- 995 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
AFACAN'A MEKTUP
“Hâlâ, sokağımda gördüğüm, her Tekir cinsi kedinin gözlerinde, senden izlere rastlıyorum ve belki, senin torunlarındır diyerek seviyorum onları.”
Bilseydim hiç salar mıydım o gün seni dışarıya. Sende, çıkmadan duramıyordun ki.” Yat işte yerinde, sıcak sobanın başında” deyip kızıp bırakmasam, koltukları tırnağınla tırmalıyor kucağıma defalarca zıplayarak beni bıktırıyordun. Hele o, arka patilerin üzerine kalkıp, ön patilerini dizlerime koyarak, yüzüme, konuşur gibi bakmaların yok muydu; işte o an, illa bırak beni dışarıya der gibiydin. Oysa sen evcildin sevgiyle büyütülüp korunmuştun kötülüklerden, yapamazdın oralarda, tanıyamazdın hayvan düşmanlarını.
Sokağa indiğinde nasıl endişelenirdim bilemezdin, sağ salim dönünce dünyalar benim olurdu. Hatırlıyorum da... Bu korkum, bir gün asfalta, evin gibi tereddütsüz uzandığın zaman oluşmuştu bende:
"Evimize geldiğin senenin, bir yaz günüydü, nasıl ağzıma getirmiştin yüreğimi o gün. Balkon da çamaşır asıyordum, evimiz dört yol ağzındaydı. Sende, tam o dört yolun ortasına sıcaktan bunalmış ulu orta yatmıştın, arabalar ezecek diye, ikinci katın merdivenlerinden, ayağıma terlik bile giymeden, nasıl indiğimi hatırlayamıyorum bile.
Diğer kedilerden çok farklıydın, sende insanın en hası olan; arif, duygusal, gururlu bir ruh vardı sanki.
Arif yönün ne idi biliyor musun?
Acıkmış olarak gelirdin mutfağa, mırr mırr diyerek dolanırdın ya ayaklarıma, bazen çok yoğun olurdum, elim ermezdi zaman ayırmaya ve sana izah ederdim durumu:
"Şimdi işim var Afacan, sonra yemek vereceğim sana, az bekle"diyerek balkona gidip beklemeni söylerdim. Sen de gider, tam eşiğin dibine yatı, başını karnına çekip kıvrılarak beklerdin, ta ki ben yemeğini getirene kadar. Ha, bir de misafirlerim olduğunda ayağımın altında dolanma Afacan derdim ve sen hemen çekilirdin bir kenara. Çok insandan daha ariftin işte.
Ya duygusal yönün:
Üzülüp ağladığımda, sen yüzüme bakıp anlardın sanki, gözlerini iri iri açıp gözlerimin ta içine bakardın. Çok kez, şahit olmuş ve yaşamıştım bunları. Hatta üzgün olduğum bir gün, balkonda dalgın dalgın otururken, yine ön patilerini dizlerime atıp, arka patilerin üzerine kalkarak, derin derin yüzüme bakmıştın; ’neler oldu? Anlat bana’ der gibiydin sanki. Sevgi doluydu bakışların hep, gülümsüyordun, bunu sadece ben ve seni, bulup, bana getiren oğlum, görüyor, biliyorduk.
Çok gururluydun;
Yine bir keresinde, sobanın yanında, kayın validemin koltuğunun hemen dibindeki sepetine minder dikip, seni yatırmıştım da, kayın validem sana söylenmiş ve ayağının ucuyla itekleyerek:
"Şuna bak, keyfi bey de bile yok" demişti de, sen bir daha o, oradayken, sepetine gidip yatmıyor yanıma gelip uyuyordun.
Hatta bir keresinde ben, bir kaç günlüğüne, bir başka şehre gitmiştim, kayın validemin, ne verdiği yemeği yemiş, ne de sütü içmişsin. İki gün boyunca bir gıdım bir şey yememişsin elinden. Geldiğimde senin hiç bir şey yemediğini duyunca, çok üzülmüştüm.Daha kıyafetlerimi çıkartmadan, yemek vermiştim de sana, nasıl saldırmıştın hiç unutmam. işte sen o kadar guruluydun. (Hem de sizin gibilere hayvan diyenlerden daha çok:)
("İnanın ki abartmıyorum, bunları ben kendi evimde, hayvan dediğimiz, asil bir kediyle yaşayarak gördüm. Hissettim, konuştum, dertleştim o bir hayvan değildi, evimin nufüsuydu, çocuklarımdan biriydi.")
Üç yıl önce el kadar bile yoktun, Kayseri de, üniversite ye giderken oğlumun, yolda bulup bana getirdiğinde, ev de bir kedi ye bakıp büyüteceği mi duyunca hiç sevinmemiştim hatta oğluma da:
" Olmaz, apatman katında bir kediye nasıl bakarız, ev ocak kıl, tüyden geçilmez" diye kızmıştım doğrusu. (Sonra nasıl utanmıştım bu sözümden ahh!)
