- 1012 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEPKEEEE. -3-
Bir insan geçmişte işlediği ama affedildiği bir suçtan seneler sonra yargılanabilir mi?
Bir hukukçu değilim ama bildiğim kadarıyla yargılanamaz. Sadece ve sadece aynı suçu ya da o suçun muadili olan bir suçu işlerse yargılanır ve hatta verilen cezanın ağırlaştırılmasına sebeptir bu durum.
Mesela okullarımızda da vardı bu. Okulda sigara içen öğrenciye verilecek ceza uyarma, kınama ya da mahrumiyet cezasıydı. Ancak çoğu kez bu cezayı vermez, öğrenciyi – bir daha aynı suçu işlememek kaydıyla- affederdik. Lakin ikinci kez bu suçu işlediğinde cezası katlanır ve okuldan kısa süreli uzaklaştırma cezası alırdı.
İskilipli Atıf Hoca geçmişte bir takım suçlar işlemekle itham ediliyordu. Peki yeni işlediği suçlarla muadil miydi bu suçlar?
Bakmaya devam o halde.
Teali-i İslam Cemiyetinin bir üyesi olmak dışında Milli Varlığa düşman olan İngiliz Muhipleri Cemiyetine de üye olduğu söyleniyordu.
Oysa Atatürk’ün Nutkuna baktığımızda Atıf Hoca’yı İngiliz Muhipleri Cemiyetinde göremiyoruz.
Nutuktan aynen yazalım:
Atatürk diyor ki: Bu cemiyete intisap edenlerin başında Osmanlı padişahı ve halifei ruyi zemin unvanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahilîye Nezaretini işgal eden Ali Kemal, Adil ve Mehmet Ali Beyler ve Sait Molla bulunuyordu. Cemiyette İngiliz milletine mensup bazı sergüzeştciler da vardı. Meselâ: Rahip Frew gibi. Ve muamelât ve icraattan anlaşıldığına göre, cemiyetin reisi Rahip Frew idi.
Atatürk’ün Teali-i İslam Cemiyeti’nin başında bulunan İskilipli Atıf Hoca’nın adını unutmuş olması mümkün mü? Değil. Ama yok onun adı.
Şimdi gelelim en ağır iki suça.
B) Teali-i İslam Cemiyeti Kurtuluş Savaşı sırasında bir bildiri yayınlayıp bu bildiriyi Yunan uçaklarıyla Anadolu’nun çeşitli yerlerine attırdı mı?
Evet. Teali-i İslam Cemiyeti adına böyle bir faaliyet oldu.
C) Bu bildiri metni elimizde var mı? Yoksa bildiri metni denen şey de tamamen tevatürden mi ibaret?
Bildiri metni elimizde var. Bu metin 26 Eylül 1919 Tarihli ve zamanın Vakit Gazetesinde yayımlanmış.
D) O bildiride ne deniliyordu?
Özetle şunlar deniliyordu.
“Mustafa Kemal ve Kuvay-ı milliye maskaraları Yunan askerlerinin önünden namerdane bir surette kaçarken,… Bu yankesiciler, …
Mustafa kemal gibi beş on şâkinin vücudunu ortadan kaldırmak için,… İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Düşünmüyor musunuz ki Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olamaz.
Kuvay-ı milliye eşkıyası İstanbul’u elimizden çıkarmak için uğraşıyorlar.
Bu bağileri, bu asileri mümkün olduğu kadar az zaman zarfında tedip ve tenkil etmek (terbiye ve yok etmek) cümlemiz için bir farizadır.
Elinize aldığınız feteva-i şerife ki, halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır.
Bu katil canavarları daha fazla yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz.”
Bu bildiride Atatürk için: “Selanik dönmesi, yankesici, fitne, hain, işgalci, haydut, eşkıya, alçak, melun, cani, zalim, hırsız, canavar” gibi çok çirkin ve ağır ifadeler kullanılmıştı.
E) Bunun dışında İskilipli Atıf Hoca’nın hainliğine hükmedeceğimiz bir başka delil var mıydı? Varsa neydi?
