- 750 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEPKEEEE. -4-
İskilipli Atıf Hoca’nın niçin idam edildiğini anlamak için öncelikle ona idam kararı veren Ankara İstiklal mahkemesinin başkanı Ali Çetinkaya’yı tanımamız lazım. Çünkü İskilipli Atıf Hoca’nın son mahkemesi olan 3 Şubat 1926daki mahkemede savcı 2 ile 15 yıl hapis cezası istemişti Atıf Hoca için. Ama karar hemen o gün verilmedi, ertesi güne bırakıldı. 4 Şubatta ise mahkemeye hiç bir yeni delil sunulmadığı halde ve genelde hakimler, savcıların istedikleri cezaların en azını ya da en kötü durumda aynısı verdikleri halde ilk defa savcının istediği cezadan çok ağırı gelmişti: İdam.
Bu karar aslında tek başına Ali Çetinkaya’nın kararıydı. Ama Ali Çetinkaya’ya itiraz edilemezdi. Çünkü ona itiraz eden ölüyordu. Evet, yanlış okumuyorsunuz. Ona itiraz eden ölüyordu. Hatta yıllar sonra olsa bile.
Kimdi Ali Çetinkaya?
Aslında kahraman bir Türk subayıydı. Afyonlu bir ailenin çocuğuydu. Trablusgarp Savaşında Mustafa Kemal ile omuz omuza savaşmıştı. Ancak bu savaş sırasında üsteğmen Halit Bey ile kapışmışlar ve her ikisinin de görev yerleri değiştirilmişti.Ancak Ali Çetinkaya o zaman üsteğmen olan, sonra karşısına Deli Halit Paşa olarak çıkacak Halit Bey’i ( Deli Halit Paşa-Halit Karsıalan Paşa) kara kaplı defterine yazmıştı.
Daha sonrasında Ali Çetinkaya I. Dünya Savaşında Irak, Kafkasya, Makedonya, Kut-el Amara gibi pek çok cephede savaşarak üstün yararlıklar gösterdi. Kurtuluş Savaşında ise Yunanlılara karşı bölge halkıyla birleşip Ayvalık Cephesini kurdu ki onun oluşturduğu 172. Alayın Yunanlılar karşısındaki direnişine ‘’ İlk Kurşun Savaşı’’ adı verildi.
İstanbul’un işgali sırasında İngilizler tarafından tutuklandı ve Malta’ya sürgüne gönderildi.1921 yılında serbest bırakıldı ve Ankara’ya geldi. Afyon milletvekili olarak meclise dahil oldu. Ancak yıllar önce kara kaplı defterine yazdığı Halit Bey de şimdi Deli Halit Paşa olarak ve Ardahan Milletvekili sıfatıyla aynı meclisteydi. Üstelik kendisi de Milli Mücadelede o kadar üstün hizmetler gördüğü halde sadece ve sadece ‘’Kel Ali’’ diye anılırken Halit Paşa’ya Karsı alan deniliyor, onun kahramanlıkları dilden dile dolaşıyor ve gözü pekliği yüzünden ‘’Deli Halit Paşa’’ Diyorlardı ona.
Halit Paşa bir paşa oğluydu. Babası Çerkez Ahmet Paşaydı. 1883 İstanbul doğumlu olan Halit Paşa da Trablusgarp, Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşında doğu cephesinde çok üstün yayarlılıklar göstermişti. Mesela Kars, Ardahan, Sarıkamış, Erzurum, Erzincan’ın Ruslardan geri alınmasında çok büyük hizmetleri olmuş, özellikle de Karsın geri alınması sebebiyle ona ‘’Kars’ı alan’’ denmişti. Girdiği tüm savaşlarda ordusunun en önünde korkusuzca savaşıyordu. İnönü savaşlarında, Sakarya’da, Büyük Taarruzda destanlar yazmıştı. Devamlı çifte tabanca taşıyor ve askerine ‘’Geri adım atanı vururum.’’ Diyordu. Hatta vurduğu rivayetleri bile vardı. Biri kafasında ve ömrünün sonuna kadar taşıdığı olmak üzere vücudunda çeşitli savaşlardan tam dokuz kurşun izi taşıyordu.
Halit Paşa zaman zaman İstanbul’un Eyüp İlçesindeki evine geliyordu. İşte yine böyle evindeyken bir grup emekli asker, şehit dul ve yetimleri gelip onu ziyaret etmişler ve maaşlarının yükseltilmesi için kendisinden bir şeyler yapmasını istemişlerdi.