Oğlum da:
" El kadar bir şey anne, ne olacak bakımından, benim evim öğrenci evi ders çalışıyorum ilgilenmiyorum" demişti. Kendisinin okulda olduğu zamanlarda, ev arkadaşlarının sana eziyet ettiklerini söylemişti. Soğuk ve karlı bir kış gününde, anneni araba çiğnemiş ve seni otobüs beklerken görüp, donmak üzereyken alıp eve getirdiklerini anlatınca merhametim tavan yapmış, vicdanımsa tüm annelik duygularıma rehber olmuştu.
O andan itibaren seninde annen olmuştum. Hemen seni alıp şampuanla bir güzel yıkamış, kurulamak için, sana özel, havluya sarmış, saç kurutma makinesiyle kurutmuştum. O günden sonra sevgiyle bağrıma basmıştım, sanki yeni doğmuş bebeğim din. Adını da, AFACAN olsun diyerek kızım takmıştı.
Üç yılı birlikte geçirmiştik, pikniğe bile beraber gidiyorduk. Zaten sen, arabayı çalıştırır, çalıştırmaz atlıyordun koltuğa.
Nasıl alıyordun kokumuzu bilmiyorum, dört beş ev öteden koşuyor bacaklarımıza dolanıyor dun, Keşke büyümeyip hep geldiğin gün gibi kalsaydın. O dişi kediciklerin miyavlamaları çekti seni dışarıya biliyorum. Sen de büyümüş, delikanlı olmuştun, hakkım da yoktu senin özgürlüğünü elinden almaya.
Artık her sabah dışarı çıkıyor, akşam ta! karanlıkta eve dönüyordun, tabi ben patilerini silmeden eve almıyordum. Sen de artık alışmıştın buna, kapının önüne gelip mırıldayarak beni bekliyordun. Tabi ki, ben senin mırıltından anlıyordum geldiğini ve ıslak bez elimde açıyordum kapını. Öyle ki kurulmuş saat gibiydin sanki. Biraz geç kalsan balkondan, Afacan! gel, pisi pisi demem yetiyordu, hemen bitiyordun kapının dibinde.
Uzaklara gitmiyodun ki sen hiç. Ya o gün nereye gittin? Nerede dokundun zehir yemiş o, ölü fareye. Sen, fareleri dişlemiyordun ki hiç, yakalayıp onlarla oynuyordun ve bırakıyordun,onlarda hoplaya zıplaya kaçıyorlardı. Sen sevgiyle büyümüştün ev de, sokak kedisi değildin, öldürmeyi bilmiyodun.
Ya da ben, senin zehirli fareyle oynadığını sanıyorum hâlâ, belki de, sana zehirli yiyeceği bilerek verdiler hayvan düşmanları. Buna tam da emin değilim, ama bu ölüm şekli, başka türlüsünü aklıma getirmiyor.
Ölümün, ve o beni kurtarın dercesine, evin kapısına gelip, can havliyle pat pat patilerin le bir insan gibi vurup, kapı da beni görür görmez, merdivenlere kirletmemek için, nasıl da gerisin geri hızla inip istifra ederek düştün apartmanın giriş kapısına. Ah! O gün, o akşamı zihnimden hâlâ silemiyorum.Elim ayağıma dolaşmıştı.
Sağa sola ve evdekilere:
" Yetişin kedim ölüyor " diyerek bağırarak yardım istiyordum. Ayranı, yoğurdu ağzına zorla akıtıyor seni kurtarmaya çalışırken, bir yandan da avazım la ağlıyordum. Komşular sesimi duyup koşmuşlar evdekilere bir şey oldu sanarak yanıma inmişlerdi ve gördükleri manzara karşısında, bana dönerek:
"Aliye hanım, bir kediye bu kadar gözyaşı dökülür mü hiç, yazık gözlerine" derlerken, seni bir çöp gibi, kürekle çöpe atmaya kalkışmışlardı da, nasıl kızmıştım onlara:
Onun çöp arabalarında eziyet çekmesine gönlüm razı gelmez diyerek başımdan gitmelerini söylemiştim. Tam iki saat orada ağlamış, o çöp değil, o bir canlı diyerek toprağa defnetmiştik eşimle.
Seni belki de komşularımdan biri zehirlemişti, ya da sebep olmuştu ölümüne, fakat ben gözümle göremediğim için, hiç birini sorumlu tutamamıştım ölümünden.
Belki seni tanısalar onlarda severdi kim bilir, nereden bilirlerdi ki, on yıl önce öldüğün gün değil; bugün, bunları yazarken ve her aklıma geldiğinde göz yaşlarına boğulacağımı.
ALİYE UYANIK/ BOZOK KIZI
06.02.2016/GEBZE
YORUMLAR
Hem guldum hem üzüldüm hikayenizde.kedi tekir cinsiyse evde tutmak mümkün değil, malum mart, dogasi gereği, avlanmak savaşmak istiyor, özgürce.ama ne güzel anılar birakiyorlar ardında, kotu sonla bitsede, birçok şey öğreniyorlar bize. Sevgilerimle
bozok kızının yüreğinin sesiydi...usta kalemden ustaca....saygılarımla