kųş.ątmą
merhaba...ben yerli escort hüzün...~a~ đört kağıđınđa ancak mikroskop altınđa zor bela görülebilen, haritanın karlı đoğusunđa boylu boyunca yere uzanmış vaziyette, ayrıca avrupa stanđartlarınđan ve sizđen çok çook uzakta sırađan elit bir hayatım var...hafif balıketliyim ve genelđe saat başı bir el đaha çeviriyorum hüznümü...yaşamımın kısıtlanışınđan ve gülme hakkımın elimđen alınışınđan bu yana asık suratlıyım ve bu yüzđen đe unutuyorum tebessüm etmeyi zaman zaman....đünyanın đerđinđen-tasasınđan fırsat bulabilirsem eğer; ~ki mümkünatı yok~ kısa süreliğine đe olsa yüzümün kaslarını gevşetebiliyorum ara sıra...size çekici gelmeyebilir ama hiç yoktan iyidir!..en çok đa çocuklara bakarken gerçekleşiyor bu đeđiğim...buna rağmen; yerleşik, köklü acılarıma zamanın bölünemeyecek kadar kısa sayılan bir diliminde hemen çabucak geri đönüyorum...bir milyon manik đepresif kaygı ve enđişeyi her gün yüzümđe taşıyorum...sonra đa herhangi bi statü ve sınıf ayrımı yapmađan, sokakta gördüğüm herkesle, karşılık beklemeđen eşit paylaşıyorum...anam öđe öđe bitmiyor ki taksidi acıların!..azalmasının gerekeceği yerđe nasıl oluyorsa ikiye katlanıyor kederim..."astığım astık-kestiğim kestik" bir đüzenđe, balta girmemiş ormanların varlığı söylentisi kulağıma çalınırsa hemen oraya đa đamlıyorum...ama en çok adı đaha önce hiçbir yerđe geçmemiş, güziđe bölgeleri tercih eđiyorum...
merhaba...benim ađım sessizlik...vakur zarafetimi göğsümü gere gere herkese göstermekten hoşlanıyorum...zaten insanlar içinde barındırıp, besledikleri bütün mikroplarını-parazitlerini gittikleri her yere bulaştırırlar...öyle yaparak bi nebze de olsa rahatlayacağını düşünürler ama ters teper bu kazık oyun...lâkin ben sadece biriyle tokalaşırken yapıyorum bunu...öfkemi ve nefretimi beslemek için ihtiyacım var onlara...ruhumun sadık köpekleri canımsınız!..iyi ki havlıyorsunuz yirmi dört saat!..uygunsuz kaçabilir belki ama kadıköy’deki kanalizasyonla ilgili adamın biri bi laf etmişti bi zamanlar: "şimdi bu insanlar nereye sıçacak?" diye bas bas bağırıyordu herif...haklıydı bence...klozetlere sığamayan dötünüz kabızlık çekmeden, aşağı çekebilmeliydi kolayca pantolonunuzu...t.c.avüz elini kolunu sallaya sallaya her delikten girip çıkmalıydı rahatça...siz şimdi bu cümleyi okudunuz...ve sanki üstünüzden ağır yük taşıyan bi tır geçti değil mi¿..ha işte onu diyorum ben de...her gün gıcır gıcır parlayan o jantlı lastiklerin, ondüleli bi izi kalmalıydı kadınların üstünde...bi damla gözyaşıyla her seferinde tazelemeliydi rengi kaçan makyajını...