1925 yılında Halit Paşa bu konuyu meclisin gündemine getirdi. İlginçtir ki böyle bir girişimi en başta İstiklal Savaşını bizzat yaşamış, hatta doğan ilk kız evladına İstiklal adını vermiş olan Ali Çetinkaya’nın desteklemesi gerekirken bu fikre şiddetle karşı çıkmıştı. Çünkü Halit Paşa, Kazım Karabekir ve arkadaşlarının kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası taraftarıydı. ( Öldürüldüğünde cebinden bu partinin bir bildirisi çıkmıştı)
Yani olumlu bir teklif sırf muhalif bir kanattan geldiği için reddediliyordu. Halit Paşa adata çıldırdı.
Başka önergeler de ele alınmıştı o oturumda
Sonrası için pek çok şey yazıldı çizildi.
Mecliste bir konu tartışılırken bir ara Deli Halit Paşa dışarı çıkmıştı. Aynı anda Ali Çetinkaya ve Rize Mebusu Rauf Bey de dışarı çıkmıştı.
İşte bundan sonrası karanlık. Okuduğum pek çok kaynakta ilk silahı ateşleyenin Deli Halit Paşa olduğunu yazanlardan tutun da Aynı anda iki paşanın öldürülmesine, bu paşalardan birinin hasta olması sebebiyle meclise gelemediği, kürsüde konuşma yaparken vurulması gereken Halit Paşa’nın ise sonradan karar değiştirilerek meclis koridorunda vurulduğuna kadar her kafadan bir ses çıkar. Kesin olan tek şey vardır: Halit Paşa vurulmuştur ve son sözleri ‘’ Keli altıma aldım, Rauf Puştu beni arkadan vurdu’’ olmuştur.
Kısacası TBMM çatısı altında işlenen ilk cinayetin bir numaralı sanığıdır Ali Çetinkaya. Çünkü her ne kadar Halit Paşa ‘’ Beni Rauf Vurdu ‘’ Dese de Ali Çetinkaya ‘’ Halit Paşa’yı bir nefsi mudaafanın sonucu olarak ben vurdum.’’ Demiş, nitekim de dava nefs-i müdafaa olarak görülmüştür. Tabii sonuçta hiç kimseye en ufak bir ceza verilmemiştir.
Peki sonra ne oldu?
Sonrası daha ilginç: Sicilinde en azından böyle bir leke(ya da gölge diyelim) olan adam Şeyh Said İsyanı’ndan sonra kurulan ve 7 Mart 1927 tarihine kadar görev yapan İkinci Dönem Ankara İstiklal Mahkemesi’nin başkanlığına getirildi. Peki bir hukuk tahsili var mıdır? Kesinlikle yoktur ama zaten İstiklal mahkemesi gibi bir mahkemenin başkanı olmak için hukuk bilgisine de gerek yoktur.
Bu mahkeme Şeyh Sait İsyanı ve akabinde Atatürk’e suikast girişimi davaları gibi davalara baktı ve bu davalar sırasında tüm eski İttihat ve Terakkiciler ile tüm Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası taraftarlarının tutuklanmasına karar verip bu kararı uygulamaya başlayınca İsmet İnönü devreye girdi ve tutuklananların büyük çoğunluğu ile olarak delil yetersizliğinden salıverilmeleri gerektiğini söyledi. Peki Kel Ali ne yaptı? İsmet Paşa’nın da idamla yargılanmak üzere tutuklanmasını talep etti. Cumhur Başkanı Mustafa Kemal araya girip de ‘’ Hööössst. O kadar da uzun boylu değil.’’ Demeseydi ( Tabii ki böyle bir cümle kullanmadı ama bu mealde bir ifadeyle durdurdu Ali Çatinkaya’yı) İsmet Paşa’nın sonu bile İskilipli Atıf Efendi’den farklı olmayacaktı.
1925 yılında İstiklal mahkemelerinde adını çok iyi bildiğimiz biri daha yargılanıyordu. Bu kişi bizim TC.İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Derslerimizde özellikle üç kitabını mutlaka öğrencilerimize tanıtmamız istenen ünlü bir yazardı. Kim mi? Açıklayayım: Tek Adam, İkinci Adam ve Suyu Arayan Adam kitaplarının yazarı Şevket Süreyya Aydemir.
