- 1257 Okunma
- 12 Yorum
- 1 Beğeni
YA O OLMASAYDI?
Tarih: 26 Ocak 1948.
Türk Milletinin yakın tarihinin en büyük komutan ve devlet adamlarından biri olan Kazım Karabekir altmış altı yaşında- Kızı Timsal’in yedici yaş gününü kutlarken- geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu.
Tam altmış sekiz sene önce bu gün de( 28 Ocak 1948) Ankara Cebeci Mezarlığında toprağa verildi. ( Daha sonra aziz naaşı Devlet Mezarlığına nakledildi)
****
Tarih: 2 Haziran 2014
HDP Ağrı Belediye Başkanı Sırrı Sakık:
‘’Utanç abidesi olan o anıtı( Kazım Karabekir Anıtı ) bu ilden söküp atacağız.’’Dedi.
Hakkında hiç bir cezai işlem yapılmadı.Ama acı olan bu değildi. Acı olan ‘’ Ağrıdan bu utanç anıtını kaldıracağız.’’ Dediği için seçilmiş olmasıydı.
*****
Tarih: 26 Ocak 2016
Kazım Karabekir’in ölümünün altmış sekizinci yıl dönümü…
11 Mart’ı asla unutmayanlar 26 Ocağı çoktan unuttular bile.
Sadece onlar değil. 4 Nisanı unutmayanlar da unuttu.
Hepsini geçtim ‘’ Olmasaydın olmazdık’’ diyenler de unuttu. Oysa o olmasaydı olmazdı.
****
Hareket Ordusuyla 31 Mart İsyanının bastırılması, Balkan Savaşı, Balkan Savaşında Bulgarlara esir düşme, İstanbul antlaşmasıyla serbest kalma, ardından çeşitli görevler, sonra Çanakkale muharebeleri, Alçıtepe kahramanlığı, akabinde Irakta İngilizlerle savaş, sonra Kafkas Orduları komutanlığı, Erzincan ve Erzurum’un kurtarılması, Sarıkamış, Kars ve Gümrü’nün geri alınması…
Ama olmayınca olmuyordu. Ne kadar kahraman olursanız olun yedi düvele karşı savaşıyordu devlet. 30 Ekim 1918 de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmış ve pek çok yer gibi Batum da 24 Aralık 1918 de İngilizler tarafından işgal edilmişti.
Ordu ateşkes antlaşması mucibince silahlarını işgal devletlerine teslim edecekti.
Kazım Karabekir, daha doğrusu o zamanki adıyla Musa Kazım Paşa derin bir of çekti. Üzerinde hâla savaşın tozu, toprağı, teri, kanı vardı ama iş bitmemişti. Yapılması gereken daha pek çok şey vardı. Asıl savaş bundan sonra olacaktı. Bu yeni savaş için silah lazımdı ve Batum’daki depolarda pek çok sahra topu ile Japon mermisi bulunmaktaydı. Bunlar acil olarak işgalden uzak bir şehir olan Trabzon’a nakledilmeliydi ama nasıl?
Bir gemi lazımdı. Hem de Çanakkale Savaşlarının kaderini değiştiren Nusret gibi belki de ileride yapılacak bir savaşın kaderini değiştirecek bir gemi.
‘’ Bir gemi ve Çanakkale ‘’ Dedi, düşündü.
Gözlerinin önünde gencecik, pırıl pırıl bir kız belirdi birden bire. Bu kızı çok iyi tanıyordu. Evet…Evet bu?? Bu kız Safiye Hüseyin ( Elbi) idi. Çanakkale Savaşları sırasında nice koç yiğidin yarasını saran, nice koç yiğit ‘’Eşhedüen La İlahe İllallah ve Eşhedüenne Muhammeden Abduhu ve Resuluhu’’ diyerek son nefeslerini onun kucağında verirken dudaklarına bir damla su damlatan hemşire Safiye kızdan başkası değildi.
Safiye hemşire Musa Kazım Paşa’ya ‘’ Paşam bizim hastane gemimizi unuttun mu? Daha önce az mı silah taşıdık bu gemiyle? Yine taşırız Allah’ın izniyle.’’ Diyordu adeta.
