Aşk’a sürgün
Yıllardır aradığı aşkı bulmak için gezmediği sokak, karşılaşmadığı – konuşmadığı insan, ıslanmadığı yağmur kalmamıştı kadının.
Öyle çok arzuluyordu ki onu görmeyi, dokunmayı, sarılmayı. Onu bulduğu an içinde büyüttüğü ve beslediği aşkı bitsin istemiyordu. İçinde tarifsiz bir heyecan ve korkulu bir his vardı. Her gece başını soğuk duvarlara yaslayıp dûâlar ediyordu kadın, beklediği adam için. Gelsin istiyordu, gelsin ki bütün insanları silsin. Ana olsun, baba olsun, kardeş, dost, arkadaş, eş olsun. Günler öyle zor ilerliyordu ki her geçen gün ümidini yitirmeye başlamıştı. Onu bulamayacağının korkusu sarmıştı etrafını. Kime dalsa gözleri onu görmek, onu işitmek ve bir tek onun adıyla adımlamak istiyordu şu koca ömrü…
Bir akşamüstü olmadık bir anda beklediği, hayalini kurduğu adam çıka geldi. İçinden binlerce kez şükretti. Sorgusuz teslim oldu adamın bakışlarına. Gözlerini kaçırışları, tatlı tebessümleri, sesi büyülemişti kadını. Doyamıyordu onu seyretmeye. Her şeyi eksiksiz anlatmak, ondan ayrı kaldığı anlarda nasıl yaralarının olduğunu dile getirmek istiyordu. Nefes almadan konuşmaya çalışsa dahi kendini durduruyordu. Sıkılmasından, gitmesinden korkuyordu. Masanın öbür ucunda oturan adamın ellerini tutmak, sarılmak için can atsa da henüz erken dedi içinden. Henüz erken…
Oysa zaman katili olmuştu bunca ayrı geçen senelerin. Birbirine doğumdan öte bağlı kılınan iki insanı yıllardır kavuşturmamıştı. Artık zamanın durmasını, ilerlemesini istemiyordu kadın. Onca konuşulacak ve susulacak şeyler vardı ki. Razıydı sabaha kadar dinlemeye, susmaya. Aşk ilk defa o gün derinden yaktı kadını, içini hiç böyle hissetmemişti. Sandı ki bu acı dinecek, bitecek. Ellerimiz birbirine kavuştuğu andan itibaren acı diye bir şey kalmayacak yüreğimizde. Öyle olmadı ama…
Nasıl olurda bunca zaman bulamamışlardı birbirlerini. Şaşkındı içinde gezinen ve söylenmeyi beklenen onca kelime vardı ki saçmaladı kadın bir süre. Cesaretsizliğinden midir yoksa korkusundan mı sustular sadece…
Kimsesiz bir çocuk gibi sığındı kadın, adamın avuçlarına. Zaman ilerledikçe bağlandı yürekleri birbirlerine, kördüğüm gibi. Ayrı olmak onlar için en büyük azaptı. Yalnız uyuyamıyor, yalnız uyanamaz hale gelmişlerdi. Kimi zaman sabahlara kadar konuşsalar dahi onlara yetmiyordu. Özlemleri ikisini de içten içe yakmaya başlamıştı. Hasretleri, yılların verdiği yoksunluktan dinmiyordu. Artık iki elmanın bir yarısı gibi olmuşlardır. Gitmedikleri, geçmedikleri yol kalmamıştı. Buluşmak için can atıyor, yerinde duramıyorlardı. Birbirlerine dokunmanın mutluluğunu yaşadılar bir süre. Elleri birbirlerine kenetli aşk ile dolanıyorlardı şehrin sokaklarında. Kimileri şapsal diyordu onlara, kimileri sevdalı. Yılların hasreti üç beş günde bitmiyordu. Kadın sevdiği adamın kulaklarına şiirlerini fısıldıyor adam ise şarkılarını… Birbirlerinden habersiz kimseye uğramıyor, her akşam aynı evde buluşuyorlardı.