Hayata 11 yaşındayken İttihat ve Terakki Cemiyetine üye olarak başlayan, I. Dünya Savaşı sırasında oldukça yararlı hizmetleri görülen ve ilk dönemde hızlı bir Turancı olan, ancak Azerbaycan’da öğretmenlik yaptığı yıllarda komünizmden etkilenip sıkı bir komünist olan Şevket Süreyya Aydemir’den bahsediyorum.
Şevket Süreyya 1923 de Türkiye’ye döndükten sonra Aydınlık Dergisi’nde komünist fikirleri yaymaya çalışan yazılar yazdı. 1924 yılında Sadrettin Celal Antel ile beraber hazırladığı Lenin ve Leninizm adlı kitabı yayımladı. 1925’te TKP’nin üçüncü kongresinde yedi kişilik Merkez Komite’nin üyesi oldu. Türkiye İşçi ve Çiftçi Fırkası’nın 1 Mayıs’ta "Dünyanın Bütün İşçileri Birleşiniz" yazılı broşür dağıtması nedeniyle gerçekleşen "1925 tevkifatı" sonucu dergi kapatıldı ve Aydemir de Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılanmaya başladı.
Bu mahkemede 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı ancak 1927 yılında çıkartılan genel afla birlikte hapis hayatı sona erdi.
Bundan sonra Atatürk’ün isteği ile Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile birlikte ‘’Kadro Dergisini’’ çıkardı ve yine bu dönemde yukarıda bahsettiğim eserleri yazdı.
Şevket Süreyya Aydemir, İstiklal mahkemelerine hakim olan duyguyu ‘’Suyu Arayan Adam’’ adlı eserinde kısaca özetlerken bize şu tabloyu çizer:
Kendisi Ankara Hacıbayram’daki İstiklal Mahkemesinin ikinci kat merdiven başındadır. Pehlivan yapılı bir adam bir taraftan ‘’ Nedir bu kepazelik?Bu şapka da ne oluyor? Baban da mı şapka giyerdi? Anandan şapka ile mi doğdun?’’ Diye bağırıyor, öte taraftan genç bir gazeteci olan Adliye Muhabiri Hikmet Şevki’yi tartaklıyor. Hatta tartaklamaktan da öte. Arkasına şiddetli bir tekme çakarak kafasında şapka olan bu genç muhabiri merdivenlerden aşağı yuvarlıyor. Kısacası henüz daha şapka kanunu çıkmadan önce Atıf Hoca’nın işaret ettiği Frenk Mukallitliğinin sonucu kafasına hasır bir şapka geçirmiş olan genç bir gazeteciyi bir güzel pataklıyor… Hay Allah kim olduğunu yazmayı unuttum. Kim olacak? Ankara İstiklal Mahkemesinin başkanı Ali Çetinkaya tabi ki. Yani Kel Ali.
Ali Çetinkaya, şapka kanunu çıkmadan önce oldukça gıcıktır şapka giyenlere. Hatta yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi velev ki bu şapkalı kafa bir gazeteci olsun. Hiç fark etmez onun için. Basar tekmeyi. Hatta o gazeteci ‘’ Sen kim oluyorsun da bir basın mensubunu tekmeliyorsun?’’ Dese asar da... İsmet paşa biçin bile ‘’İdam’’ diyen adam bir gazeteci parçasını mı asmaktan geri duracak? Gazeteci Hikmet, atılan tekmeye ‘’Eyvallah’’ Dediği için daha büyük bir belaya uğramaz.
Ama?
Ama İskilipli Atıf Hoca ‘’Eyvallah’’ demedi.
Çok kısa bir süre sonra şapka kanunu çıktı ve Ali Çetinkaya daha bir kaç ay önce bir gazeteciye ‘’Anandan şapka ile mi doğdun?’’ Diyen kendisi değilmiş gibi kafasına şapkayı kondurdu. Dahası, önüne şapkaya muhalefet etmekten dolayı suçlanan insanlar gelmeye başlamıştı. Kendisi daha önce şapkaya şiddetle karşı olsa da şimdi metazori şapkayı kel kafasına kondurmuştu ama ‘’Sarıklılar’’ diye hitap ettiği bu insanlar hâla direniyorlardı şapkaya. O sarıklılardan ikisi İskilipli Atıf Hoca ile Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca idi ve Ali Çetinkaya’nın muhalefete asla tahammülü yoktu. Muhalif bir Deli Halit nasıl ortadan kaldırılmışsa ve bundan dolayı en ufak bir cezaya çarptırılmayı bırak tam tersine ödüllendirilmiş idiyse şimdi de bu muhaliflerin ortadan kalkması gerekiyordu.
