- 2350 Okunma
- 11 Yorum
- 2 Beğeni
-ANKARA - Romanı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara romanını geç de olsa okumam oldukça iyi oldu. Şunu itiraf etmeliyim ki her ne kadar şöyle roman okuyorum, böyle okuyorum desem de kendimi kandırmaktan başka yaptığım bir şey yokmuş. İnsan okumadığı romanlar hakkında da bilgi veremez ki. Gerçi bazıları vardır mangalda kül bırakmazlar. Bilmedikleri halde senin yedi ceddinin seçeresini bile çıkarırlar.
Bir romanı okumadığın halde başkalarının yorumları ile romandaki karakterlerle kontak kurmaya ne kadar çalışırsan çalış, bence duygular somutlaşmıyor, bir yerde boşluk kalıyor illa ki.
İşte böyle bir ruh haliyle romanı bitirdiğimde on altı yıldır içinde ekmek kavgası verdiğim bu şehri(Ankara) gözlerimin önünden flim şeridi gibi geçirdim. Nereden nereye dedim doğrusu.
Olayın geçtiği mekânlar arasında dağlar kadar uçurum var. Şimdi ki Keçirören nerde o zamanki Keçiren nerde? Samanpazarı, Yenişehir, Kavaklıdere, Çankaya, Akköprü romanın yazıldığı tarihe göre adeta dağ köyünden bile farksızmış. Kalenin eteklerinden bakıldığında alabildiğine dağlık tepelik bozkır. Roman, üç bölüm(Kurtuluş Savaşı- Cumhuriyetin Kuruluş dönemi- Cumhuriyet sonrası) olarak değerlendirildiğinde her bölüm için farklı konumda ele alınmıştır.
Romandaki baş karakter Semra Hanım. İstanbullu zengin bir ailenin kızı. Banka memuru Nazif Beyle çiçeği burnunda yeni evli bir bayandır. Nazif Bey’in tayinin Ankara çıkmasıyla yaylı araba ile günlerce ve zorlu yolculuğun ardından İnebolu’dan Ankara’ya gelirler. Keçiören’de Ömer Efendi’nin evinde kiracı olarak kalırlar. Zaman; Milli Mücadele Zamanıdır. Atlarla ve eşeklerle ulaşım yapılmaktadır. Atı olan birine zengin gözüyle bakılır. Yerli halk ile Ankara’ya gelen memurlar arasında derin uçurumlar vardır. Yerli halk dışarıdan gelenlerin yaşam biçimlerini oldukça yadırgamaktadırlar. Düşmanın ayak sesleri Ankara’ya kadar gelmiştir. Toplum çok değişik bir kategori çizmektedir.Milli Mücadeleye duyarlı insanlar olduğu gibi sanki bu olup bitenler normal bir şeymiş gibi gündelik işlerden burnunu kaldırmayanlar da vardır.
Semra Hanım ailesi yeni komşularla tanışır. Milletvekili Murat Bey ve miralay Hakkı Bey’dir. Semra Hanım, Hakkı Bey’le birlikte at sırtında Keçiören ve Etlik sırtlarında gezintiler yaparlar. Milli Mücadele hızlanmıştır, Hakkı Bey, cepheye giderken Semra Hanım da vatan aşkıyla cephede hemşire olarak görev alır. Doğal olarak da Hakkı Bey’le gönül ilişkileri başlamıştır. Sakarya Savaşı kazanılmış, düşman denize dökülmüş Cumhuriyet kurulmuştur.
Semra Hanım, sönük geçen evliğinde mutlu değildir. Nazif Bey’den ayrılır. Hakkı Bey’le evlenir. Hakkı Bey de askeriyeden ayrılmış, sivil hayatta ticarete atılmıştı. Hakkı Bey, ikili bir karakter çizer. Askerken farklı, sivilken farklı. Sivilde ticaret hayatında oldukça bencilleşmiş Semra Hanımla aşkı saman alevi gibi sönmüştür. Parayı görünce araya başka kadınlar girmiştir.Cumhuriyet döneminde ülke yavaş yavaş sanayileşmekte, Ankara’da mantar gibi büyük binalar yapılmaktadır. Su ve elektrik projeleriyle 150 bin nüfusa yetecek imkânlar sağlanmaya çalışılmaktadır.( Şimdi ise nüfus beş milyon.) Halktan kopuk yeni palazlanmaya başlayan burjuvazi tabakası, savaş sonrası fırsatçılığı ile aşırı zengin olmakta ve gece hayatında günlerini gün etmektedirler.
Semra Hanımın önceden tanışmış olduğu mebus Murat Bey bile mebusluktan ayrılıp inşaat sektörüne el atmış, kısa zamanda sayılır zenginlerden olmuştur. Halk hala at ve eşek sırtında çile çekerken yeni bir burjuvazi tabakası türemiş, geceleri baloların vazgeçilmez duayenleri olmuşlardır.