merhaba...ben guguk kuşu...bazen uzun uzun ötüp duruyorum oturduğum yerden...gövdemi taşıyabilecek bi dala henüz rastlayamadım...dünya kendi ekseni etrafındaki turunu daha bitirmeden, ben dönmüş oluyorum yeryüzüne...kapılarınızı, pencerelerinizi bu yüzden açık tutun...tıpkı valéry"nin yaptığı gibi kanatlarımı dostça çırparım belki omzunuza..."meğer yaranız da tam oradaymış" derim sonra...korkarım ki bu söylediklerimi hiç yaşayamayacağız sizinle...kalbimle bağlantımı kaybettiğimden beri susuyorum çünkü...mutlulukla yasak ilişkisini kesmiş kadına ne derler örneğin¿ bilmiyorum...hüznümün metresi miyim¿ yoksa gündelik üç kuruşa tutulan, kiralık ruhumun kapatması mı¿ sahi neyiz ki biz¿ üçümüz bir arada nikâhsız yaşayıp gidiyoruz işte...siz yaşamak için çırpınırsınız, ben de kanatlarımı yolmak için...yastık altı düşlerinizde beni öldürmeyi unutmayın emi!..bazen yolsuz bir iki fırt offf çekiyorum derinden...ciğerlerimin yerinden havaya kalkışı boşuna değil!..tabutların gitgide küçülmesi...marangozların yevmiyelerini artırıp, boyumuzun kısaltılarak iki büklüm oluşu hak değil...değil dostlar!..bu cehennemde nefes almak hiç de kolay değil...düşünsenize!..yanı başınızda beyaz bayrakla ekmek almaya gidiyor insanlar...hemen yanı başınızda bir mazlumun evini tarıyorlar ulu orta...sofra başında, yani nimetin üstünde bir ananın parçalanışını ve üstüne sıçrayan kanları korkuyla seyrediyor çocuklar...hani az önce pencerelerinizi açın dedim ya, yok canım zahmet olacak şimdi boşuna açıp keyfinizi kaçırmayalım sizin!..zaten kuma gömülü başınızı da uzatamazsınız ki sokağa...o da yasak!...o namussuz nizamettin yok mu¿ her şeyi yasakladı şerefsiz!..anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirdi mendebur!..çocuklar ölüyor diyorum çocuklar!..ve ne yazık ki burda kuşlar kanat da çırpmıyor artık!..top-tüfeklerle geldiniz...yakıp yıktınız ocağımızı!..cahit abi beni bağışla...her kurşun sesinde senin "bu şehrin çocuklarına ithaf" şiirini hatırlamak zorunđa mıyım¿
"bu şehrin mahzenleri
irin kokar, kan kokar
şehrin mahzenlerinde
cinayet var, ölüm var
anne girmem bu oyuncak dükkanına
orda toplar, tayyareler, tanklar var
seviyorum söğüt dalı atımı
tekme atmaz, ısırmaz
ben yaşamak istiyorum
ağaç gibi sessiz sessiz ve rahat
karınca kararınca değil,
serile serpile boylu boyumca
anne girmem bu oyuncak dükkanına
orda toplar, tayyareler, tanklar var."
...
...
Bazen bu yan yana üç noktanın ağırlığı çöküyor üstüme...ne kadar silkelensem de kalkmıyor külfeti...hani eskiden harp zamanlarında kağnı arabaları iki öküzle çekerdi arkasından, ağır adımlarla topları...tüfekleri...yorgun insanları...öyle bitkin ve de yorgunum işte...arkamdan sürükleyip getirdiğim milyonlarca şey var...onların arasında nokta gibi küçük bi yer kaplayınca ezilip büzülüyor büsbütün kalbim...üstüne yumoş’u döksem kalbim azıcık yumuşar mı anne¿..keşke yaralarınızı saracak gücüm olsaydı...keşke size yağan o kurşunlar, benim üstüme boşalsaydı...şu dünyada kibrit çöpü kadar yer kapladıktan sonra; dünyanın yuvarlak oluşunu savunanlara seslenmek istiyorum burdan...attığınız her karış adımın hesabı sorulup, günbegün mezar çukurlarıyla dolup taşacak oluşunun, üzüntüden başka kimseye bi faydası dokunmayacağını nasıl anlatabilirim size¿..ere gula min!..varsaydı dünya tepsi gibi dümdüz olsaydı...ondan sonra yüreğimizin çorak yerlerini tırpanla dövüp biçseler de kabulümüzdü...ama böyle değil!..böyle değil!..bu şekilde hiç değil!..