Zaman sonraları üzülmeye, kırılmaya hatta ve hatta dağılmaya başladılar. Birbirlerine o yakın ten artık kavuşamıyordu. Geceleri üşüyordu kadın bir türlü ısınamıyordu. Adam dile getiremiyordu içinde bulunduğu ağır durumu. Kadın onsuz kaldığı her an için hata üzerine hata yapar hale geldi. Her gece ağlıyor, hıçkırıklarını boğazında tutamıyordu. Adam üzülse bile kadının yaptığı hatalar yüzünden tepkisini veremiyor sürekli susuyordu. Bu acıtıyordu kadını içten içe. Kadın adamın, her konuştuğu insanı kıskanır hale gelmişti. Çünkü ilgisini kadına vermiyordu. Kadın yıllardır beklediği, savaştığı ve dualar ettiği adamı git gide kaybetmeye başlamıştı. Uğruna bunca sene gözyaşı döktüğü adam yoktu artık onu istediği her anında.
Koca bir boşluktaydı artık. Sevilmek istiyordu deli gibi kadın. Yıllardır arayıp, özlediği adam tarafından sevilmek istiyordu. Adamın dizlerine başını yaslayıp, çocuk gibi saçlarını okşamasını istiyordu. Hiç kimseden görmediği, hissetmediği sevgiyi onda bulmuşken ve yine onda kaybettiği için çok acılar çekiyordu. Nefes almakta zorlanıyor, ufak kalbi dayanamıyordu bu acıya. Gün geçtikçe kadın mahvoluyor, bedenini kaldıramıyordu düştüğü yataklardan. Lakin adam, hiçbir şeyden habersizdi. Kadının içinde kopan kıyamet onu öldürmeye kadar götürüyordu. Kadın eskide olduğu gibi sevsin, tenine dokunsun, sarılsın, koklasın, ait kalsın istiyordu. Oysa adam kadının saç kırıklarına dahi parmaklarını dokundurmuyor, okşamıyordu. Sonunda buna dayanamayan kadın gözyaşlarının eşliğinde o uzun saçlarına veda etti.
Yeniden eskisi gibi olmayı bekledi kadın uzun uzun… Günlerce bekledi. Sabahlara kadar gözlerini ayırmadı sevdiği adamın gözlerinden. Parmak uçlarıyla adamın sakallarına dokunarak seveceği günü bekledi. Adam ısrarla görmüyordu kadının çerezsizliğini. Eskisi gibi ona dokunmuyor, boynundan koklayarak öpmüyor, bakmıyordu gözlerine derin derin. Kadının kesilmiş saçlarını ardına alıp sadece uyuyordu. Kadının içi gidiyordu ama sesi çıkmıyordu. Gitmesinden korkuyordu aslında. Kelimelerini dudaklarına basa basa susmaya çalışıyordu. Söyledikleri incitiyordu adamı. Daha fazla soğumasından, aynı yatakta uyuyamamaktan korkuyordu. İç çekerek sabretmeye, direnmeye çalıştı kadın bir süre… Her gün sabrediyor, tebessümlerini eksiltmiyordu dudaklarından. İyi olmasa dahi iyi görünmek için gayret ediyordu. Sabretti… Bekledi… Ama sonunda kadın ve adam birbirlerinden habersiz başka yataklarda uyumaya başladılar. Onca beklenen yıllar için en acısı da bu olmuştu.
Sevdanın kusuru olmaz demeyin. Neden olmasın ki? Şu koca hayatta kusursuz insan hiç gördünüz mü? Kiminin kusuru bedeninde ki bir izidir. Kiminin kusuru çenesi. Hep çok sevdik diye dilimize, zikrimize, yüreğimize hüküm veremediğimiz anlarımız olmadı mı? Kaybetme korkusu ile girdiğimiz buhranları saymıyorum bile. Olur ya… Biz insanoğluyuz. Kusursuz, hatasız hiçbir şey olmaz. Nede güzel söylemiş Orhan Gencebay ‘’ Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni. ‘’
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.