- 894 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yokluğun Gözü Kör Olsun
‘ Bütün çocuklarımı severim hepsi benim canımdır ama Cemo’m hepsinden farklıdır.’ Böyle derdi babam benim için. Kızıl saçlı kızına hep böyle söylerdi. Cemile sultan murat değildim ben belki ama Dengbej Halil’in kızıl saçlısıydım. Bütün çocuklarından ayırdığı kızıydım. Canıydım. Değerlisiydim. Babam böyle derdi bana. Ben de çocuklarıma hep böyle diyorum. Hiçbirinin diğerinden bir farkı yok. Hepsi benim için can ve ciğer. Hepsi benim için yaşam ve ölüm. Sevinç ve keder, mutluluk ve gözyaşı. Gözlerinin içinde gülebildiğim lakin bir damla gözyaşlarında boğulduğum evlatlarım. İçimde taşıdığım ve dışımda onlara korunak bir liman olmaya çalıştığım hayatlarım. Sevgililerim, sevenlerim, aşklarım. Çarelerim ve çaresizliklerim.
Altı tane cihan güzeli çocuk. Dört erkek ve iki kız. Birbirinden güzeller, birbirinden sevimliler ve yakışıklılar. En büyüğü neredeyse yirmi oldu. En küçüğü ise daha yeni ayaklandı. Sarı bembeyaz, tombul mu tombul bir kız. Dedesi her gördüğünde ‘ bu kızı saklayın başına bir iş gelmesin’ diye tembihleyip durmakta. Sürekli kapalı kapılar ardında kalmasından yana. Fakat ben bundan yana değilim. Onu Allah nasıl yarattıysa öyle de korumasını bilir. Elbette hepimiz gibi bir gün oda ölecek. Hepimiz öleceğiz ve ölümü başkasının sırtına yüklemek ancak acizliğin belirtisidir. Herkes kendi ölümünü kendi sırtında taşır. Taşıyabildiği yere kadar da götürmeye çalışır. Muhakkak bir yerde durmak zorunda kalacaktır insan. Bazen dinlenip tekrar yola koyulmak ve yolunu bitirmek bazen de sırtına aldığı o ebedi dostla yer değiştirmek için.
Kanımca o ebedi dosttan daha da mühimi var şu yeryüzünde. Dostluk bize ancak yeni kapılar açar. Bizi yeni dünyalara ve hayatlara götürür. Ama o dosttan da mühimi ve kötüsü vardır. O dostu da unutturacak belki de biran önce gelmesini heves ettirecek bir şey vardır. Bunu bize babam kendi üslubuyla ve sesiyle söylerdi. Ve babam o dostla yerini değiştirip terki diyar ettikten sonra ardında kalanlar ‘ Dengbej Halil biz bugün dostun yerinde olsaydık kaç ruhu senin ruhuna siper ederdik.’ diye ağlaşıp durdular mezarının üstünde. O babam ki bana ve bize anlattı: bakın güzel gözlülerim, şahin bakışlılarım bilir misiniz ki hepimizin yol arkadaşı olan o adamdan daha da mühimi ve can yakıcısı nedir? biz dört gözle cümlesinin devamını beklerken o şu hikayeyi anlatırdı. Dengbejlerin şahı Evdalé Zeyniké tamamen kör olduktan sonra oğlu onu sırtında taşıyıp her yere götürmeye başladı. Ve günlerden bir gün oğlu ona sordu: ‘baba’ dedi. ‘Baba şu dünya da ölümden daha zor ve kötü bir şey var mı?’ dedi. Evdal da: Evet oğul olmaz mı? şu dünya da ölümden daha da çirkini ancak yokluktur. İşte o zaman aklına gelmişti Temo’nun. Eğer yokluk olmasaydı gece çıktığı bu yolculukta babasına ahırdan başka bir yer bulamaz mıydı? Temo o zaman anladı sırtında gezdirdiği o kamburun başka bir kamburdan daha güzel olduğunu. Babam da o gün bize bunu anlattığında hepimiz çocuktuk. Ne anlayacağımız ne de kavrayacağımız yaştaydık.
Lakin şimdi hem anlıyorum hem de çok iyi kavradım. Gözlerimden ancak iki damla yaş düştü. Onu kimseye göstermeden sildim. Geçmiş zamanların kadim sütunlarına bağladım. Bende biliyorum. Keşke bilmeseydim ama Allah sınıyor işte. Bize düşen sabretmek ve babamın dediklerine kulak asmak.
Şu yokluğun gözü kör olsaydı. Kör olsaydı da bana göstermeseydi. Yıllar sonra babamın dedikleri bir bir çıkıyor işte. Ne üstümüze giyecek var ne de yiyecek bir lokma erzak. Birkaç ufak hayvanımız vardı. Onların sütlerinden kendimize peynir, çökelek, yoğurt yapıp idare ediyorduk ama onlarda kalmadı artık. Hepsini beyim sattı Almanya uğruna. Gidip bütün parasını da bitirdi ve sonunda Almanya’ya da gidemedi. Bizde öylece ortada kalakaldık. Ne yapacağımızı şaşırdık kaldık.