merhaba...benim adım kuduran öfke...dünyadan daha yeni döndüm...hâlâ bir yüzü karanlıktaydı mösyö...siz uyuyordunuz ve cilveli bayanlarla yatağınızı bölüşüyordunuz şaibeli saatlerde...aynasızın teki sizi o tekinsiz halde görseydi; sıkıntıdan yalnız se(k)sinizi kayıtlara geçirirdi hiç vakit kaybetmeden...sokakta inim inim anası ağlarken milletin, sizin gündüz vakti düzgün bir bacak, dolgun bi göğüs karşısında salya-sümük oto.stop çekmeniz de bi şey mi¿..size söylüyorum bayım! siz de bakmayın benim böyle bozuk şiveyle konuştuğuma...gırtlağıma kadar borca-harca dayatınca sözcükler ~ki öyle biraz~, arada bir açıyorum fermuarlı ağzımı...fırlatıyorum yüzünüze namlunun ucundan sarkan cesetlerimi...dokunsanız yok yere bin ah işitecek küflü kulaklarınız...baksanıza morgların bile eli-kolu bağlanmış...nereye yetişeceğini bilmiyorlar...cemile’yi annesi kaç gün derin dondurucuda saklamıştı mösyö?¿..çaresiz bir annenin...acılı bir annenin çocuğunu kucaklayıp, cansız ama daha sıcak bedenini eve getirişini ve yerde buz parçalarıyla soğutmaya çalışmasını, yorgana sarılı çocuğuna kendi imkanlarıyla evini morga çevirme gayretini bi anlayın...anlayın artık çocuğunu koynunda yatırıp, yüreğinin lime lime edilişini!..hani biri söylemişti ya: "artık size çocuklara güzel bir dünya bırakın demiyorum, dünyada çocuk bırakın yeter!"..yani siz şimdi diyosunuz ki artık eve buzdolabı alırken, derin donduruculara sığıp sığmayacağımızı önceden içine girip saçma sapan bi teste tabi tutularak alalım öyle mi?¿..yani siz şimdi beyaz bayraklarla sokakta cenazesini sırtında taşımak zorunda kalan insanların ``acısını görmez, lafını etmezsen bunların hiçbirine gerek kalmazdı`` diyorsunuz öyle mi?..haklısınız mösyö!..size hiçbiri diye hitap edemeyeceğim kadar bu dünyada sürgünsünüz!..öyle eliniz-kolunuz bağlı...o derecede zincirlere vurulmuş yüreğiniz...sağa-sola kıpırdama özgürlüğünden dahi yoksunsunuz...
merhaba...be hey insanlık!...eğer tabi bir yerlerde hâlâ nesliniz tükenmediyse ve her nerde yaşıyorsanız...korkmayın canım! sadece konuşacağız...etten ve kemikten yaratılmışız sonuçta...şu yitirilen vicdanların kan kaybını da saymazsak, arkasında durduğumuz fikirlerimiz dimdik ayakta çok şükür!..bana kalırsa tanrı kıyametini boşuna uzatıyor, boşuna dar ediyor dünyayı bize...bence hemen şimdi kopmalı kopacaksa...insanlara bu kadar toleranz tanıdıktan sonra, hâlâ günahların birgün sevaplarla takas edilip; gün geçtikçe iyiliklerle arayı açan kötülüğün zirveye ulaştıktan sonra belki yine birgün bir iyilikle mertebe atlayacağı fikrini düşünmekten artık vazgeçmeli...bu umudunu içinde boşuna sulayıp durmasın...odunu ne kadar ıslatırsan ıslat yeşermez odun kalır...odunsunuz abi odun!..bu dünyaya odun olarak geldiniz...diğer tarafta da yakılıp gideceksiniz...bana kalırsa oranın nizamı da buranın adaletinden farksız işlemiyor...avutulmuş sözcüklerle uyumayın artık... aksini düşünerek daha çok günaha giriyorsunuz...yapmayın lütfen!..tesettürlü escort elif bile hepinizden daha dürüst değil mi¿..
bazen uzun uzun susuyorum...dünyayı kaç kez dolaşıyorum hergün bilmiyorum...nordpol ve südpol’da buzların yavaş yavaş erimisinin yanında, insanlarla aralarındaki buzların bi santim bile çözülmeden aynı hizada sapasağlam karşılıklı duruşlarına şaşırıp kalıyorum...eksi kaç derecede yaşıyor bu insanlar, ne diye derin dondurucudan yeni çıkmış mamüller gibi buharını üflüyorlar birbirinin suratlarına ve ne diye yanlarında taşıyorlar bu kar taneciklerini¿..inanın bilmiyorum...belki bunun için de her adım başı bi klozet takmamız gerekiyor yere...sıraya girmesinler...rahat da sıçabilsinler!..kıçını çevirip durma mösyö haksız mıyım¿...bu geçici yeryüzünde hâlâ yabancılık çekip, yerini yadırgayanlar var neden anlamıyor sunuz¿..acaba diyorum dünya yerinde dursaydı, bu kadar çalkalanmasaydı her şey düzelir miydi¿..bu düşmanlık biter miydi¿..bilmiyorum belki şimdi başınızı her iki yana ya da tulumba gibi aşağı yukarı sallayarak, şu ünlü hemşirenin hastane koridorlarındaki asılı resmine çok aşina olduğumuz pozundaki gibi; işaret parmağınızı dudağınızın ortasına yerleştirip, "beynimizi kemirdin be kadın sus artık sus¡¡¡" diyorsunuzdur içinizden...ben de öyle düşünüyorum...çok uzak ihtimal bu...düşüncesi bile korkunç!..hani şurđan bakınca bile bi umut ışığı okunmuyor gözünüzden...öyle çok buhar üflediniz ki havaya göz gözü görmüyor bayım!..
