- 860 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SEVGİ
SEVGİ
Güneşin tabiata hakim olmaya başladığı ilk saatlerde oturuyordu denizin kıyısında. Kızıl bir ateş topu gibi bağrına düşen güneşe daha da direnememişti gece. Savaşı kaybetmiş komutan hüznüyle pılısını pırtısını toplayarak çekilmiş yerini bırakmıştı güneşe. Gecenin son kalıntıları hırçın dalgalar ve ıslak yel de sesizce girmişti güneşin hakimiyetine.
Ufukların ardından yükselen güneş fettan bir kızın oynaklığını hoyratça sergiler gibi gülücüklerle "merhaba" diyordu yeni güne. Denizde dalgalar gümüş renkli balıklar misali cilveleşerek göz kırpıyorlardı güneşe. Bir yandan da keyifle yalıyorlardı sahili. Her seferinde kopararak bir şeyleri yerinden, götürüyorlardı bilinmez meçhul yerlere.
Gecenin mahmurluğunu üzerinden atmış martılar öbek öbek uçuşuyorlardı neşeyle gök yüzünde. Bir yandan da denizi gözlüyorlardı sinsice. Her ne kadar sevimli yaratıklar da olsa kuşlar, anında vahşi bir yaratığa dönüşebiliyorlardı gözleri bir balığa düşünce.
Güneşle gece. Dalga ve sahil. Kuşlarla balıklar. Müthiş bir kapışma içindeydiler. Böyle bir kapışmanın dakikalarca tanığı olmaktan büyük keyif almıştı doğrusu. Bu arada hayatı sorgulamak düşmüştü aklına nedense. Neydi ki hayat? Bitmez tükenmez bir savaşın sınırları belli olmayan koca bir arenasımıydı yoksa? Doğadaki tüm canlılar var olabilmek için, ömürlerini kısacık bir an da olsa uzatabilmek için bitmez tükenmez bir savaşın içinde değiller miydi? Aklından geçen savaşsız yaşamak mümkünmüydü sorusuna " ne yazık ki hayır" diyebilmişti hüzünle. Ama insanlar için geçerli olmayabilirdi bu kuram. Çünkü insanın kendisine Allah tarafından vakfedilmiş farklı özellikleri vardı. Duygulu akıllıydı insan. Düşünebilen tek yaratık değilmiydi üstelik? Ah bencillik... keşke uzak kalabilseydi insana.
Gözünü dikmiş denize, sessizle oturuyordu sahilde. Öylesine yalnız ve dertliydi ki istiyordu ki balıklar sırdaşı olsun, konuşsun kendisiyle. Ama bir tek balık bile görünmüyordu. Dudaklarında mahsun bir gülümsemeyle bakakaldı denize. "Balıklar bile kaçıyor benden" dedi içinden. O anda okkalı bir küfür savurdu kaderine.
Oysaki iyi bir insan olduğuna inanıyordu. Ne kimsenin malında ne de namusunda gözü vardı. Şimdiye kadar gırtlağından haram lokma geçmemişti. Ne çıkar ne menfaat. Yalakalık yapmadı hep onuruyla yaşadı, Eğilmedi bükülmedi, namussuza sözünü de hiç bir zaman esirgemedi. Çalıştı, didindi. Ama nedense bir türlü insan olamadı. Değişmişti insanlığın kriterleri. "Kibirli olacaksın. İki yüzlü riyakar olacaksın. Menfaatin yoksa selamını dahi esirgeyeceksin. Fitne fesat hayatının vaz geçilmezleri olacak. Doymak bilmeyecek gözün. Gücünün yettiğini ezecek, yetmediğine ise kılınıp önünde diz çökeceksin." diyerek kendi kendisine teselli verdi.
Keşke hep karanlıkta kalsaydı dünya diye geçirdi içinden. Kaldırdı başını güneşe "sen iki yüzlüsün dedi" esefle. Her ne kadar yüreklere ışıklar da saçsan, yarsan da karanlıkları derinden, tüm pislikler de seninle gün ışığına çıkıyor" dedi.
Gece ve güneş. Hep gece olsaydı kainat Tanrının çizdiği yolda yürüyecekti belki de insanlık. Görünmeyecekti belki de kutsal yaratık sayılan insanın kendisine can veren Allaha ihaneti.
Kuşlara çevirdi başını bu kez. Uhrevi bir maestro yönetimimdeymiş gibi gök yüzünde dans ederken kuşlar güçsüz zavallı bir balığı görünce "bu av benim olmalı" bencilliğyle pike yapıyorlardı denize. Avı kapmak için, onu paylaşmamak için saldırıyorlardı birbirlerine hiddetle. Demek ki "bencil değilsen açlığa çaresizliğe boyun eğeceksin" dedi biraz da eksiklik görerek şahsiyetinde.
Tüm bunları düşünürken bir köpek belirdi yanında. Küçük sevimli sarı benekli bir köpek. "Defol burdan burası benim" dercesine hırlıyordu. Eline bir taş alarak ya da bir tekme atarak uzaklaştırabilirdi köpeği. "Gel kuçu kuçu" sözleriyle sevgiyle uzattı elini köpeğe. Kendisine şefkatle uzanan eli gören zaar, kuyruğunu sallayarak başladı koklamaya bu dost eli. Okşadı sevdi köpeği. Gördüğü sevgi ve ilgi karşısında köpek yaramaz çocuklar gibi başladı etrafında dönmeye.
İlgi ve sevgi. Köpek mutlu, adam mutlu,
Madem ki Tanrı yarattıysa bizi, vaat ettiyse yaratırken bize mutluluğu, mutluluğa ulaşan yolu bulmak gerekmez mi sorusunu sordu kendi kendine. Bir şifre ya da bir anahtar. O sahilde oturan adam o gün buldu mutluluk kapının anahtarını. O anahtarın adı sevgiydi. Önce Allaha sonra kainata sevgi. Sevgisiz kalmasın insanlık sözcükleri döküldü dilinden. Yüreklerde sevgi hiç bir zaman eksilmesin diyerek uzaklaştı ağır adımlarla sahilden.
Davut Tunçbilek/Elmadağ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.