkaç saat sonra bir elde kazan, omuza asılı bir elde çamaşır bohçası yayla evlerine dönerdi emekçilerimiz. Akşama karşı malla melalle uğraşmak, yemek derken güneş batar karşıki dağların yücelerinden.
Güneş fazla etkili olmaz vadimizde. Dağların doruklarından kopup gelen ılık mayıs ortası rüzgârı ancak mart sonu Akdeniz rüzgârları serinliğine denk gelir.
Bazen vadinin yamaçlarından havalanan akbaba sesleri yankılanırdı. Akbabaların alçaktan uçmaları ve sayılarının gitgide artması kötü habere işarettir. Ormanların derinliklerinde çobanın gözetiminden çıkan bir sığır, bir koyun kümesini kurtların tuzağına düştü demektir. Akbabalar da bu ziyafetten paylarına düşen hisseleri için mücadele veriyorlardır.
Algül yenge bu vadide yaşadı. Çamaşırlarını bu vadide yıkadı nazik elleriyle. Simsiyah saçları gözükürdü yazmasının altından. Ortadan ikiye ayırdığı saçlarının ortasındaki teninin ak derisi bir kalın çizgi gibi uzanır yazmasının altında kaybolurdu. Hilal kaşları, zeytin karası gözleri henüz yirmi sekiz bahar görmüş. Tatlı tatlı bakışlarındaki sadelik bugün bile gözlerimin önünde canlanır. Bu gözler mehtapta izlediğimiz mor, siyah karışımı renklerle betimlenen göllerimizin dipsizliği gibiydi. Kaşları yay örneği simsiyahtı ve araları genişti.
Yanaklarının rengi daha gelinlik günlerindeki kadar ala melek diye adlandırılan kirazlar gibi parlak ve al renkliydi. Konuştuğunda ağzından sözler değil ballar akardı. Tatlı dilli güler yüzlüydü Algül yengemiz. Küçükle küçük büyükle büyük olurdu.Teni buğdaysı boyu olgunlaşmış başaklardan biraz uzuncaydı.
En büyük mutluluğu evinin işlerini zamanında bitirmekti. Yayla evinde süt, peynir, yoğurt, yağ gibi yayla ürünlerinin gereğini yapmak günlük işlerdir yayla evlerinde. Çocuklarının bakımını yapmak ve akşama kalabalık sürüsüyle evine dönen Demirhan amcanın yemeğini hazırlamak da yengemizin işiydi. Demirhan amca yüzü bir türlü gülmeyen tıraşsız sakalıyla ilginç bir erkekti. Yayla evleri yaylamıza çok yakındı. Sık sık O’nun bağırmalarını duyardık. Köpekler havlasa eşine bağırırdı. Niçin köpeklere güzel yal (köpek yiyeceğine verilen ad) yapmadın! Evden niçin erken çıkıp sürüyü karşılamadın… Niçin gözün üstünde kaşın var gibi eften püften nedenlerle kalbini kırardı yaylaların en güzel yengesinin Demirhan amcamız. Algül yengem bazı günler annemin ziyaretine gelir mahzun mahzun kapımızı çalardı. Anneme hiç sorunlarını anlatmaz, annem “ kızım her erkek insanın kadir-kıymetini bilemez. Biliyorum sen melek gibi bir insansın” gibi beylik sözlerle yengemizin nasırlaşmış gönül yaralarına melhem sürmek isterdi.
Bir yaşlı çoban anlatmıştı, iki inatçı keçi örneği bir çobanla Demirhan amca kavgaya tutuşmuş. Rakip çoban çift dalmış bizimkinin sırtını yere yapıştırıp boğazını sıkmaya başlamış. Biraz ileride koyunlarını güden çoban kavgayı ayırmasa Demirhan amcamızın işi yaşmış. Kavgayı başlatan ve haksız olan yine bağırgan çobanımızmış…
Algül yengenin en şanssız olduğu akşam beyinin koyunlarından birinin kurtlara kaptırdığı akşamlar olurdu. Küfürlerin bini bir paraya düşer, iki fidan gibi çocukları da nasiplerini alırdı bu hengameden. Ya dayak yerler ye da sert sözleri dinlerlerdi üzgün ve mahsuncasına. Nazlı yengemiz en ağır sözlere muhatap olurdu. Annesine ayan olurdu belki kızının üzüntüsü. Kız evladı, boşanmak ne mümkün; kocanın evinden kadının ancak cenazesi çıkar sal üstünde.
O ılık güzel günler yerini daha sıcak ve uzun günlere bırakır haziran ortalarında. Çayımızın debisi azalır, dağların doruklarındaki karlar yerini yeşilliklere bırakır. Üst yaylada otlaklar iyice yeşerir, yayla düzlükleri binbir renk çiçeklerle bezenir. Üst yayla çağırır halkımızı iki aylık konuk edeceği günler için.