Bunun dışında İskilipli Atıf Hoca Alemdar gazetesi denen bir gazetede yazılar yazıyordu ve o gazetenin 14 Temmuz 1919 Tarihli nüshasında ‘’ “İslâm kilidinin anahtarını, İngiltere’nin güvenilir eline teslim etmekte, İslâm âlemi için hiçbir tehlike yoktur” Şeklinde bir ifade yer almaktaydı.
F) Bir insan geriye dönük ve affedilmiş olsa bile yukarıdaki suçları işlemişse -onun idamını hukuka aykırı görsek de- böyle bir şahsa hain denmesi gerekmez mi? Bir hainin cezasının belki biraz da geciktirilerek verilmesinin nesi yanlış?
Eğer bir insan gerçekten de D ve E şıklarındaki suçları işlemişse haindir. Bunun başka hiç bir şekilde izahı yoktur. Ama gerçekten işlemişse…
Önce şu Yunan uçaklarıyla atılan yukarıdaki bildiriye bakalım.
Belirttik: Böyle bir bildiri var. Bunu bu gün artık hiç kimse inkar edemiyor. Bu bildiri var ama hikayesi biraz farklı.
İngilizler tarafından Milli Mücadeleye darbe indirmek için bir beyanname hazırlanır. Ancak bu beyannamenin sadece şeyhülislam fetvası ile yayınlanması yeterli görülmez. Halk nazarında saygın bir konumu ve temiz bir sicili bulunan Teali-i İslam Cemiyeti adına böyle bir beyannamenin Anadolu’da dolaşması İşgalciler için çok faydalı olacaktır. Bu bakımdan Teali-i İslam Cemiyetini sıkıştırmaya başlarlar.
Bunadan sonrası için sözü Teali İslam Cemiyetinin İskilipli Atıf Hocadan sonraki ikinci adamı Tahiru’l Mevlevi’ye bırakalım ve bakalım o neler demiş bu konuda:
“Hükümet namına söylüyorum ki diye başlayan ve beyannamenin mutlaka mühürlenmesi lazım geldiğini, aksi bir durumun vatana ihanet sayılacağı ikazına rağmen yapılan oylamada beş kişi reddine, beş kişi de kabulüne taraftar olmuş, fakat başkan Atıf efendinin red oyu kullanması ile beyannamenin mühürlenmesi reddedilmiştir.”
Nitekim bu beyannamenin Yunan ya da İngiliz uçaklarıyla Anadolu’ya atılması üzerine İskilipli Atıf Hoca 25 Ekim 1920 Tarihinde yine Vakit Gazetesine bir tekzib yazısı göndermiş ve aynen kelimesi kelimesine şunları söylemiştir: ( Yani o beyannamenin yayınlanmasından hemen 1 ay sonra )
YUNAN TAYYARELERİNİN ATTIKLARI BEYANNEMELER:
Teali-i İslam Cemiyetinden: Vakit Gazetesinin 1032 Numaralı Nüshasında ( Teali-i İslam Cemiyetinin Beyannameleri ) Ünvanlı bir fıkra gördük. Cemiyetimizin te’sisinden beri vuku bulan neşriyatının mühr-ü resmî ile ( resmî mühür ile ) tahtîmi, müttehaz usûl cümlesinden olmağla( Kararlaştırılmış bir usul olduğu için) mühr-i resmî ile mahtûm olmayan neşriyâtın( Resmî mühürle mühürlenmiş olmayan yayınların) Teâlî-i İslâm Cemiyeti’ne ta’alluku bulunmadığı ( Teali-i İslam Cemiyetiyle ilgisi olmadığı) ve Cemiyet’in İstanbul gazetelerinde münteşir( Yayınlanmış) beyannâmelerinden maâdâ risâle şeklinde ve suver-i sâirede( diğer şekillerde) hiçbir beyannâme neşr etmemiş olduğu beyân olunur.”
Yani?
Böyle bildiri/bildiriler var ama bunların Teali-i İslam cemiyetiyle alakası yok. Olsa bilse ( Çünkü beş üye de olsa bu bildirileri kabul edenler var) Cemiyetin başkanı İskilipli Atıf Hoca ile bir ilgisi yok.
