- 504 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
TAKİ'yle SÖYLEŞMELER
I.
Kimsenin bilmediği bir dilden haykıracağım söylemek istediklerimi, kulaklar duymayacak ama yürekler sızlayacak işittiklerinden.
Seninle söyleşip durmak aklıma nerden geldi, nerden çıktın karşıma sen? Bilmem. Biraz konuşunca anladım çok derinden, bir yerden… Seni kendimden doğurdum ben Taki. Kalbimden ya da zihnimden. Çocukluğumdan beri usul usul büyüttüğüm bir gebelik neticesi ağrısız ve sancısız “pıt” diye düşüverdin içimden.
Önce seni düşman bileyim kendime, sonra seni dost… Durma, bük bileğimi. Durma, vur yüzüme açıklarımı. Boşluklarıma parmaklarını geçir. Seni senden iyi bilirim de, utandır beni.
Durma gerçek sözler söyle, söndürür sigaranı tenimde, sonra tekrar yak nefesimle.
II.
Ağlamaklı bırakma beni, duvar diplerinde. Önce hırpala bedenimi, sonra sahip çık sesime. Babam yok benim Taki. Babası olmayan çocuklar büyüyemez. “Çocuksun sen” deyip küçümseme.
Gözyaşlarının değil, kurumuş kalplerin gizlenmeye ihtiyacı var. Yası olmayan, ölülerinin feryadını işitmez.
Acıya tuz basmak diyorlar buna Taki. Sancıyan yeri kanırta kanırta acıtmak, içinde biriken irine şifa mıdır, bilemem. Ama tuz basmak intikam almaktır yaradan ve intikam almış olmak bile inan, ferahlatacak kalbimi.
III.
Bazıları için yaşamak çok zor be Taki. İşte onlar, senin benim gibi ruhlarında külçe külçe ıstırap taşıyanlar. Yükü ağır olanlar kolay adım atamaz geleceğe.
Hafiflemek için gövdedeki metal aksamı sökmek gerek. Hafiflemek parçalanmak demek. Hafifleyebilmek, bir işçinin mahir ellerinden başlar. Bir el atılsa en paslı yerlerime. Sökülsem ben de Taki. Düğümlenmiş yerlerimden bir bir çözülsem…
IV.
Mutsuzum demek… Ki kendini geçmişinde aranıp duran biriyim ben Taki. Cümlelerimin yüklemlerinde geçmiş zaman ekleri var. “Bilinen” ve “öğrenilmiş” acılar yalnızca geçmişe sığar.
Seni de ancak bu günümde buldum. Günlerden herhangi bir gün, vakit ikindiye doğruydu. Yüzün geçmiş zaman filmlerinden ve romanlarından çıkmış karakterlerin çizgilerini taşıyordu Taki. Her saniye geçiyordun bu yüzden. Geçmek “geçmiş”e karışmak demek Taki. Geçenlerin gel’e uğramaz yolu ve “gelecek” olamaz. Geçmişte kalan hiçbir şey bir gün “gel”ecek olamaz.
Yazıp yazıp sildik, geleceği. Yapamadıklarımızı hep unutmak zorunda kaldık. Hatırlamak istemediklerimizi mahzenlere kapattık. Kendimize kapamasaydık gözümüzü dünyaya açamazdık. Yenilgilerimiz Taki, birikiyor hep içimizde. Onları gömmek için daha derin mezarlar kazmak ve yangınları söndürmek için daha çok ağlamak gerekiyor. Dünyada kuraklık hakim Taki. Artık kimse kendi yangınına yetişemiyor.
V.
Bana kederlerimi anlatan şarkıları ver. Hiç durmadan plakları dönüyor içerimde. Uzun çalar… Uzun uzun keder çalıyorlar. Maria Farantouri “To Mystiko”, Eleni Vitali, “Gramma Kai Grafi” söylüyor mesela. Ross Daly rebab çalıyor. Bu sesler ciğerime batıyor Taki. Çivi çivi çakıyor, çentik çentik oyuyor. Sesler içime keder atıyor. Ağrılı zamanlarıma şerh düşüyor bu şarkılar. Şarkılar zamansız geçiyor. Sonra… Her duyuşta can, biraz daha kana batıyor.
VI.
Ben bir savaş ülkesini yurt tutmuşum Taki. İçim dışım harp ediyor. Savaş mağdurlarının yası sığmaz benim gövdeme. Yitip gitmişlerime ağlayamam. Silahlar acımasız konuşuyor. Düşmanım benden Taki. Sen bendensin. Ne dost gibi gülebildim çirkin yüzüne. Ne düşman gibi karşıma alabildim güzelliğini. Kederlerimi sakın küçümseme.
Seni düşman değil, seni dost değil, seni yâr değil, seni cân değil, seni kendim bildim de! Bu yüzden bir küfür savurdum yüzüne, bastım tokadı ensene. İndir silahını Taki. Şimdi otur ve beni dinle…
Biz geçilmeyeceğiz Taki. Söyle, adımız Uhud Dağı’nda bir yer. Herkes peygamber safına kondurur kendini. En büyük günahların bile kutsal sebepleri var. Kimse şeytandan yana olduğunu söyleyemez.
VII.