Üst yaylaya göç günü daha gece yarısından sonra yaylaların önünde ateşler yakılır eşyaların kağnı arabalara kolay yerleştirilsin diye. Babalar arabalarıyla, kadın-kız kızan sığır sürüleriyle bir an önce yaylalara erişme yarışı başlardı. Çobanları unutmayalım, onlarda sürüleriyle bu göç yarışına ortak olurlardı günün erken saatlerinde. Annem sonradan anlatmıştı. Algül yengenin sık sık başı ağırırmış. O göç günü de başında dayanılmaz ağrısı varmış. Üstelik küçük oğlu da erkenden uyanmanın etkisiyle mi oldu mu bilinmez, aşırı ağlıyormuş. Çocukların aşırı ağlaması bölgemizde pek hayıra yorumlanmaz. Algül yengemizde önünde sığırlar ve iki çocuğu ile üst yaylaya yollanmış. Baş ağrısı kendisini aşırı rahatsız ediyormuş. Bu olguyu daha sonra yaylacılık yapan kadınlardan çok dinledim.
Yaylaya göç günlerinde köydeki evimizde kaldım. Evimiz köyümüzün en uzak eviydi tüm mahallelerden. Evimizin karşısında sık iğne yapraklı ağaçlarla kaplı ulu bir orman uzanır. Bu ormanda kuşlar en güzel şarkılarını söylerdi. Çocukluğum işte böyle bir yerde geçti. Evimiz mahallelerden uzak olduğu için babamlar eve bekçi olarak beni bırakmışlardı küçücük boyumla.
Kuşların sesini duyarak henüz uyanmıştım. Evimizin kapısından babamın adını seslenen bir erkek sesiyle dışarı çıktım. Henüz yüzümü yıkamaya zaman kalmamıştı. Kapımızın önünde bana hüzünle ve anlamsızca bakan Bekir Amca duruyordu. Bekir Amca bir şeyler söylemek istiyor fakat bir türlü konuşamıyordu. Nihayet “Dün gece yaylada Demirhan’ın karısı Algül vefat etti. Git köye haber ver” dedi.
İçimi tarifsiz bir acı kapladı. Bir an gözlerim kapandı. Hiçbir şey söyleyemez oldum. Güzelliği hafızama kayıtlı, vadimizin eşsiz güzel insanı artık yaşamıyordu. Onun ölüm haberini köyümüze vermek çocuk omuzlarıma kalmıştı. Aradan yıllar geçti. Henüz yirmi sekiz bahar görmüş, köyümüzde yüzü hiç gülmemiş, Algül yengenin zamansız ölümünü anımsadıkça hala gözlerim yaşarır.
YORUMLAR
Evet İbrahim Yılmaz öğretmenimiz, ne güzel bir anlatımdı öncelikle, daldım gittim o güzel sözlerinizin içinde. Algül yengeniz nasıl güzel izler bırakmış sizde efendim.Ruhu şad olsun. Dengi dengine kırk yılda bir gelirmiş maalesef .
Çöpçatan dere kenarında çıra bağlarmış sabahtan akşama kadar,
bağlarken şöyle dermiş,bir akıllıya bir deli, bir güzele bir çirkin, bir iyiye bir kötü, kırk yılda bir de dengi dengine dermiş, bu hikayeyi anımsattı yazınız...
Kaleminizi tanıyıp okumak güzeldi, kaleminiz hiç bitmesin..
Tebrik ederim...
Saygılarımla...
İBRAHİM YILMAZ
Hocam Merhaba!
Edebiyat Defterine yakışan edebi bir konuyu genç kızların çeyizlerine ibrişimden işlediği oya gibi işlemişsiniz.
Yazınızı okuyunca "Ahmet Kutsi TECER'i" hatırladım. "Orda Bir Köy var Uzakta" şiiri geldi aklıma.
Orda bir köy var, uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
İşte yazdığınız hikaye o köyü çağrıştırdı bende.
Yazmaya devam etmelisiniz hocam.
Yoksa Uzaktaki bizim köylerimiz elimizden çıkacak.
Saygılarımla.
İBRAHİM YILMAZ
Edebiyat Defteri'nin saygıdeğer yazar arkadaşlarım ve okuyucu dostlarım, bin dokuz yüz altmışlı yıllarda yurdumun uzak bir bölgesinin yaşamından kesitler sundum. O yoksulluk yıllarının ağır yaşam koşullarını ve insanımızın doğayla mücadelesini anlatmaya çalıştım. İçinde geçen bir hazin öyküyü dillendirerek. Saygıyla...