İskilipli Atıf Hoca bu tekzip yazısını Ankara Mahkemesine sunmuş ama Mahkeme başkanı Ali Çetinkaya özetle ‘’ Tabii ki Milli Mücadelenin başarıya ulaştığını gördün, korktun, onun için böyle bir tekzip yazısı yazdın daha sonra.’’ Demiştir. Oysa Mustafa Kemal’in başlattığı Milli Mücadele hareketinde henüz I. İnönü zaferi bile kazanılmamıştır bu tekzibin yayınlandığı 25 Ekim 1920 Tarihinde.Yani İskilipli Atıf Hoca’nın Milli Mücadelenin başarısından korkarak böyle bir tekzip yazısı yazdığı iddiası tamamen geçersizdir. 26 Eylül 1920 Tarihi ile 25 Ekim 1920 Tarihi arasındaki o bir aylık zaman diliminde Milli Mücadele hangi başarıyı kazanmıştır da Atıf Hoca kellesinden korkmuştur?
G) Peki “İslâm kilidinin anahtarını, İngiltere’nin güvenilir eline teslim etmekte, İslâm âlemi için hiçbir tehlike yoktur” Sözlerine ne diyeceğiz?
Evet. Böyle bir şey var ama hiçbir kaynakta bu sözlerin İskilipli Atıf Efendiye ait olduğuna dair bir kayıt yok. İskilipli Atıf Hoca’nın da yazılar yazdığı bir gazetenin ( Alemdar Gazetesi) 14 Temmuz 1919 tarihli nüshasında böyle bir ifade olduğu söyleniyor ama hiç kimse bu ifadenin İskilipli Atıf Hoca’ya ait olduğunu söyleyemiyor.
Velev ki söylemiş olsun.
Şimdi dikkatinizi çekerim: Yazacaklarımın her ikisi de Mustafa Kemalle ilgili. Önce Erzurum’da Manda ve himaye konusunda ne diyor:
"Hayır paşalar, hayır beyefendiler, hayır hayır, hanımefendiler hayır, manda yok,.. Ya istiklâl, ya ölüm var.Amerikan mandası diye çırpınanlar, düşman işgali altında bulunan sinirleri ve zaafları ile bu millete ve bize inanmayanlardır. Bizim macera ve hayal peşinde koştuğumuzu sananlardır. Eğer, bunlar Anadolu’nun ve Türk milleti’nin hakiki hissiyatını bilseler, bizim mesaimizin hedefini kavrayabilseler, Erzurum Kongresi’nin mukarreratının nasıl bir vicdanı milli mahsulü olduğunu takdir edebilseler bu sakin fikirlerinden dolayı hicap duyarlar. Bunlar, ümitsizlik ve boz¬gunculuk içinde realitelerden uzak olarak yaşayan ve ne yapacaklarını, ne yapılmakta olduğunu bilmeyen insanlardır (Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.I,Ankara 1986, s. 192)"
Ancak Sivas’ta da şöyle bir durum var: ( Sivas Kongresinden ABD ye gönderilen ve altında Mustafa Kemal,Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay ve iki divan katibinin imzası bulunan mektup)
‘’İzlenecek politika ile ilgili olan bu karar gereğince Sivas Milli Kongresi, Birleşik Amerika Devletleri Senatosu’na şu ricada bulunmağı, bugün yine oybirliği ile kararlaştırmıştır:Üyelerinizden oluşan bir komiteyi Osmanlı İmparatorluğunun her köşesine göndermenizi diliyoruz.Bu komite özel çıkar ve ilişkisi olmayan bir millete has berrak görüşle, Osmanlı İmparatorluğu’nda fiili surette hüküm süren hal ve şartları tetkikten geçirmelidir.Böyle bir tedkik, Osmanlı İmparatorluğu’na aid nüfusun ve arazinin mukedderatı hakkında bir barış antlaşması gereğince keyfi kararlar verilmesine meydan bırakmazdan önce yapılmalıdır"
Şimdi nasıl ki zamanın politikaları icabı önce manda şiddetle reddediliyor ama daha sonra ABD Parlamentosundan mandayı çağrıştıran bir istekte bulunuyorsa İskilipli Atıf Hoca da eğer ‘’ “İslâm kilidinin anahtarını, İngiltere’nin güvenilir eline teslim etmekte, İslâm âlemi için hiçbir tehlike yoktur’’ demişse ve bunu işgal altındaki İstanbul’da söylemişse kendi zamanına göre İngiliz gavurunu oyalamak babında bir politik davranış sergilemiş diyemez miyiz buna?