Sordu İskilipli Atıf Hoca’ya ( 3. Şubat 1926)
- Sen şapka aleyhinde bulunmuşsun!
Cevap verdi İskilipli Atıf Hoca ve devam etti konuşma.
-Evet efendim, şapka kanunu çıkmadan iki sene önce şapkanın bir Müslüman kisvesi olmadığına dair bir risale yazmıştım.
-Şimdi ne yapıyorsun?
-Kanunlara itaat ediyorum.
-Sen bilmiyor musun ki, şapka da bezdir, fes de bezdir?
-Evet biliyorum ancak hâkim heyetinin arkasındaki bayrak da bezdir. Lütfen o bezi kaldırın da yerine bir İngiliz bayrağı asınız!
-Sen ne konuşuyorsun?
-Efendim şapka bir alamettir. Adet ile alamet arasındaki farkı düşünerek o risaleyi yazmıştım.
Ertesi gün: ( 4 Şubat 1926)
Karar : İskilipli Atıf Hoca ve Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca’nın idamına…
Bir gazeteciyi ‘’ Baban da mı şapka giyerdi? Anandan şapkayla mı doğdun?’’ Diyerek döven Ali Çetinkaya bu sefer daha büyük bir suç işleyerek şapkaya muhalif olan(!) ama daha önemlisi yani asıl sebep olarak karşısında eğilmeyen, yalvarmayan, aman dilemeyen bu muhalifin gözünün yaşına bakmayacaktı. Hoş gözünden yaş akıttığı da yoktu zaten. İdama giderken bile dudakları sadece mırıl mırıl dua okuyordu.
Bir mahkeme başkanının kaprisleri, tamamen keyfi kararı ve belki de daha önce şiddetle karşı çıktığı ama şimdi savunucusu olmak zorunda kalması sebebiyle eziklik duyduğu şapka konusu iki cana mal olmuştu ki daha nice böyle canların hayatı böyle hukukla hiç bir ilgisi olmayan mahkeme heyetlerince dar ağacında noktalanmıştı.
Evet…İskilipli Atıf Hoca Şapka yüzünden asılmamıştı(!) Her ne kadar Ankara’daki mahkemesinde dava tutanaklarının yarıdan fazlası şapka kanununa muhalefet ile ilgili soru ve cevaplarla dolu olsa da.
Evet…İskilipli Atıf Hoca, Yazdığı bir broşür yüzünden de asılmamıştı(!) Her ne kadar yine mahkemede sorulan her yüz sorudan en az 60-70 i bu broşürle ilgili olsa da.
İşlediği eski suçlardan da asılmamıştı(!) Çünkü onlar daha önce affedilmiş ve bir daha tekrar edilmemişti.
Sadece ve sadece -sözleri ile değil ama gözleriyle- mahkeme başkanı Ali Çetinkaya’ya ‘’ Ben senin gibi dönek değilim.Ben şapkaya dün de karşıydım, bu gün de. Ama sen dün karşı olduğun şeye bu gün dört elle sarılan bir döneksin’’ Dediği için. Onu, karşısında bakışlarıyla ezdiği için asılmıştı.
Son sözleri yine Şevket Süreyya Aydemir’e bırakıyorum: İskilipli Atıf Hoca’nın idama nasıl gittiğini anlatıyor :
“Hocanın yüzü sakindi. Yalnız dudakları kımıldıyor ve galiba bir dua okuyordu. Fakat eskiden kalpaklı ve şimdi hasır şapkalı zat, bu hükümle de kanmamış gibiydi. Bağırıyor, çağırıyordu. Acaba hocayı bir tekmeyle merdivenlerden aşağı yuvarlayacak mı diye bekledim. Fakat olmadı. Müderris, bu sözler kendisine değilmiş gibi bekledi. Sonra sağanak geçince yürüdü. Muhafızlarının arasında merdivenlerden indi. Önümüzden geçerken dudakları gene kımıldanıyordu.”
Az önce idam cezasını yemiş olan Atıf Hoca, şahsından hâlâ intikamını alamamış, hırsla üzerine gelen bu Istiklal Mahkemesi’nin sözde hakiminin saldırısını susarak boşa çıkarmış ve Allah’a havale etmiştir. (Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, 25 Baskı, Istanbul 2012, sayfa 310-312)
SON.
