- 1286 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
KAPANMAYAN YARALAR
Dertsiz bir baş yarasız bir yürek varmıdır insanoğlu denen bu garip varlığın içinde dersiniz.
Yaşama doğarken ağlayarak doğmak olası acılara güdüsel bir isyanmıdır. Bilinmez.
Bazı yaralar vardır ki korları küllerin altına gömülse de için için yanmaya devam eder yine de.
Nice yaralar vardır ki üstü kabuk bağlamaz. Kanar durur göz önünde. Neşter vurmaya gelmez.
Geçen gün oğlu intihar etmiş acılı bir annenin yürek sesini dinledim.
Sanırım bir insanı intihara sürükleyecek pek çok nedenler arasında en yaralayıcı olanı topluma olan yabancılaşmasıdır. İnsan toplumsal bir varlık olduğuna göre tek başına yaşaması kadar mümkün ve sağlıklı olabilir. Ancak ne var ki bunca mezbelelik içinde nefes almayı becerebilmek. Acımasızca dönen çıkar çarkında yitip giden insanlığın yasını tutabilmek. Ve onca adaletsizlik kötülük ve çılgın bir dünya düzeninde çaresizliğin yükünü daha ne kadar taşıyabilir o incecik duyarlı insan yürekler.
Sen ki çözülmesi olanaksız insan denen makine. El atmadığın konu başaramadığın mucizevi buluş icat ve yaratıcılık kalmadı. Ancak neslinin akıl ve ruh sağlığına dair bir çözüm bir çare bulamadın maalesef.
Öncelikle kendine karşı dürüst olmadın çünkü. Oysa neysen osun. Farklı görünmeye bunca heves nedendir. Dilin sözün eylemin kalemin yaşantın neden birbirini tutmaz.
İşine geldi kader yazı dedin boyun eğdin yazgına. İşine geldi akıl dedin. İnsan kendi kaderini aklıyla belirler dedin kafa tuttun kadere.
İki yüzlülüğün ilk adımlarını attın böylece. Sonraları kaç yüzün olduğunu kendin bile unuttun.
Oysa günümüzde herkes her şeyin farkında. Okul öncesi çocuklar birer alemle-i cihan adeta. Herkes yazar herkes okur. Gençlerin çoğu üniversite mezunu. Amerika Avrupa ve bir çok ülke komşu kapısı bir çokları için.
Buna karşın: Bazen öyle diplomalı insanlar görüyorum ki, içimden "bu kadar cehalet ancak eğitimle mümkündür." diyesim geliyor diyor Vedat Türkali.
Peki bu kapanmayan derin yaraların sebebi nedir. İnsanlığın avuçlarımızdan kayıp gitmesinin sorumlusu kimlerdir.
Oysa insanlar her yerde her fırsatta yaşanan bu tükenmez acılara kapanmayan yaralara ağıt yakıyor lanetliyor isyan ediyor! Ama nafile! Çare bulamıyor!
İlk başta o insanlar ki küçücük bir taşın altına dahi ellerini sokmuyor. Gece gündüz oturdukları yerde nöbet tutan bir insanın bu dertlere ne gibi bir dermanı olabilir. Önemli olan bir şiir ya da yazının göreceli de olsa kaliteli bir çalışma olması değil. Asıl önemli ve gerekli olanı kaliteli insanların varlığıdır. Eskinin edebiyatçılarını düşündükçe insanın içine yaralar açılıyor.
Topraklar elden gitti. Bayrak ayaklar altında çiğnendi. Devletin itibarı yerle bir oldu. Ülke birbirine girdi. Ayrıştırmalar bölgelere şehirlere sokaklara kadar indi. Dini inançlar Yaradan ve kul arasında sessizce yaşanması gerekirken mezhep kavgaları kan davasına döndü. Her gün yeni bir yara daha eklendi kapanmayan yaraların üstüne. Kağıdı kalemi oturduğunuz yerden sızlanmayı bir kenara bırakıp kendinizi neden atmıyorsunuz yaşanan bunca acıların ortasına.
İkamet ettiğiniz yerlerde taş taş üstünde kalmazken. Sokağa çıkma özgürlüğünüz bile elinizden alınmışken neden timsah gözyaşınızla avunuyorsunuz yalnızca.
sen yanmazsan ben yanmazsam biz yanmazsak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa demiyormu Koca Nazım Hikmet RAN yıllar öncesinden.
70 bin Halepli Türkiye ‘ye gelecek diyor günün başbakanı da.