Şunu demeye çalışıyorum: İnsanlar bazen istemeseler de bazı sözleri söylemek zorunda kalırlar. En başından beri manda ve himaye fikrine hep karşı olan Mustafa Kemal ve dava arkadaşlarının mandayı çağrıştıracak isteklerde bulunması mümkün müdür? Değildir elbette ama İsmet İnönü’nün bile ABD Mandasından yana olduğu bir dönemde mandacıların sesini susturmak için böyle bir mektubu yazdırmak zorunda kalmıştır. Bunlar bazen bir isteğin değil, bir zorunluluğun doğurduğu sözlerdir.
Şu söylenebilir: ‘’ Hocam ! Bir din adamı hiç bir halükarda böyle bir laf etmemeli’’ Doğrudur. Zaten ettiğini de kimse söyleyemiyor. Ama etmişse bile bu bir fikir beyanıdır ve özellikle ‘’ Fikir suçları kaldırılsın. İnsanlar düşüncelerinden dolayı cezalandırılmasın. Basına sansür konulamaz’’ Diyen insanların böyle bir fikir beyanı yüzünden İskilipli Atıf Hoca’nın asılması, hem de defalarca asılması gerektiğini söylemeleri neyle nasıl ifade edilir bilemiyorum.
Eee. O değil bu değil. O halde İskilipli Atıf Hoca niçin asıldı?
Küçük bir ip ucu vereyim: Basit bir tartışma yüzünden Türkiye’nin en kahraman askeri Deli Halit Paşa’ya kıyan ve bunun karşılığında en ufak bir ceza almadığı gibi ileride - Hiç bir hukuk eğitimi almadığı halde- Bir İstiklal mahkemesinin başına geçecek olan Ali Çetinkaya elbette ki İskilipli Atıf Hocaya da acımayacaktı.
Gerisi bir dahaki bölüme kalsın ve o bölümle noktayı koyalım.
RESİMLER
Soldaki: İskilipli Atıf Hoca tarafından Vakit Gazetesine gönderilen o gazetede yayımlanan tekzip yazısı
Sağdaki: Sivas Kongresi tarafından ABD Senatosuna gönderilen mektup.
YORUMLAR
Tebrikler Sami Hocam.Şepkeye devam dedin,demek ki?
haydi hayırlısı olsun.Artık bu Çorum İskilpliler seni fahri hemşeri
ilan etmeliler.Selamlarımla..
sami biberoğulları
Şepke olayına devam dedim. Aslında hani derler ya ölen ölür kalan sağlar bizimdir. Ölen ölmüş, olan olmuş, bu saatten sonra ne değişir ki? Elbette değişecek bir şey yok ama yine de gönül razı olmuyor ortada bir yanlışlık varsa onu görmeden geçmeye...
Selam ve sevgilerimle
Derin konular.
Derinlere inildikçe ne ilginç şeylerle karşılaşıyor insan.
Boşu boşuna ölen çok insan olmuş o devirde.
Boşuna kahraman yapılanlar da çok olmuş.
sami biberoğulları
Öyle zamanlar yaşamışız ki kahraman insanlar bir anda cellat olabilmişler.
Mesela Ali Çetinkaya kahraman bir insandır. Ayvalıkta bir cephe oluşturarak Yunanlıların canına okumuştur. Yunana ilk kurşunu atan Hasan Tahsindir ama Ali Çetinkayanın bu direnisi İlk Kurşun Savaşı olarak bilinir. Ama aynı Ali Çetinkaya istiklal mahkemelerinin en acımasız hakimi de olmuştur.