Semra Hanım’ın Hakkı Bey’le de evliliği fazla sürmez. Ondan ayrılır yazar Neşet Sabit’le evlenir.
Neşet Sabit’le yaşantısı Cumhuriyet sonrasını kaplar. Neşet Bey, sosyal birisidir. Oynadığı ve yazdığı tiyatroya bile Atatürk izleyici olarak gelmiştir. Ülke her alanda kalkınma hamlesiyle eski yoksul günlerinden kurtulmaya çalışır.
Semra Hanım, çalkantılı bir yaşamını Neşet Beyle ihtiyarlayarak devam ettirirler.
Romana bakış açım:
Bence roman, akademik bir gözle yazılmış, sıradan insanları değil de yeni palazlanmaya başlayan burjuvazi tabakasının hayatını yansıtırken mekan olarak Ankara enine boyuna işlenmiş, ayrıca Cumhuriyeti övme açısından didaktik, biraz da tarihi bir özellik verilmiştir.
Beni en çok şaşırtan 1920 yıllarındaki Türk kadının ne kadar cesur, vatansever, ezilmeyen ayakları üzerinde kalmasını bilen bir yapıda olmasıdır.
Bugünlere baktığımızda inadına kadınlarımız kafese sokulmaya, yurttaşlık bilincinden uzaklaştırılıp erkeğe biat hale getirilmeye çalışılırken bu romanı okuduğumda nereden nereye diyesim geliyor.
Bir sonraki romanlar olan Y.K. Karaosmanoğlu’nun Panorama, Sodom ve Gomore, Kiralık Konak’la birlikte olmak üzere sağlıcakla kalın, fazla yazıp çizmelerde değil(!), iyi okumalarda kalın.
YORUMLAR
Zaman zaman değerli romancımız Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU'nun haksız eleştirilere uğradığı da gelir aklıma. Hani derim ki; muhakkak surette Cumhuriyet rejiminin ideoloğu olmak ve hatta güdümlü roman yazmak kapsamında konumlandırılarak eleştirildiğine öteden beri rastlarım. Evet, Cumhuriyet döneminde devrimleri destekleyen romanlar yazıldı. Reşat Nuri Güntekin ya da Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu kapsamda öne de çıkabilir. Ancak bu yazarların mutlak surette ideolojik politik odaklanmanın çerçevesinde kaldıkları da söylenemez bence. Kendi hesabıma okumadığım iki roman Reşat Nuri'nin "Yeşil Gece"'si ile Yakup Kadri'nin "Yaban"'ı güdümlü roman statüsünde eleştirilir kimi.
Ancak Yakup Kadri'nin bir romancı olarak zengin ayrıntılar sunduğunu da düşünürüm. Ve hatta Kemalist aydın tipinin örneklerinden olsa bile onunda hoşnutsuzlukları var bence. Kadro dergisini çıkartmak için ilk anda Recep Peker ile görüştüğünde Peker'in; sen kim oluyorsun da dergi çıkartmaya kalkıyorsun, bu ülkede dergi çıkartılacaksa biz çıkartırız demesi de enteresandır. Şimdi Yakup Kadri'nin bu tarz baskıcı bir anlayıştan memnun ve hoşnut olması mümkün mü acaba? Yine hocam "Zoraki Diplomat" da meşhurdur. Yazarın hiç istemediği halde diplomat yapılması ve Tiran'da bu göreve adım atması dikkate değerdir. Yine Kemalist bir aydının mükâfatlandırıldığı izlenimi uyandırmıyor.
Romancı olarakta, sanırım hakkında yapılan en iyi tanımlamalardan biri; "Karaosmanoğlu´nun eserleri, hala tüketilmemiş ayrıntılarının tartışılıp incelenmesi gereken zengin bir "panoroma"dır." cümlesinde saklıdır.
Güne düşen yüreği, emeği, kalemi, kelamı kutlarım hocam
Saygı ve selamlarımla...
levent taner tarafından 1/30/2016 2:02:34 PM zamanında düzenlenmiştir.
Kiralık konak ve Yaban adlı eserleri ile tanıdığım Yakup Kadri cumhuriyet öncesi ve sonrasını iyi tahlil eden ve yazdığı eserlerinde o dönemi iyi resmeden birisi.Her ne kadar eleştirmenlerce aydınlarımızın halka çok yakın olmadıkları özellikle Türk köylüsünü eleştirdiği düşünülse de bana göre çok iyi bir gözlemci.-Bu eleştirileri Yabandaki Türk köylüsünü küçük düsürdüğünü söyleyenler olmuş.-Aslında her yazar ve şair kendi dönemini az ya da çok yansıtır.onun üzerinde bıraktığı etkiyi rahatça eserlerinde görebilirsin.