Bir ilahiyat profesörü cennete yalnızca Müslüman olanlar girecek sözleriyle yüreklere su serpiyor ürkütücü bakışlarla.
Defterde rastladığım bazı üyeler de dahil olmak üzere ateistlere karşı müthiş saldırılar başladı. Hani senin inancın sana onun inancı ona aitti. " Ateizm sanıldığı gibi bir inanç değildir. Çoğu zaman yanlış ifade edildiği şekli ile (tanrıtanımaz kelimesinde olduğu gibi) tanrıyı inkar eden kişi değildir. Çünkü "inkar" varolan bir şeyin reddedilmesi anlamı taşır, oysa ki ateistlere göre tanrı varolmadığı için onun "inkar edilmesi" de yanlış bir terminolojik kullanım olacaktır." diyor bilimciler.
Her ne ise.Herkes dilediği gibi yorumlama hakkına sahiptir. Ama bir de göz önünde olanlar var ki inkar kabul etmez.
Yaptıkları bağışlarla Afrika’daki çocuk ölümlerini yarıya indiren Gates çifti ateist oldukları için cehenneme gidecekler besbelli..
Ya toplumun korkulu rüyası komünistlere ne demeli..
“Kurtuluş Savaşını Sovyetler sayesinde kazandık. Sovyetlerin yardımları olmasaydı savaşı kaybeder ve mahvolurduk. Bugün memleketimizdeki komünist düşmanlarının unuttuğu yardımı hatırlatma vakti gelmiştir. Türkiye’nin kurtuluşunda ve emperyalizmin mağlubiyetinde büyük bir Sovyet payı vardır.”
1922 senesinde, Haziranda Hakimiyet-i milliye’de Mustafa Kemal Sovyet dostlarına müteşekkir olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyordu;
’Komünist yoldaşlar! Müslüman kardeşler! bugün istilacı düşmana karşı son kanlarına dek savaşan köylülerimiz emin olsunlar ki yakın bir gelecekte İslâmiyet ve komünizm birleşerek emperyalizmden öcünü alacaktır!’
Sovyet Rusya ilk yardımını 1919 senesinde yaptı. Yusuf ziya ve sabit bey isimli iki zat tarafından 120.000 liralık bir para Moskova’dan Tiflis’e getirilmiş. oradan Kars’a getirilmiştir.
1919 senesinin sonlarına doğru ünlü Enver paşa’nın amcası olan Halil paşa ve sabit bey Moskova’ya gitmiş ve Sovyetler birliği hariciye nâzırı yani dışişleri bakanı olan Çiçerin ile görüşmüş ve büyük bir yardım almışlardır. işte o yardım;
1 milyon lira
60.000 tüfek
180.000.000 fişek
120 top
Halil paşa başkanlığındaki bir heyet bu yardımı Bakü üzerinden Anadoluya ulaştırmıştır.1920 senesinde ise Sovyetlerden Anadoluya 3200 sandık tüfek gönderilmiştir.
Moskova Antlaşması’nın şartlarından biride Türkiyeye her sene 10 milyon ruble verilmesidir. Çiçerin bizzat ilk taksit olan 4 milyon rubleyi nisanda Ankaraya yolladı. mayısta 1 milyon 400 bin ruble, kasımda ise 1 milyon 100 bin ruble daha gönderildi.
En büyük yardımlardan biride mayıs 1922’de yapılmış ve Sovyetlerden Ankaraya tam tamına 13 milyon 500 bin ruble gönderilmiştir.
toplamda Sovyet sosyalist cumhuriyetler birliği 1919-1922 arasında Türkiyeye 85 milyon lira yardım yapmıştır.
Sadece 1921 senesinde yapılan askeri yardımlar ise şunlardır
45.000 tüfek (1921 başında TBMM ordusunun sadece 80.000 tüfeği vardır)
350 milyon mermi
10.000 süngü
410 makineli tüfek
100 top
170.000 top mermisi
330 sandık bomba
120 kılıç
20.000 gaz maskesi
Yüzde dosan dokuzu Müslüman olan toplum! Ne mutlu sana! Ne mutlu yarasız dertsiz saygın bağımsız ve musmutlu günler yaşayan ahlaklı samimi cesur insanlarına.