Senin de belirttiğin gibi derin konular bunlar.
Selam ve sevgilerimle.
Sami Bey..OLayın tarihi ve siyasi yönünü detaylıca aktarmışsınız..Eklenecek başka bir şey yok ancak hukuki olan "davayla" ilgili iki önemli kanun maddesini ya da hukuki dayanağına da paylaşmak isterim.Biraz da mesleğim gereği olan "iki kere ceza" veya "yeniden aynı suçtan ceza" konularımız arasında idi..
Bu ilk madde CMK 'nun 223.maddesinin yedinci paragrafıdır ve gayet de nettir.
(7) Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddine karar verilir..
Aşağıdaki 50.maddede AB Temel Haklar Bildirgesindedir.
Madde 50 :
Cezayı gerektiren aynı suçtan iki kere yargılanmama veya cezalandırılmama hakkı
Hiç kimse, daha önce yasaya göre Birlik içinde kesin olarak beraat ettiği veya mahkum olduğu bir suç nedeniyle mahkemede yeniden yargılanamaz veya cezalandırılamaz.
Bir de hukukta "makabline şamil olamaz" kuralı vardır.Yani yasalar geçmişi de kapsayacak şekilde yürürlüğe giremez...
Bu açılardan da "anlamaya" değer bir konudur kanaatımca.Selamlarımla.
sabri ayçiçek tarafından 2/11/2016 12:56:52 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Gerek CMUK Gerekse AB Temel Haklar Bildirgesi elbette 1926 yılında söz konusu değildi. 1926 yılındaki mevcut ulusal ve uluslar arası kanunlar bu durumu nasıl düzenlemişti bilmiyorum ama tahminim odur ki o dönemin kanunlarında da iki kere ceza veya yeniden aynı suça cezanın hükmü çok da farklı olmamalıydı. En ilkel hukuk anlayışında bile affedilmiş ya da tamamlanmış bir cezadan sonra kişi aynı suçtan bir daha yargılanmamalı diye düşünüyorum
Selam ve sevgilerimle.
Sami hocam; Yazınızı ilgiyle takip ediyorum. İşin sonu nereye varacak? diye merak edip, şimdiye kadar cevap yazmadım.
Şimdi; Birincisi, İskilipli Atıf Hocanın idam gerekçesinin basit bir şapka - "şepkeeee" olayı olmadığını anlamak gerekir. Ki, siz de bunu zaman zaman yazılarınızda zaten dile getirdiniz. Evveliyatı da var ancak, bahse konu olayın yaşandığı yıllar 1925-26 lı yıllardır. İki kişinin şahitliğiyle insanların idamla yargılandığı bir dönemden bahsediyoruz hocam! 2000'li yıllardan değil... O yıllar, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte iktisadi ve sosyal hayatın bir düzene konulması amacıyla ardı ardına hayata geçirilmeye çalışılan devrimler ve yasaların olduğu yıllardır. Toplum yorgundur. Bununla birlikte uygulanmak istenen yeni rejimin toplum nazarında kabul görememesi riski vardır. Cumhuriyetin başarısız olma riski vardır. Bunu görmek ve anlamak gerek. Bu nedenle o dönem kanaat önderlerinin ve özellikle de din adamlarının söylemleri ve faaliyetleri oldukça önemlidir. En önemlisi, hala günümüzde bile bir realite olan " her rejimin kendini koruma ve kollama zarureti" o dönemde daha bir anlam ve önem arz etmekteydi. Olaya bu perspektiften baktığınızda, devletin bekası için belki de bu tür faaliyetlerin sevk ve idaresinde görev almış kişilerin bir şekilde cezalandırılması da bir zaruretti. Sakın yanlış anlaşılmasın, idama karşı biri olarak gerekçesi ne olursa olsun, bu idamı da onaylamıyorum. Çünkü idam, telafisi mümkün olmayan ceza-i bir müeyyidedir. Ancak, o günün koşullarını değerlendirdiğimizde ve anlamaya çalıştığımızda "demek ki, o günün şartlarında öyle olması gerekiyormuş" şeklinde bir düşünce ortaya çıkıyor. 2016' nın bakış açısı ve gözlükleriyle 1900' lü yıllara bakarsak sağlıklı bir değerlendirme yapamayız. Her olayı kendi şartlarında değerlendirmek gerekir. Bırakın 1925-1926 yıllarını, 1970-1971 de durum farklı mıydı? Ya 1980' lerde? Kaldı ki; bahsettiğimiz bu yıllarda, mahkeme başkanları hukuk fakültesi mezunuydu. Hani, Ali Çetinkaya için "hukuk fakültesi mezunu bile değil" demişsiniz ya! ondan yazdım. Biraz daha yakın tarihimize gelelim. 141-142-163 kalkalı kaç sene oldu? Biliyorsunuzdur ama, bilmeyenler için yazayım 1991... Ne diyordu 141?