Resimler:
1- İskilipli Atıf Hoca
2- Ali Çetinkaya
3- Deli Halit Paşa
4- Şevket Süreyya Aydemir
YORUMLAR
Hocam ilgiyle okudum ve bilgienmeye çalıştım Doğru dediğimiz şey düz çizgi gibi olsada aslında öylede olmuyor bazı doğrular eğrilerlede oluyor duruma göre emeğinize sağlık saygılarımla
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
selam ve sevgilerimle.
Çanakkale 'de aydınlarımızın çok önemli bir bölümünün yok olduğu bilinir, değil mi, değerli hocam...
Selam ve saygılarımla...
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Gün gelir,
bir yerde,
hesap sorulur birilerinden.
Şapka nedeni ile,
herhalde dünyada başka birileri asılmamıştır.
Ne demeli?
O günlerde,
bin bir türlü eziyete tabi tutulan insanların torunları,
bu gün sahip olduklarının değerini daha iyi kavrıyor ve dört elle sarılıyorlar.
O nedenledir ülkeyi yönetenlerin arkasındaki desteğin her geçen gün artması.
Eline sağlık hocam.
Keşke daha detaylı olsaydı diyorum ama, buna da şükretmiyor değilim hani.
sami biberoğulları
O günlerde bütün bunları yaşayanların torunları bu günlerde ağızlarında Allah kelamı olan birilerini gördüğünde işte benim aradığım insan bu deyip ardına düşüyor. Başka hiç bir şeye bakmıyor o günlerde yaşanan korkuları bir daha yaşamamak adına... O günlerde o eziyetleri yapanların torunları ise bu gün yırtınıyor '' Yahu adamlar din ticareti yapıyor, dinle alakaları yok'' diye. Ama nafile yırtınmaları. Kendilerinin dinle hiç bir alakaları olmadığı için insanlar dindar mı, dinci mi olduğuna bakmadan ''Allah'' diyenin peşinden gidiyor.
Selam ve sevgilerimle.
Geçmis zaman nerede okumustum, Kiliç Ali Pasa'nin da bu kararda etkili oldugunu okumustum.
Gerçi Kiliç Ali ile kel Ali ikisi de deliler delisi.
Seviyorum Kel Ali'yi vesselam, hele ismet inönü'yü de yargilamak istemesi, Allah vergisi bir adalet anlayisi varmis yüreginde.
Ben tüm bölümleri okudum zevkle, bilgilendim.
Gönül isterdi ki Iskilipli Atif bu kadar meshur olacak sekilde idam edilmese idi de, çoktan ortalikta gezinirken bir kösede vurulsaydi. Ben idam edilmis olmasini geç kalinmislik olarak yorumluyorum.
Istiklal Mahkemelerinde eksik idam vardir, yanlis veya fazla idam yoktur diyorum.
Dincilerin lafidir, seriat'in kestigi parmak acimaz. O zaman istiklal mahkemelerinin idam ettikleri kisiler de ölmez, yillarca mevzu yapilip dururlar.
Zevkle takip etsek, ve darisi haftaya gibi uzun bekletilmemis olsak ta, bu serinin bitmesine sevindim.
Elbette ayrintili anlatmaniza da sevindim, sonuçta milletin diline pelesenk edilmis bir konu.
Yeni konularda görüsmek dilegiyle,
Saygilarimla,
sami biberoğulları
Ben elimden geldiği kadarıyla herkesin hakkını vermeye çalıştım.
Dikkat edersen bu olayı anlatırken hiç bir zaman ''Şuraya bak ama buraya bakma'' demedim. Mesela Ali Çetinkaya'nın kahraman bir Türk subayı olduğunu, yaptığı yararlılıkları atlamadım.
''Şeriatın kestiği parmak acımaz'' Sözüne gelince: Bu söz dincilerin sözü değil bir ata sözüdür. Haa eğer atalarımız dinci idilerse o zaman evet dincilerin sözüdür de denebilir.
İskilipli Atıf Hoca bir köşe başında sessiz sedasız vurulsaydı?
Biliyorsun o da oldu bu ülkede. Pek çok Ülkücü, pek çok devrimci sessiz sedasız bir köşede vuruldu ve bütün bunlar tarihimize faili meçhul olarak geçti ama adalet gelmedi. Hukuk gelmedi bu ülkeye.