Kendi akrabalarımdan da istemeye utanıyorum. Allahın vermediğini ya kulu da vermezse. O zaman ben ne derim çocuklara. Korkmayın, ağlamayın evlatlarım ben yanınızdayım desem yeterli olur mu ki? Yoksa ağabeylerinizi bekleyin onların çobanlıkları bitince bize yeni havyanlar getirecek o zaman sizi doyuracağım mı demeliyim. Bende bilmiyorum ne yapacağımı. İçim kan ağlıyor. Gitmekle gitmemek arasında gidip gelirken ufak oğlum gelip eteğimden çekerek ağlamaya başladı. Acıktığını söylüyordu. Açlıktan ağlıyordu. Sonundan dayanamadım gittim bir akrabamdan biraz çökelek istedim utana sıkıla. Biliyorum ki onda bir tulum çökelek vardı. Fakat bir çay tabağına koyduğu çökeleği elime verince yerin dibine geçtim. Hiç gelmemiş olsaydım dedim. Ama nafile gelmiştim bir kere. Hem önemli değildi gerisi. Oğlanın kursağına bir şey girsin de benim başım eğik olsun. Değil mi ki insan ancak evlatları için kendisini ateşe atarmış. Bende mecburdum. Yapacağım başka bir şey yoktu. Sonra da eve gelip o bir lokmacık çökeleği oğlanın önüne koydum. Oğlan onu yerken ben ise gözyaşlarımı ancak silebiliyordum. Derdimi içime atıp gözlerimden döküyordum sonsuz nurlu aleme. İçimin derin yarasını gözlerimden akan damlalarla kapatmaya çalışıyordum. Fakat yine de nafile bir türlü kapanmıyordu. Artık neye yanacağımı bende bilemiyordum. Şu dünya da keşke zenginler doyabilseydi diyorum. Birden aklıma geliyor. Bende anlamıyorum nerden geldi ama aniden kafamın içinden bir ses yankılanıp durdu. ‘Keşke zenginler doyabilseydi.’ Ben de kendi kendime söylenip duruyorum. ‘Keşke, ah keşke.’ Nasıl da güzel olacaktı her yer. O zaman herkese yeterince yiyecek ve giyecek olacaktı. Herkes birbirine eşit ve birbiri kadar olacaktı. Lakin buna olan inancım yok. Sadece keşkelerle ve belkilerle avutup duruyorum kendimi. Biliyorum ki tarlaya keşke ve belki tohumları atıldığında ürün gelmeyecek. Bilmeme rağmen yine tekrarlayıp duruyorum. Aklım karmakarışık. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ne söyleyeceğimi de bilmiyorum.
Gözyaşlarımın gebe olduğu rahmeti ancak düşünmek istiyorum. Yaşlar toprağa düştükçe hepsi bir filiz gibi yeşerip dünyayı sarsın istiyorum. Bana dair bir şey olmasın. Lüzumu yok bundan gayrı. Çocuklarım kurtulsun. Parmaklarında takılı vicdanın yüzükleri bulunsun. Birbirlerine ve bütün insanlara şefkatle baksınlar isterim. Allahın malını Allahın kullarından esirgemesinler isterim. En çok da onlar da bulduklarında doysunlar isterim. Bilirim onlar doymadığı takdirde diğerleri gibi olacaklar. Diğerleri gibi olduğunda da ölmüş olacaklar. Merhamet ruhunu çıkarmadıktan sonra bedeni ortada dolaştırmanın manası kalmayacak.
Ben bugün ancak bunu isterim rabbimden. Oğlum bir lokmacık ekmekle yediği bu çökeleği unutmasın isterim. Unutursa o da kaybedenlerden olacak biliyorum. Unutturursam bende ölenlerden olacağım biliyorum. Yazık etmek yakışmaz insana. Bizi böyle tembihledi rahmetli babam. Herkesin mezarında gözyaşları toprağa karışırken onun mezarında türküler asumanın yedinci katında raks ediyorlardı. Soruyorum şimdi sizlere kim yaşıyor acaba şu mavi balığın sırtında. Ve hala bu mavi balığın sırtında yaşamaya mecburuz. Doymakla doymamak arasında gidip geleceğimizi de biliyorum. Fakat ben bugün yokluğumla doymak istiyorum. Bu yoklukla evlatlarımı da doyurmak istiyorum. Doymamaları kendi felaketleri olacaktır. Doymamaları dünya da bir cesedi taşımaktan başka işe yaramadıkları anlama gelmektedir. Dengbej Halil’in dediği ‘ Ben bu dünyaya doymaya geldim.’ Ben bu dünyaya doymaya geldim deyip yerimden kalkıyorum. Yavaşça ahırın yolunu tutup oradan uzaklaşıyorum. Oğlum ise ancak yediği bir lokmacık yiyeceğe odaklanmış durumda. Birkaç adım attıktan sonra arkama dönüp bakıyorum. Oğlum başını kaldırıp bana gülümsüyor. Benimse gözlerimden bir damla gözyaşı dökülüyor. Arkamı dönüp gidiyorum.
ÜNAL ÇAGABEY
09/2/01/2016
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.