- 1914 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BALKAN GERÇEĞİ-6
Kocacık’tan sonra rotamız, 20 bin nüfuslu Arnavut Müslüman yerleşimi Debre üzerinden Struga
Bir dünya markası olmuş Uluslar arası Şiir Akşamlarının yapıldığı yere.
Güzeller güzeli Struga. Hani Makedonların meşhur deyimiyle “Struga nema druga”; yani “dünyada Struga gibisi yok...” denilen güzel belde.
Struga, Sapanca gölünün üç katı büyüklüğündeki Ohri gölü kıyısında, daha doğrusu gölün fazla sularını boşaltan Karadirim nehri etrafında kurulmuş bir sayfiye şehri. Nehrin üzerinde hemen hemen her 150 metre mesafede şık bir köprü var.
Yaklaşık 22.000 kişi yaşıyormuş Struga’da; 15.000 Makedon Hıristiyan, 5.000 Arnavut Müslüman, 2.000 kadar da Türk.
Genellikle 2 katlı bahçeli, özgün mimariyle inşa edilmiş sıra sıra evleriyle bir doğal güzellik timsali Struga gerçekten.
O gece gölün nehirle kesiştiği noktadaki enfes manzaralı “Drim Otel”de konaklıyoruz.
Gezimizin tarihini bu etkinliği görebilmek için bilhassa Ağustos sonuna ayarlamıştık. Nitekim iki gece izleme imkânını bulduk.
Açılış gecesi organizasyona hayran kaldık.
Makedonların kendine özgü şiir etkinliğinde nasıl öz kültürlerini yansıttıklarını, binanın giriş merdivenlerinin iki yanına dizilmiş beyaz Makedon giysileri ve ellerinde meşalelerle Makedon kızlarının duruşları, şiir sunumundan önce ve arasında Tulumları dahil kendi müzik aletleriyle özgün müziklerinden örnekler vermesini bizim entellerin bir görmesini isterdim.
Ve enfes bir şiir sunumu başladı.
Bir güzel yönü de, 23 ulusun şairlerinin toplam şiir söyleşisinin 38 dakikada tamamlanışı idi.
Cumhurbaşkanları bile konuşma ile zaman harcamadı.
Türkiye’de olsa-Sapanca Uluslar arası Şiir Akşamlarında olduğu gibi- yok Vali, yok belediye başkanı, yok milletvekili onca zamanını alır halkın. Bu yetmezmiş gibi şairlerimiz de şiire harcanan zamanın misli misli hikayeler anlatırdı.
Sadece organizasyonun başı Prof. Zoran Ançeviç kısa bir sunum yaptı, o kadar.
Aldığımız zevki bu gönül bahçesindeki siz dostlarım herkesten iyi anlarsınız.
Şairlerin 1-1,5 dakikalık sunumları çok güzeldi.
Hele bir Taiwan’lı şair vardı ki, o bize acayip gelen bir tarzda-Çin Tiyatrolarındaki inişli çıkışlı ses tönu, değişik mimik ve jestlerle- şiirini okumaya başladığında, izleyenler önce kahkahalarla gülmeye başladılar; ta ki, öz kültürlerinin bir gereği olduğunu anladıktan sonra salonda bir alkış tufanı koptu ki, tarifi imkansız.
Gıpta ettim Makedon halkına; şairin kendi kültürünü yansıttığı içindi bu alkışlar.
Yerine oturdu şair, alkış dinmedi; sıradaki şair mikrofonda bir müddet alkışların dinmesini bekledi.
Sonunda Taiwan’lı şair, o nazik üslubu ve özel selamları ile bir selam daha verip elleriyle “yeter” işareti yaptı da dindi alkışlar.
Ne zaman ki Türk şair mikrofona geldi, tabiri caizse turp sıktı bu neşemize.
Kahrolduk.
Nasıl kahrolmazsın ki?
Eski İngiliz sömürgesi olup halen resmi dilleri İngilizce olan iki devletin şairi hariç, bütün şairler kendi dillerinden okudu ve büyük bir dijital panoda Makedoncası gösterildi.
Ama ne yazıktır ki, Türkiye’mizi temsil etmek için seçilen -nasıl bir zihniyetle seçildiği de hepimizin malumu- sözde Türk şair, şiirini İngilizce okudu.
Adı (batası) ;Lale Mürdül
Utandık.
Yerin dibine geçtik.
Lanet okuduk.
Makedonya’lı Türk şair dostumuz Esat Bayram, çıkışta yolunu keserek sordu;
“-Hanımefendi; siz Türk değil misiniz?”
“-Tabii ki Türküm.”
“-Türkçe bilmiyor musunuz?”
“-Tabii ki biliyorum.”
“-Öyleyse neden şiirinizi Türkçe okumadınız?”
“-Otelde unuttum.”
Pek anlayamadık ama herhalde alay etti.
Şair Esat Bayram da ağzına geleni söyledi ama neye yarar?
Bu nasıl bir aşağılık duygusudur?
Bu kadar mı benliğimizi yitirdik?
Hep birlikte düşündük ki, bir gün gelir, edebiyatımız böylesine benliğini yitirmişlerden kurtulur ve Anadolu insanını ve onlar gibi düşünenler damgasını vurur.
Çok mu saf bir düşünce ki?
Belki de biz çok geri kafalıyız.
Ona sorarsanız mutlak öyledir.
Gezimizin tek acı olayı bu batı klonunun şiiri idi.
Bu duygularla Drim otelde istirahata çekiliyoruz.
YORUMLAR
"Bu nasıl bir aşağılık duygusudur?
Bu kadar mı benliğimizi yitirdik?
Hep birlikte düşündük ki, bir gün gelir, edebiyatımız böylesine benliğini yitirmişlerden kurtulur ve Anadolu insanını ve onlar gibi düşünenler damgasını vurur.
Çok mu saf bir düşünce ki?
Belki de biz çok geri kafalıyız.
Ona sorarsanız mutlak öyledir"
Sanırım onada Nobel verecekler, "Aydın" ya kendileri...Tebrik ederim, duyarlı yaklaşımınızı...