Sana bir sır vereceğim, duvarlara bile söyleme. Sakın bağırma kuyulara. Kulakların çıksa, burnun uzasa bile kimseye söyleme. Bazı çocuklar babasız doğar. Yeryüzünde olmayacak iş değil. Oysa ben annesizim be Taki. Bir zamanlar bir ağaç kovuğunda buldum kendimi. Tüm yoksunluğum bundan.
Bilmiyorsun sen Taki. Geceleri bitap düşerim ağlayamamaktan. Kaskatı kesildi içim. Bir damla mutluluk yuttur bana. Bari ara sıra sana inanayım.
VIII.
Ben, bir kıvılcımlık işi olan eski bir ahşap evde yaşardım Taki. Pencereleri hem yağmura hem rüzgâra geçirgen. İlk evimi bir yangında bıraktım ve ilk evim yandığında çocuktum, ağlamadım. İlk fotoğraflarım Taki, böyle yangınlardan birinde kimsesiz bir akşam, bir yorgan içinde itfaiye hortumuyla silindi. Oyuncak bebeklerimin Taki, gözlerimin önünde yandıkça buruşup yüzleri eridi. Evsiz barksız kalışımı hiç unutamam. Sonraları büyüdükçe, ilk yangında ağlamayışıma çok ağladım.
IX.
Bir dalda ağır ağır kızaran bir meyve gibi “ol”maya başladıkça anladım. Susmak kimseyi kurtarmıyor Taki. Susmak içine kuyular kazmak. Ben sana konuşuyorum diye boşuna kibirlenme. Hiçbir şey anlamıyorsun Taki, boşuna… Böbürlenme. İşittiğin dili çözebilecek şifreler yok, henüz elinde.
Sesini bazılarından saklamak iyidir sadece. Çünkü işitilen kalp, çabuk incinir. Ne kadar çıplak bırakırsan ruhunu başkalarının önünde… Dilden dökülen söz, söyleyen dil incinir. Sözcüklerin miktarınca ve cümlelerin sayısınca yanabilir canın.
Şimdi seninle bu kadar konuşuyorum diye kendini dostum gibi hissetme. İnsan asla dost olamaz acısını bu kadar bilen biriyle.
X.
Gerçeğe bir bir açılan binlerce göz var, görmüyorsun, yüzümde. Bir ışık sekmesi yetiyor uyanmam için. Oysa uyuyanlar mesuttur Taki. Bilmeyenler her şeyi anlamaz. Yeryüzünde yalnızca insan bilmediklerine ağlamaz. Uyanmamış olan yara almamıştır, kanamaz.
Bir kez bozuldu mu uyku, sabah olmaz. Dertlerimiz var bizim. Uyanmış olmak derdin bizzat kendisi. Gün aslında bir daha hiç doğmayacak, gece ortasında bir kez uyanmışlara Taki.
XI.
Bir kaçış planıdır delilik. Bilindik ve alışıldık olanın dışına çıkabilmek için yapılmış bir kaçış planı. Ancak acı çekenlerin, cesur olanların ve gözünü karartanların çıkabileceği bir yolculuk. Bir nevi özgürleşme... Kayıtlı olduklarımızdan kurtuluş. Senin doğumun gibi değil Taki, işte bu sancılı bir doğuş ve oluş.
Sıradan olanlar bozamaz sırayı.
Bir kez uçmayı öğrendi mi akıl kuşu bir daha sığmaz ten kafesine. Bir kez engini tanıyan, uzakları özler, bir daha iflah olmaz.
Zihnini kanatlandırmayı beceremeyenler düşünsün Taki. Gerçeğin ellerine esir düşenler...
Aklını uçurabilenler özgürdür ancak. Onlar mezarlara sığmaz. Bak, sen özgürsün Taki, ben özgürüm. Bayrağımız dalgalanır, delilik ülkesinde. Akıllılar yansın artık kendi mahkumiyetine.
XII.
Dur, dur, dur, boşuna uğraşma! Hayatta değiştiremeyeceğin şeyler var. Dağların yeri mesela. Bir de huyu, suyu, alışkanlıkları dağlara benzeyen insanlar… Babalar demiştik ya Taki, bak işte onlar, değişmez kurallar koyar. Uymayan çocukları daima azarlar. Kurallar yalnızca akıllıları bağlar ve cezalardan yalnızca onlar korkar.
Deliler ve çocuklar, daima mazurdur ve hürdür kendilerince.
XIII.
Kurtulmak mı dedin? İçinde uğuldayan kendi sesinden kurtuluş mümkün mü ki? Tenhada hâlleşelim seninle Taki. Bana pişman olacağım sözler söyletme. Nedir benim derdim, anlamam! Neden yüreğimi durup durup tutarım ateşine? Bir sen yabanıl bir bakışla baktın diye yüzüme. Artık beni anlamıyor kimse, sen bir kez o denli uzak baktın diye.
Bütün izler bir zaman sonra karışır birbirine. Ayak izi, su izi, söz izi, kırık izi... Bütün izler ateşte solar, ateş suyu da boğar. Hepsi sonunda olur, depderin bir yanık izi.
Kavurup geçti alevin.
En derin yaram yine de sensin. Bak, Taki…
Lacivert Öykü Şiir dergisi s.66’da yayınlamıştır.
YORUMLAR
Güzel arkadaşım...
İlk fırsatta yeniden döneceğim bu güzel yazıya ve umarım yarın günde görürüm seni...
Öpüyorum sevgiyle...
Eylül Nisa
Ben de çok öpüyorum seni.