"Madde 141/1. fıkra: Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeye veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses iktisadi veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmeye matuf cemiyetleri her ne suret ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül edenler veya kuranlar veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenler veya bu hususta yol gösterenler sekiz yıldan on beş yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılırlar. Bu kabil cemiyetlerin birkaçını veya hepsini sevk ve idare edenler hakkında ölüm cezası hükmolunur."
Sami hocam; Bazı davaların siyasi tarafları vardır. Bu gün gidin totaliter rejimle yönetilen ülkelerde demokrasi, hak - hukuk ve insan haklarından bahsedin bakalım başınıza neler gelecek? Eğer fikirlerinizin toplum nazarında kabul görme riski varsa ve bu risk mevcut rejim için bir tehlike arz ediyorsa 2016 yılında dahi bu son kaçınılmazdır. Muhtemelen İskilipli Atıf Hocanın davası da böyle bir davaydı.
Sonuç olarak her ülkenin bir resmi bir de gayri resmi tarihi vardır. Artık kişi, hangi tarihe inanmak isterse!
Saygılarımla.
sami biberoğulları
Çok çok güzel noktalara temas etmişsiniz. Özellikle de 1970-1980 li yıllarda mahkemelerde hukukçular vardı ama verdikleri cezalar bu gün hâla tartışılıyor. Doğrudur. Mesela Adnan Menderes'e ''Sizi buraya tıkan irade böyle olmasını istiyor'' Diyen hakim askeri de olsa bir hukuk adamıydı neticede. Ama sarf ettiği bu sözü hiç bir hukuk anlayışıyla bağdaştırmak mümkün değil.
''Bir sağdan asıyorduk, bir soldan, dengeyi sağlıyorduk'' Bunu da hiç bir hukuk anlayışıyla bağdaştırmamız mümkün değil. Ama tüm bunlara zamanın şartları öyle gerektiriyordu diye bakarsak bu gün yaşanan hukuksuzluklar karşısında da aynı şeyleri söylemeye başlarız ki işte asıl felaket o zaman başlar.
Balyoz ve Ergenekon davaları: Zamanın şartları bir sürü subayın içeri tıkılmasını gerektiyordu.
Hepsi beraat etti seneler sonra: Zamanın şartları öyle gerektiriyordu.
Yarın bir gün hepsi tekrar içeri tıkılırsa? Zamanın şartları öyle gerektiriyorsa tıkılırlar...Böyle bir hukuk anlayışı olabilir mi?
Bu ülkede insanlar sadece düşmanı yurttan atmak için değil, aynı zamanda demokrasiye geçmek için omuz verdiler Milli Mücadeleye. Düşman yurttan atıldıktan sonra elbette bazılarına '' gel bakalım işgal sırasında yediğin haltların hesabını ver '' denilecekti.
Bu gün basettiğimiz eğer İskilipli Atıf Hoca değil de Mustafa Sabri olsaydı inanın tek kelime yazmazdım. Bin kere gebertilmeyi hakketmişti o. Ama İskilipli'nin durumu farklıydı ve inşallah bir dahaki bölümde son noktayı koyarken karşımıza çok farklı bir durum çıkacak.
Selam ve sevgilerimle.
