HER TARAFIM KIRIK
- Nasılsın? diye sual eyledim bir güzele. Çiçekleri solgundu. Güneşi bulutların ardına çekilmişti. Gözleri bulutluydu. Kalbi kapalı kutuydu. Görünen yüzü üzgündü, yüreği belli ki hüznün kuşatması altındaydı. Kelimeleri sert, umarsız ve çaresizceydi. Bir insan her şeye hamal olurdu da bu kadar hüzne hamal olamazdı! Çünkü hüzün insanı içten içe çürüten bir nemdi.
Biraz sessizlikten sonra gözlerini gözlerime dikti, canımı alacaktı az kalsın! İçimde derin bir "Bismillah!" dedim. Biliyorum ki "Bismillah" her hayrın başıdır. Ne oluyor dememe fırsat vermeden yanıtladı klasik ezber kokan kısa cümlesiyle sualimi:
- İyi sayılırım. diye.
Onun göğünde hüzün bulutları sağanak sağanak yağıyordu. Onu saran hüzün dalgası etrafını da etkiliyordu. Güneşli havada yağmurun yağması gibi bir şeydi iyi sayılırım demesi. Belli ki yoktu derdini açacağı bir kimsesi... Bilseydi eğer onu 5 vakit çağıran vardı. Düşünseydi en zorda kaldığımız vakitlerde dahi çalacağımız tek kapıydı Hakk’ın kapısı.
- Sen nasılsın? diye sordu cılız bir şekilde.
’Ölüler konuşur mu?’ diye şaşakaldım bir an! Sonra kendime geldim daha sonra karşımdaki hüzün çiçeğine... Bir insana suskunluk bu kadar mı hava katar, bu kadar mı tesirli kılar onu? Kalp esrarlı haliyle güzel, içinde ne olduğu belli olmuyor bu yüzden. Dil kalbin belasıdır ve kalbin ne hissettiğini dışarı akıtan bir kanalıdır. Suskunluksa bu kanalın tıkanmasıdır.
- Ben de iyi sayılırım, hem kişi kişinin aynasıdır. diye de laf atmaya çalıştım. O iyi sayılırsa ben de iyi sayılırım, değil mi? O iyiyse ben de iyiyim, o kötüyse ben de kötüyüm. Yani anlayacağınız iki kere iki dört eder.
Sıkıntılı ve sinirli hali bayağı belli ediyordu. Bana laf sokacağını düşünüyordum. Bu yüzden dikkatli konuşuyordum. Gülün hem dikeni var hem de güzelliği... Bile bile dikene elinizi uzatmazsınız değil mi? Ama dikenli diye de gülden vazgeçmesiniz sanırım? Arının da hem balı var hem iğnesi... Siz iğneden ziyade bala yoğunlaşırsınız mutlaka! Hem bal için iğneye de değer hani!
Beklediğim şimşek çakmak üzereydi.
- Şimdi sen diyorsun ki ben kötüysem sen de kötüsün, değil mi? Sen kötüysen ben de kötüyüm yani! Bunu mu anlamam gerekiyor?
Her tarafım aydınlık oldu bir an! Beynimin içine tesir eden bir sesi vardı. Hiç düşünmeden:
- Evet, dedim. "Yalnız burada suçlu olan ayna! Ne sen suçlusun, ne de ben suçluyum!" diye devam ettim.
Onun şaşkınlığı ve bana olan aşkınlığı gözlerini kocaman kocaman açmasına sebep oldu. Ruh haline göre dilinde hem zehri, hem balı hazır olan bu güzel kadın, beklediğim soruyu anında postaladı bana.
- Hımmm, aynayı suçlamak kolay değil mi? Ne de kolay suçu başkasına atmak, söylediklerine kılıf bulmak, kastedileni saklamak...
- Bir tek aynamız kaldı kırılmadık, ondan! diye yanıtladım sorusunu. Bunu beklemiyor olsa gerekti. Gardı düşmüş boksör gibi:
- Anladım, dedi sessizce.
- Kalbimizden saçımıza kadar kırıklıklarla doluyuz. Gözlerimiz bir dağ çeşmesi gibi akmaya hazır, yüreğimiz bir yanardağ gibi kaynamaya ve sözlerimiz bir şimşek gibi çakmaya... Daha ne dememi beklersin? Yahut nasıl hoşuna gidecekse öyle söyleyeyim sana.
O, benim de onun kadar dolu olduğumu, kırıldığımı, üzüldüğümü hesap etmemişti. Çivi çiviyi sökermiş. Deli deliyi bulurmuş. Bizim hesap işte böyleydi.
- Ah bu erkekler! dedi. "Edebiyat yapmaktan ne zaman vazgeçecekler acaba? diye sözde soru cümlesi kurdu. Benden cevap beklemiyordu. Oysa yüreğim ağzımdaydı:
- Bu dünyada tek bir kadın kalsa dahi erkekler edebiyat yapmaya devam edecektir. Bu tek ve son kalan kadın gelmiş geçmiş en çirkin kadın olsa dahi!
Daha son kelime ağzımdayken o, ayağa kalktı. Alkış tutarak yanıma geldi ve beni tebrik etti.
- Adam gibi adamsın, dedi. Onu izliyordum şaşkınlıkla. Edebiyatın bittiği noktadaydım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.