Siz de okuduğunuz kitabı çok iyi anlatmış ve iyi değerlendirmişsiniz.Bizler kendi yazarlarımızı daha yakından tanımalı ve onların yaşantılarını ve dönemlerini iyi değerlendirmeliyiz.Örn ben yabanı okuduğumda orada anlatılan köylü kadınların çalışkanlığından çok etkilenmiştim.Bir subayı köylerinde misafir edişleri ama bir yandan ona yaban değişleri hala aklımdadır.bizlerle paylaştığınız için teşekkürler.
Kadınlara gelince elbette kendilerinden emin ve dolu dolu bilgili kadın olmalılar...çünkü kadın toplumun mayasıdır.Kadın asilse kadın yürekli ise,kadın ezik değilse yetiştirdiği evlatları da bir o kadar bilinçli olacaktır.Kutladım selam ve saygılar efendim...
yakup kadri en çok sevdiğim bir yazardır, yaban'ı dört kere okudum. panorama romanı , bir türkiye tarihi gibi neredeyse, özellikle, halk partisinin ağırlıklı bir dönemini güzel resmediyor. sodom ve gomore işgal dönemi, kiralık konak onun bir öncesi. hep o şarkı güzel bir aşk romanı...ama ankara'yı okumadım.
gerçekten de insan bu kitapları okurken ister istemez karşılaştırma yapıyor. bugünkü türkiye o zamnki türkiye, iyi ve kötü yanları oısa da bu sonucun, yine de gelişen bir türkiye yi inkar edemeyiz.
özellikle yaban, bir baş yapıti iyi ki var yakup kadri. bu değerli yazarı anımsattığınız için çok teşekkürler.
Alışılmışın dışında , alışılmışlığın içinde bir yerlerden bir yerlere insanın duyguları göreceli olsa da okuyucuyu ,yazı bir yerlerden alıp bir yerlere götürür. Mekanların farklı olması, dönemin uzak olması, giyim-kuşamdan tutunda gözle görünen ve varsa değişmiş olsa da, kalıcı olan ve değişmeyen tek şey duygulardır.
Aslında varlığı da gelecekte var eden, o duyguları taşıyan akıldır da. Böyle olunca yazılan yazıların ileri ki kuşaklar tarafından okunup anlaşılması, yazı hakkında okuyucunun düşüncelerini belirtmesi daha da kolaylaşıyor tabi.
Açıkçası bilmediğimiz Romanları geçiyorum, bildiğimiz ama tanımadığımız yazarlar hakkında da ahkam kesmede üzerimize yoktur. Özellikle Cumhuriyet Dönemi yazar ve şairler için ilk değerlendirme sanatı değil; inancı, ( dini-mezhebi) ırkı, dünya görüş ile değerlendirilmesi. Bu da çok iyi olan, bir çok yazarın çok zaman sonra tanınmasına neden oluyor. Ben Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu ilk kez ''Yaban'' romanını okuyarak tanımıştım. Ve hatırlıyorum ,onu mezar başında hayal ederken ,ağlıyordum.
Romanın üç bölümde ve her dönem için yazarın farklı kişilikte karşımıza ç-ıkması ( insanın yaşam seyri) ve toplumsal hayatı dönemiyle ele alması, romanı sürükleyici de kılıyor. Cumhuriyetin kuruluşundan, dönemin sonraki sosyal ve kültürel olaylarını gözlemleyen, düğer romanlarına benzer ‘’Ankara’’ romanı da.
Tebrikler..
saygılar
Ayhan Sarıkaya
Sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.
Bugünlere baktığın paragraf seni roman analizinden uzaklaştırmış, yazı orada kişisel bir kaygıya bürünmüş. Günümüzde kadınlar kafese nasıl giriyor abi yahu. Köye gelin giden, kaynanayla oturan gelin bile kalmamışken :)
Kutluyorum sevgili abim.
Saygılarımla.
Ayhan Sarıkaya
"Ya benimsin ya da toprağın. "
Bu anonim deyiş bile kadını kafese mahkum etmek için yeterli bence. Çocuk gelinler de tuzu biberi olsa gerek...
Ülkede yaşanan gerçekler beni feminist yaptı doğrusu. Yoksa kadının başörtüsü ile alakalı değil.
Teşekkür ederim Aynur Hanım.
Sevgi ve saygılarımla.
Merhaba Ayhan Bey, özetlediğin roman da anlatım şeklin de çok güzel. Eski romanları okumayı ben de çok seviyorum. Hele ki okunan roman tanıdık bir yeri anlatıyorsa daha bi güzel oluyor çünkü eski çamlar bardak olalı çok oldu.
Diğer romanlarda görüşmek üzere okumuş kadar oldum.
Tebrik ederim, selamlar
Ayhan Sarıkaya
Sevgi ve saygılarımla selamlar.