YORUMLAR
Sevgili Fikret TÜRKER
En acı gerçeği en muhteşem yalana tercih edenlerdenim tabi hala böyle düşünenler kaldıysa. Defter dostlarına gelince..görünürde herkes birbirine dost..Bu nedenlemi çok değerli vakur kalemler izlerini kaybedip gittiler. Zamanınız olursa 2 bölümlük İZ BIRAKANLAR yazımı okursanız beni ve defter dostlarını daha iyi anlayacağınızdan eminim. Bildiğiniz gibi veli olmadan deli olunmuyor. İsterse koca bir toplum karşımda dursa bile ben sağlam karakterim güvenilir kişiliğim cesur dürüst ahlaklı duruşumla içimden ve düşüncelerimden geçenleri haykırmaya devam edeceğim. Göz önünde yaşananları yok saymak görmezden gelmek aciz korkak ve kötülerin işidir.
Beni anladığınız ve yorum yazma cesaretini gösterdiğiniz için sizi içtenlikle kutluyorum.
Sevgilerimle
Fikret TEZEL
Duygu yüklü denemeniz şahane.
Beğendim.
Kutlarım.
..................................... Saygı ve Selamlar...
DEVRİM DENİZERİ
Selamlarımla birlikte gönderiyorum esenlik dileklerimi.
Gerçekler acı..Yazmak derseniz ; galiba '' deli '' cesareti gerektiriyor. Hemen de kara listeye alıveriyor, defterdeki '' can dostlarımız '' bile..
Sanırım sizi tebrik, takdir etmek bile deli cesareti gerektiriyor. Ben de o delilerden biri olarak sizi tebrik ve takdir etmek istiyorum..
Kimden utanmalıyız ? Kimler utanmalı ? Utanmanın ardını neyle doldurmalıyız ?
Dünya kendi halinde dünyasını yaşıyor, lakin dünyada var olan dünyayı karartıyor. Beyaz bir kefene sarılı bedenin , toprak altına girmeden o beyaz çarşafı öyle bir kirletiyor ki, ne söylesek boş ne yazsak boşa gidiyor.
Kendimden bir alıntı yapacağım …
Ölmek için en güzel neden yaşamak değil mi? Hicran bir gidiş, himaye ise bir yara hala içimizde … Ruhumuz ile yaşamak, bedenimiz ile ölmek tek derdimiz değil mi?
İhtimam, bütün sebepleri kendi içinde ayakta tutmaya çalışırken ,ardı sıra ayakta duran bütün hazır düşünceleri bile yerle bir ettik. Üşenmedik bozucu ne varsa hepsine göz kırparak düşünce diye yanımıza alıp yola devam ettik. Ne gelenlere bir bardak su verdik ,ne gidenleri uğurladık. Avucumuzda biriktirilen rahneleri birer birer yakıp kül ettik, yine durmadık .Geçmişi ,darboğazlarda kalınca bi’çare diye hatırlayıp üzerimize giymeye kalktığımızda ,bunu da beceremedik..
Düşünemedik ,günler kısalır zaman an’ olunca ,yavaş yavaş onarılamayan koca şehirler yarattık, içini bilinmeyenlerle doldurup azap çeken insanlarla doldurduk. Oysa kolaycılık ,koca bir anlam yüklü insanı basitleştirerek onu kurturmayı düşündük.
Günbegün gittikçe tükenmenin aslına varamadan, tükenmenin sadece yaşlanmakla eş değer olduğunu ,senelerin bize bir hak, yaşın ise bir akıl büyümesi olduğu büyüsüne sımsıkı sarıldık.
Önce insan oluruz. Dünya insanla doluyken, sonra insan ararız var oldukça. Kahır mektupları aldıkça azap çekeriz yaşadıkça. Çekilen bütün acılar, ruhumuzun ömrünü uzatırken, bedenimizde hapsolan ruhumuz yavaş yavaş ona kavuşur oldu.
(...) En büyük korkularımız kendimizi sorgulamaya başlayınca mı ortaya çıkar ? Aslında bizim olmayan lakin bir emanet gibi bizde hep var olan akıl, bütün bu yaşadıklarımızı bir görüntüden ibaret kılsa, insanoğlu yine böyle amansızca dünya için kendini ne kadar parçalar ? (...)
En büyük sorgu, en küçük bizden başlasa , dünya yine böyle zalim kalır mı ?
İnsanoğlu silahların gölgesinde ömrünü tüketmekte...Tükene tükene insanı da dünyayı da tüketiyoruz. Utanmak ! o da ne bilmiyoruz...
sevgiler
DEVRİM DENİZERİ
sevgiler..