''İstiklal Mahkemelerinde eksik idam vardır, yanlış veya fazla idam yoktur.'' sözünü de ben 12 Eylül döneminin İstiklal mahkemeleri mesabesindeki mahkemeleri ve verdikleri kararları haklı olarak gördüğün şeklinde yorumladım doğrusu. Demek ki denge olsun diye bir sağdan bir soldan asan bu mahkemelerde de eksik idam olmuş, fazla idam olmamış. Demek ki Ahmet Kerse, Ali Bülent Orkan, Cengiz Baktemur,Cevdet Karakuş,Fikri Arıkan,Halil Esendağ,
İsmet Şahin,Mustafa Pehlivanoğlu,Selçuk Duracık eksik olan idamlardı. Yanlarına başka ülkücüler de eklenmeliydi? Demek ki bunlar için de bu gün ''Şeriatın kestiği parmak acımaz'' ya da '' Keşke idam edilmeselerdi de bir köşede sessizce vurulsalardı dememiz gerekiyor.
Hukuk diyorum sevgili Alp, hukuk....Bir gün belki bizim de işimizin düşeceği, bize de lazım olacak adaletten bahsediyorum.
Selam ve sevgilerimle.
Alp Aldatmaz
Istiklal Mahkemeleri ile 12 Eylül 1980 ihtilali dönemindeki yargilamalr ve idamlarin kiyaslanmasini dogru bulmadim.
Istiklal Mahkemeleri isgal altinda olunan ve kurtulus savasinin yapildigi yepyeni bir devletin kuruldugu döneme tekabül etmektedir, iskilipli'de hem fikir hem zikir hem eylem olarak bu kurtulus mücadelesini baltalamis, bilerek veya bilmeyerek zararli olmustur. Bu yüzden idam edilmesini tesvip ediyorum.
Aslinda Kel Ali'nin hukuk egitiminin olmamasi vurgulanmisken, Mahmut Esat Bozkurt'un da Adalet bakani olmasini mi sorgulayalim?
O zaman Atatürk'ün de cumhurreislik egitimi mi vardi diyip onu mu sorgulayalim.
Mahmut Esat'in yaninda Agri Isyani'ni bastiran kadroda bulunan Kiliç Ali'de istiklal mahkemesi heyetinde idi, Agri isyanini bastirirken adaleti ne kadar güzel tecelli ettirmisler ki, istiklal mahkemesi kadrosuna alinanlar hatta Adalet bakani yapilanlar var óyle degil mi!
Seriatin kestigi parmak acimaz evet son kaç yúzyilin atasözüdür, islam sonrasi atasözlerindendir, bizim çok daha eski atasözlerimiz var. Örnegin Divan'i lugati't Türk'te geçen 300 atasözü gibi...
Yeni devlet kurulmus, ceza kanunlarini bir ülkeden, baska kanunlari baska ülkelerden emaneten ithal ettigimiz bir dönem, mükemmel adalet ve hukuk beklemek ne derece dogrudur.
Dogru olan kurtulus savasinda zarar vermis olanlarin ceza almasiydi, iskilipli'de bu konuda öne çikmis isimlerden biridir bunun aksini kim nasil iddia edebilir ki!
Adalet bize herkesten daha çok lazim olmustur, bunu 1944'teki irkçilik-Turancilik davasindan tutun, 27 Mayis 1960 akabinde yapilan Kasim 1960'daki karsi devrim sonrasi mahkemelerinde de görúyoruz, 1970'de de 12 eylül 1980'de de görúyoruz, bu da bizim makus talihimiz. Türk Milliyetçileri yanlislar yapabilir, asla ihanet etmezler, bunu siz benden de iyi bilirsiniz.
Tabiki bize ülkücú mafya derler, Deniz Gezmis banka soygunu yaparken ona da kahraman derler :)
Bu konu uzar Sami beg hocam, iskilipli'nin idamini neresinden ele alirsam alayim dogrudur demekten baska sonuca ulasamiyorum.
Saygilarimla,
sami biberoğulları
Zaten yaptığımız şey aslında karşılıklı olarak fikir ve düşünce alış verişinde bulunmak
Sen de çok güzel dile getirmişsin Ülkücülere yapılan haksızlık ve adaletsizlikleri. Bu durumda ''Hukuk, herkes için hukuk''Kuralını en fazla senin anlamanı beklerdim doğrusu.
Neyse neticede tarafsız bir yazı yazmaya çalıştığımı taktir etmen de benim için oldukça önemliydi. Teşekkürler.