- 400 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
-KÖKÜ MAZİDE BİR ATİ-(2)
Yahya Kemal’i okul yıllarında bıraktığını ve bir daha dönmediğini söyleyen insanlara rastlamadım değil. Klasik yahut günümüz edebi ölçülerinin dışında kalan tarz ve anlatıma sahip bir isimden bir şeyler almak kolay olmasa gerek. Öncelikle gereğine inanmak gerekmez mi? Bu ise insanlarda neme lazım duygusu da uyandırabilir. Oysa Yahya Kemal, üzerinde hassasiyetle durulması gereken mücevherlere sahip bir isim derim. Ne var ki, bu durumun anlamına varabilmek, ülkemizde dünden bugüne etkisini hissettiren yerleşik ideolojik koşullanmalardan kurtulmakla yakından alakalıdır da.
Biyografik açıdan aldığımızda; Yahya Kemal’in siyasi-ideolojik duruş sergilemekten sakındığı veya bu hususlarda mesafeli tavır takındığı görülebilir. Sözgelimi, Cumhuriyet döneminde Atatürk devrimleri çerçevesinin dışında kaldığı söylenebilir. Bu durum bir Avrupa perspektifi ve birikimi olmadığından değil metodik sebeplerden kaynaklanır. Yoksa estetik duruş gösteren bir batı meşrebi ve zevki vardır. Hatta bizim medeniyet tarihimizin şiir eksenli olmasından yakındığı olur. Roman bizde cılız kalmış "geç" bir damardır ona göre. Aynı zamanda Darülfünun’da talebesi olan Tanpınar’ı şiiri bırakıp romana yönelmeye teşvik etmesi de kuvvetle muhtemel bu düşünceden kaynaklanır. Nesri, medeniyet tarihinde bir aşama aldığı söylenebilir hani.
Burada bir hususunda önemle üzerinde durmak gerekmektedir. Bildiğimiz gibi Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Devletinin nihayete ermesini takip eden süreçte inşa edilir. Geçiş dönemi sancılıdır da. Açıkçası, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde etkileri bugüne kadar türlü biçimlerde devam eden Cumhuriyet-Osmanlı karşıtlığı da yaşanır. Siyasi tarihin getirdiği hususiyetler edebiyat ve düşünce dünyamızı da derinden etkiler. Gerek siyasi gerekse fikri düzeyde bir Osmanlı karşıtlığı da uyanır. Bu evrede Yahya Kemal; eserleri itibariyle Osmanlı döneminin hususiyetlerini işlemektedir. Bin yıllık bir Müslüman Türk medeniyetine vurgu yapmaktadır. Böylesi bir üslubun siyasi-felsefi düzeyde çatışma unsuru olabildiği bir dönemde Osmanlı tarihinin yüksekliklerini şiirine yedirir. Hatta düz yazıda da detaylandırır.
Öyle ki, bu çalışmaları farklı kesimlerde ilgi odağı olacaktır. Nurullah Ataç ve Sabahattin Eyuboğlu’nun kimi yazıları arz ettiğim bu hususa temas eder. Söz konusu denemecilerimiz tarafından Yahya Kemal’in çalışmaları modern Türk sanatının takip etmesi gereken model olarak sunulur. Başka bir ifadeyle Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Osmanlının bizatihi kendisini de aşan bir düzlemde, Yahya Kemal’de Osmanlı imgesinin müspet yankıları olduğu yönündeki kanaatimi de paylaşmak isterim.
Bir önemli hususta şudur ki, Yahya Kemal’in şiir ve düz yazı çalışmaları kadar ağırlıklı bir yönü bir sohbet adamı olmasıdır. Ünlü edebiyatçımızın 1958’de gelen vefatını takiben yazdığı bir yazıda Peyami Safa’da bu hususa vurgu yapmak suretiyle; belki de en güzel şiirlerinin sohbet üslubunda saklı olduğunu ve bu büyülü sohbetlerin gelecek kuşaklara ulaşamayacak olmasının hazin bir manzara teşkil ettiğini belirtmektedir.