Erdinn
Diğer konularda sizinle hemfikirim. Tabi ki hukuk evrenseldir. Zamanın şekil ve şartlarına göre kendine misyon yüklememeli. Durumdan vazife çıkarmamalı. İdeal olan bu! Ancak şu da var; Ne yazık ki, ideal olanla yaşanan hep farklı oluyor. Bu günlük hayatımızda da böyle değil mi? Sadece bu olay değil; yakın tarihimize bakın ne kadar çok yaşanmış mağduriyetler var. Toplumun her kesimi bir şekilde belli dönemlerde bir takım mağduriyetler yaşamıştır. İşin ilginç yanı, her araştırmacı, her tarihçi olayı kendi bakış açısı veya olmasını istediği şekilde yorumlamıştır. Hal böyle olunca, biz sıradan insanlar maddi gerçeğe ulaşmakta oldukça zorlanıyoruz.
Anlaştık hocam, son noktayı inanın ben de çok merak ediyorum. :)
Saygılarımla.
abi ben yalan söyleyen tarih utansın diye on ciltlik bir kitap okumuştum,şuan okullarda okutulan tarıh acaba ne kadar biizm tarıhımızı yansıtıyor geçmişte cennet mekan abdulhamıtı kızıl sultan diye bu kitaplarda bize okutulmadımı.....ben şunu biliyorum yalan söyleyen tarih utansın....
sami biberoğulları
Yalan Söyleyen tarih Utansın adlı kitapları ben de okudum. Onları ilk elime aldığımda 6 ciltlik bir seriydi. Şimdi sanırım 12 cilt filan olmuş.
Pek çok olaydan bahsediyor o kitap ancak bahsedilen olayların pek çoğunda belge yok. Yakın tarihle ilgili olan konularla ilgili olarak yazdıkları ise çok da bilinmeyen şeyler değil. Gel gör ki memlekette asıl sıkıntı ne biliyor musun?
Bak buraya yazıyorum. Pek çok insan belki de karşı çıkacaktır ama eğer şu Muhteşem Yüzyıl dizisi olmasaydı bu ülkede tarihi öğrenmeye merak bu düzeye çıkmayacaktı.
O diziyi yapanların amacı aslında tarihin içine etmekti ama bir bakıma da çok hayırlı bir şey yaptılar. İnsanlar tarihlerinin hakikatlarını öğrenmeye yöneldi.
Selam ve sevgilerimle.
Sivas Kongresinde Atatürk'ten baska "manda''ya hayir diyen galiba hiç kimse yoktu.
Refet pasa ki 3.müfettislige bagli kolorduda komutan olmustu degil mi, yani Atatürk'e bagli kolordu da manda teklif edenler arasindaydi. Kara Vasif, Halide Edip hanim, Rauf beg de vardi galiba, fakat ne ilginçtir ki, hepsinin manda teklifi de farkli farkli idi. 10 senelik geçici gözetimden tabiri caizse ilelebete varan sekilde farkli manda teklifleri.
Hani diyorum ki, manda nedir, müstemleke nedir, çesitleri nelerdir, Türk tarihinde hangi sartlarda görülmüstür, daha dogrusu örnegi var midir, bu konularla alakali bir çalisma hazirlamanizi teklif ediyorum, faydali olur diye düsünüyorum.
Saygilarimla,
sami biberoğulları
Senin de dediğin gibi her birisinin kafasında ayrı manda düşünceleri vardı ve bunların kayıtları mevcut.
Ben yazılarımı genelde güncel konularla ilişkilendirerek yazıyorum. 4 Şubat İskilipli Atıf Hoca'nın idam tarihiydi ve gerek lehinde gerek aleyhinde sosyal medyada o kadar çok şey yazıldı ki. bir de ben ele alayım dedim.
Şimdi bu manda meselesiyle ilişkili bir durum ortaya çıkarsa ( Ki aslında vardı. Mesela Gezi olayları sırasında ''Dayanın yoldaşlar. Biraz daha dayanırsak AB Müdahalesi geliyor'' Diyenler olmuştu. O zaman atlamışım maalesef) o takdirde yazarım yeni bir şeyler.
İlgine çok teşekkürlerimle selam ve sevgilerimi gönderiyorum.