vişne çürüğüydü zaman
beyaz bayrakla ekmek almaya giden kızın
o mahmur resmini çizdiğinde beritan
tek tek düşlerim döküldü ağzımdan
topların ucunda çiçek de açar mı bi gün anne¿
...
yüreğini ortadan ikiye katladı gül’ce
kapısı hiç açılmayan dolabın bi gözüne
düşlerini
bi gözüne de
ölülerini koydu
sonra da gözlerini süngülü yumdu
rüyasında görünce hemen sordu
daha ölmedik değil mi anne¿
...
sıfırın altında sıfır iki... iki bin on altının buz çağı devri
meral gül’mez ki durduk yere mösyö...
YORUMLAR
Meral Gül'mez durduk yere ve böylesine güzel öfkelenmez. Bir dönemim gerçekleridir anlattıkların. Artık kara mizaha bile gerek yok. Dibine kadar gerçek ve trajik. Bu travmalar atlatılacak ama bu körler ve sağırlar ve zulm edenler hiç mi düşünmez; her şeyin hesabının mutlaka sorulacağını ve zulm edenlerin yaptıkları her işkence, işledikleri her cinayetin çocuklarına bile sirayet edip, onları da zor durumda bırakacağını. Sanırım düşünemiyorlar. Çünkü katliamcıların, katillerin ve faşistlerin, kısaca insanlık düşmanlarının vicdanları olmadığı için, kendilerini tanrının ve kutsal vatanlarının küçük peygamberleri gördükleri için, bunu düşünemiyorlar. Ama yenilecekler. Tarih onların berbat yenilgileriyle dolu.
Yüreğine selam Yaralım
Sevgili yoldaşım
Gule
her đaim yürektesin can...
sevgi ve selamlar...
Onu gördüm; yere düşerken gördüm onu… Yere düştü ve bir anda heryer kırmızı akmaya başladı. Kan fışkırdı kesilen damarlarından, sanki hortumdan akar gibi… çok ağır bir görüntüydü bu, ömrümce unutamayacağım bir dehşet!...
Beyaz; tüm renkleri içinde barındıran pozitif renk, barışın rengi, yansızlığın, ateşkesin;
İnsan olmanın en kritik an/ının rengi …
Ellerinde beyaz bezden bayrakları sallarken; cenazemiz var, hani kutsaldır cenaze çünkü artık yerini Tanrı katında almıştır, bu kutsallığındandır ki kaldırmamız gerekiyor… Başka ne anlamı olabilirdiki o beyaz bayrağı taşımanın?
İnsanlar şaşkın, acı içinde, tereddütle dolu her anları… Ölüm yanı başlarında!
Her an, her yerde, umulmadık mesafelerde, hesaplanmadık dönemeçlerde, en küçüğünden en yaşlısına kadar konabilir her an içlerinden birinin avcunun içine…
Yaşamanın telaşı mı, ölümle burun buruna olmanın acı bilinci mi, en sevdiklerini kaybetmenin yürek yıkıntıları mı… Nasıl duygulardır yaşadıkları?
O yere düşen can’ın en sevdiğim, canımdan bir parça olabileceğini düşündüm bir an. O zaman duygularım nasıl olacaktı, oradaki insanların yerine koymaya çalıştım kendimi; hiç ırk, dil, renk gözetmeksizin insan oldukları, bir canlı oldukları ve acı çektikleri, yardım istedikleri kaldı zihnimde saatlerdir… Saatlerdir o anlar çıkmıyor aklımdan!
Yardım edin! Yardım edin! …
Göğ/s/ümün üstünde oluşan boşluk büyüyor her kan geçidi töreni boyunca. ..
Günlerdir, aylardır bir çare/sizlik hastalığı sardı her tarafı. Yayılıyor, giderek, artarak, büyüyerek, ferleri daha da söndürerek … sancı her ömür yitikliğinde biraz daha artıyor, dayanılmaz oluyor.
Boşluk rahatsız ediyor, dengemi bozuyor.
İnsan olmanın ağır sorunlarını yaşıyoru/m/z günlerdir;
Günlerdir dilimin değdiği heryeri ağrıtıyorum, büyüyen boşluklarla…
Paylaşmak adına Sevgiler Yaralım.
Gule
sevgiyle...