Mevsimler Eylül Oldu...
Yıl 19...... İstanbul ’dan oldukça uzak bir şehrin kışa teslim, olmuş soğuk benizli kasabasının ,ayazında yazıyorum nicedir.Kasaba terkedilmiş bir harabeyi andırıyor adeta sessizliğiye. Kaç zamandır böyle sessiz, böyle kimsesiz yaşarım kimbilir. Böylesi çekilmez bir kasabayı yaşanır yapan nedir benim için onu da anlamış değilim henüz. Böyle hastalıklı yerlere insan nasıl bir sabırla katlanır ki? Bu belki de bir kaçışın adıdır, belki de kendi kimsesizliğini ,kendi yenilgini saklamanın bir başka şekli; kendinden daha düşük, daha aciz, bir nesne, insan ya da şehrin gölgesine sığınarak, dayanılması en güç acılara tahammül edebilme kudreti göstermek. Peki ya sonra ? Kendini böylesi cezalandırdıktan ,her gün biraz daha kandırdıktan sonra? En sonra? Koca bir hiçlik bulvarında yalnız bir kadın(ya da adam). Kendini ,sevdiklerini ,onu sevenleri ve aslında tüm hayatını anlamsızlaştıran o büyük yabancıyı bile kaybetmiş elleri ,cepleri ve yüreği bomboş, aciz bir kadın (ya da adam). Oysa bu kadar çok şeyi yitireceğini bilmeden başlamıştı belki de kadın çok uzun yıllar önce . Bilmesi bir şey değiştirir miydi acaba? Mesela deselerdi ki ona ’Kimseyi elinden sıkı sıkı tutarak hayat boyu yanında tutamazsın’ diye bu cümle bir şeyleri değiştirmeye yetecek kadar güçlü olabilir miydi? Olamazdı aslında .Ne o ne de daha büyük, daha başka, daha ince vuruşu cümleler hiçbir şeyi değiştirmeye yetecek kadar güçlü olamazdı. İllede yaşamak gerekti işte. Ve kadın (ya da adam) kışa teslim olmuş şehrin, soğuk benizli kasabasının ayazında yaşayarak öğrenmişti. Yorularak, acıyarak ve vazgeçerek öğrenmişti çaresizce : ’Kimseyi ama hiç kimseyi elinden sıkı sıkı tutarak hayat boyu yanında tutamayacığını...’Elinde eski bir resimle, kar yağan bir pencerenin önünde gözünde öylece donup kalan tek damla yaşla öğrenmişti en nihayetinde...
YORUMLAR
yüreğinize sağlık. Gerçekten çok hisli bir yazıydı.