Yahya Kemal’e çeşitli dönemlerde yöneltilen şiirde taklitçi bir üsluba sahip olduğu eleştirisi de ele alınması gereken bir husus olmalıdır. Bu eleştirinin bir örneğinin ölümünden hemen sonra Peyami Safa tarafından dillendirildiğini görebiliriz. Ünlü romancı ve tenkitçimiz sağlığında büyük bir şairimiz olarak nitelendirdiği Yahya Kemal’in şiirdeki değerinden nedense vazgeçmiş görünür.
Daha açık bir ifadeyle Peyami Safa, sonraları karşılaştığı Yahya Kemal kaynaklı bazı manzum latife örneklerine vurgu yaparken şairin sohbet ortamlarında, dost meclislerinde yaptığı latifeleri kırık dökük bulmakta ve bunların koca şaire ait olduğuna inanmak zor demektedir. Buradan yola çıkarak Peyami Safa, Yahya Kemal’in pek çok şiirlerindeki kudreti sorgulamaktadır. Açıkçası şiirleriyle manzum latifelerinin ikisinin de aynı kişiye ait olduğuna inanmak ünlü tenkitçimiz için zordur. Bu işkillenme bir fıkrayı da akla getirebilir. “Adamın biri karısına et getirir, bunu akşama kavur hazır et der. Kadınsa kocası gittikten sonra eti kavurur ve afiyetle yer. Akşam kocasına da kedi yedi der. Adam tabi bu dolmayı yutmaz. Cılız kediyi tutar ve karısına hanım der, bu kediyse ciğer nerede yok eğer bu ciğerse kedi nerede?”
Ayrıca, Peyami Safa’nın bu tarz bir eleştiriyi Yahya Kemal’in vefatından hemen sonra yapması sağlığında da bu düşüncelere ve izlenimlere sahip olduğunu aklıma getiriyor. Tam da bu noktada ünlü Fransız düşünürlerinden Voltaire’nin bir sözünü hatırlatmadan edemem. “Yaşayan insanlara karşı nazik olmak gerekir, ölülere karşı tek borcumuz kalmıştır; hakikat!” Bu doğrultuda konuya yaklaştığımda bazı hususlar Peyami Safa’nın dikkatinden kaçmamış olmalı.
Ne ki, sohbet ortamlarında, dost meclislerinde anlık olarak yapılan latifelerle, sabırla ve titizlikle işlenen şiirlerin mukayese edilmesine de insanın gönlü inanın razı olmuyor. Şiiri “musikiden başka bir musiki”, “darası alınmış söz” gibi ifadelerle tanımlayan koca şairin hak ettiği eleştiriler gibi durmuyor. Elbette yukarıda da ifade ettiğim gibi sınırlı miktarda yazdığı mitolojik ögelerle bezeli şiirlerinin Nev Yunanilik döneminden kaynaklanan taklidi eğilimli olduğu yaygın bir değerlendirmedir. Ancak bu durumu tüm şiir birikimine yaymak söz konusu olduğunda serinkanlılığı elden bırakmamakta fayda görürüm.
Yine, ünlü edebiyat adamımızın döneminde algılanış biçimi üzerinde durulabilir. Meydan Larousse ansiklopedisinin ilgili maddesinde karşılaştığım bir tanımlamayla, Yahya Kemal’in yarım yüzyıla yakın bir zaman zarfında ülkemizin sanat-edebiyat dünyası üzerinde otoritesini duyurduğu vurgulanacaktır. Ayrıca Kazım Yetiş tarafından hazırlanan “Yahya Kemal İçin Yazılanlar” başlıklı derlemenin ziyadesiyle önemli bir çalışma olduğunu da özellikle belirtmek isterim. Buradaki yazıları incelediğimizde tanınmış edebiyatçımızın yaşadığı devrede geniş bir sosyal, kültürel ve ideolojik yelpaze üzerinde etkili olduğu anlaşılabilir.
Peki, Yahya Kemal’in tılsımı nedir? Şairin temel hususiyetini kendi deyişiyle “Türkçe ağzımda annemin sütüdür” sözünde mi aramalıyız? Döneminin edebiyat dünyasını bir nevi hipnotize mi eder?
Üstat, tarihi ve kültürel motifleri prizmasından geçirerek döneminin insanına ve münevver dünyasına öyle bir sunar ki; tam da bu noktaya mim koyun derim.
-SON-
L.T.
YORUMLAR
/RİNDLERİN ÖLÜMÜ/
Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle.
Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.
/Yahya Kemal BEYATLI/