- 391 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAMERA VE YÖNETİM
İnsanlar için en ideal düzen, onların en mutlu olduğu düzendir. A. Camus
İnsanların toplu halde yaşamaya başlamaları ile beraber, düzen ihtiyacı da kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Bu düzeni sağlama, bir lider gereksinimini doğurmuştur. En küçük topluluk olan aile de, düzeni sağlama görevi en güçlü olan kişi tarafından yerine getirilmiştir. Bu kişi de, çoğunlukla daha güçlü fiziksel yapıya sahip olan, erkektir. Tabii fiziksel güç zamanla yerini ekonomik güce bırakmışsa da, erkek liderliği günümüzde de hüküm sürmektedir. Topluluk büyüdükçe; baba’nın görevi, şef’e, reis’e, kral’a geçmiştir. Daha sonra peygamberler siyasi lider olarak sahneye çıkmışlardır. Günümüzde, demokrasi adı altında, gene liderlerin etkisi hüküm sürmektedir. Tek fark, liderlerin işbaşına gelme yöntemleri olmuştur. Görüleceği üzere toplumlar daima yönetilmeye muhtaçtır: Yani lider, adına ne derseniz deyin, her zaman gereklidir.
Bir toplumu yönetebilmek, kontrol altında tutabilmek amacı ile konulan kuralların, ne ölçüde uygulandığının tesbiti, hayati önem taşımaktadır. Eskiden insan gözü ile yapılan kontrol, günümüzde teknoloji ile daha kolay yapılabilir hâle gelmiştir. Her yerde kameralar, bilgisayarlar, uydular tarafından tüm toplum âdeta gözetlenmektedir. İnsanlar bir güç tarafın-dan devamlı gözetlendiği, yaptıklarının kaydedildiği korkusu ile kurallara uymaya zorlanmak-tadır. Bu kamera sistemi, ilâhi güç için de geçerlidir: İlâhi gücün her nefes alışımızı, her anımızı dahi kaydetmekte olduğuna inanıyoruz.
Şöyle bir düşünce talimi yapalım beraberce: Ülkede tüm kamera sisteminin, tüm güvenlik güçlerinin, yirmi dört saat devre dışı kaldığını varsayalım; veya tüm kontrol, polisiye hizmetlerin yirmidört saat greve gidecekleri duyurulsa, ne olur? Sanırım hepimizin ortak kanaati, soygun, cinayet, yağma... akılınıza gelebilecek hertürlü kötülüğün tavan yapacağıdır. Nitekim, sanırım 1965 yılında Kanada’da polislerin yaptığı bir günlük grev sırasında, Kanada tarihinde görülmemiş derecede banka, market, kişi soygunları, tecavüz ve insan öldürme olayları gerçekleşmiştir. Aynı örneği günümüzde deprem felaketinin yaşandığı Haiti’de görmekteyiz. 1999 Gölcük depreminde de yağma için başka bölgelerden oraya otobüslerle gidenleri hepimiz biliyoruz. Fazla uzağa gitmeye gerek yok 2009 senesinde İstanbul’da yaşanan sel felaketinde de yağma olaylarını gözlemlemedik mi? 2011 yılında Tunus ve Mısır’da yaşanan ayaklanmalar- nedeni ve sonucu ne olursa olsun- yağma, öldürme ve tecavüzleri de beraberinde taşımıştır. Zaten kontrolsüzlük bu tür olayların doğal bir nedenidir, başka türlü olması da beklenmemelidir.
Tüm bunların bize öğrettiği; insanların şu veya bu şekilde bir güç tarafından kontrol altında tutulması gerektiğidir. Hiç bir güç tarafından kontrol edilmediğini bilse dahi; insanoğlunun, onuruna yakışır bir davranış göstermesi, onun yaratılmışlar içerisindeki “ en şerefli mahluk ” olma özelliğini çok açık bir şekilde yansıtmaz mıydı? Ne yazık ki, insanoğlu kendisine bahşedilen bu şerefli onura sahip çıkamamış görüntüsü içerisindedir. Şöyle veya böyle, bir güç tarafından kontrol edilme zaafı içerisindedirler.
Tarih boyunca yöneticiler, dinî inanışları, maalesef, bir nevi kolluk kuvveti gibi/olarak kullanma cesaretini ve pervasızlığını göstermişlerdir. Liderler tüm bireyleri tek tek kontrol edemeyeceklerini hissettikleri zaman, başka bir strateji geliştirmek zorunda kalmışlardır. Binlerce kamera sisteminden çok daha kolay, basit ve de ucuz başka bir yöntem geliştirmişlerdir. Eski dönemlerde teknolojik olanakların çok kısıtlı olması nedeniyle, yöneticilerin bulduğu bu muhteşem yöntem, bu işlevi ilâhi bir güce bağlamak; bu yolla konumlarını güçlendirmektir. Dikkat edilirse bu yönetim tarzında, ya yönetici aynı zamanda ilâhi güçtür, ya da, ilâhi güç hep yöneticinin tarafındadır nedense. İlâhi güç, sonsuz gücü ile her bireyi kontrol etme becerisine sahiptir. Şimdi yapılması gereken, ilâhi gücün istekleri ile, yöneticilerimizin isteklerinin çakışmasıdır. Bu husus çok titiz bir şekilde yerine getirilir tüm inanışlar tarafından. Tabii yöneticiler arasındaki çekişme, üstünlük mücadelesinin, inanışlar arasında çatışmalara yol açması kadar doğal bir şey yoktur. Tarih bunun sayısız örnekleri ile dolu değil midir?
Tüm bunlara rağmen, insanoğlu, göksel bir kamera tarafından izlendiği inancına muhtaçtır. Başka bir deyişle, insanoğlu bir yaratıcıya inanmak zorundadır. İlâhi gücün izlemesi sonucunda, insanoğlunun mükâfatlandırılması veya cezalandırılması, diğer bir deyişle cennet ve cehennem olgusu da bu yaklaşımı açıklamıyor mu? Mükâfat ve ceza, bunun sonucunda da cennet, cehennem kavramlarını kaldırın, dinsel inanışların iyice zayıflayacağından veya kendiliğinden yok olacağını söyleyebiliriz sanırım. Veya bu yaklaşım tarzının tam tersi de düşünülebilir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.