Gözleri doldu. Evet bu iş mutlaka olmalı ve aynen Çanakkale’de olduğu gibi yine Reşit Paşa Hastane Gemisiyle, daha doğrusu Reşit Paşa Vapuru ile olmalıydı.
Reşit Paşa Vapuru da kardeşi Nusret gibi nice tarihler yazmıştı ve bir kez daha tarih yazmak üzere Batum’dan Trabzon’a sefere çıkmalıydı.
Musa Kazım Paşa silah ve Mühimmatı Reşit Paşa vapuruna yükledikten sonra artık oralarda durmanın bir anlamı kalmamıştı. Hemen İstanbul’a gitmeli ve ne yapıp edip kendisini tekrar Anadolu’da bir göreve tayin ettirmeliydi. Zaten komuta kademesi genelde İstanbul’da toplanıyordu. Kimi ‘’ Bu iş buraya kadar ‘’ derken kimi ‘’Daha durun. Asıl savaş yeni başlayacak’’ diyordu.
Kazım Paşa İstanbul’a gelmeden önce bir başka paşa da gelmişti İstanbul’a ve Dolmabahçe Sarayına namlularını çevirmiş olan işgalcilerin gemilerini gördüğünde ‘’Geldikleri gibi giderler’’ Demişti. Bu paşa Elbette ki Mustafa Kemal Paşa idi
Nihayet Musa Kazım Paşa da İstanbul’a geldi. O da gördü düşman gemilerini ve kararlılıkla haykırdı: “Tek dağ başı mezar oluncaya kadar düşmanla mücadele ederek istiklalimizi kurmaya vicdanıma karşı ahd ettim. Ya istiklal ya ölüm’’
Yapılacak olan yeni bir kurtuluş Savaşının iki büyük paşası iki büyük parola belirlemişlerdi.
Mustafa Kemal’’Geldikleri gibi giderler’’ Kazım Paşa ‘’ Ya İstiklal, Ya Ölüm’’ Diyordu.( Mustafa Kemal Nutuk’unun hemen başında ‘’Ya İstiklal ya Ölüm’’ kararlılığını dile getirse de bu söz öncelikle Kazım Karabekir’e aittir. Ama tabii ki çok da önemli değil. Önemli olan yapılacak mücadelenin kararlılığını ifade etmesi.)
Kazım Paşa İstanbul’da öncelikle kendisini Anadolu’ya gönderecek devlet erkanı ile temaslara başladı. Bunlar içinde de ilk olarak yakın dostu Harbiye Nezareti Müsteşarı Miralay İsmet’ten( İnönü) kendisini derhal Anadolu’ya göndermesi ricasında bulundu (28 Kasım 1918). Ancak aldığı cevap hiç de hoşuna gitmemişti: "Bu iş bitti Kâzım, gidip çiftlik satın alalım, sen Kâzım Ağa ol, ben İsmet Ağa olayım." Diyordu bu en yakın silah arkadaşı.
Kazım Paşa aynı isteği 1 Aralık 1918’de Cevat (Çobanlı) Paşa’ya, 10 Nisan 1919’da da Fevzi (Çakmak) Paşa’ya iletti. 11 Nisan günü ise 15. Kolordu Komutanı görevi ile Erzurum’a tayinini çıkarttı. Aynı gün önce Padişah Vahdettin’in huzuruna çıkıp ona teşekkürlerini arz etti ve yine aynı gün Mustafa Kemal’e veda ziyaretinde bulunmak üzere onun Şişli’deki evine gitti.
Baş başa yaptıkları konuşmada Mustafa Kemal’e asıl amacını şöylece izah etti:
“Şarkta Milli bir hükümet esasını hazırlamak ve ordunun kuvvetini muhafaza ederek vahim sulh şartları karşısında milli istiklâlimizi kurtarmak için mücadeleye girişmek… Muhtelif namlar altında oluşan teşekkülleri birleştirmek medeni alemin nazar-ı dikkatini celbe çalışan erbâb-ı hamiyetten istifade etmek ve gerekirse milli bir hükümet kurmak”
Milli mücadeleden ümidini kesmiş olanlar için Mustafa Kemal Paşa "Nafile.. Bir türlü kurtuluş yolu olduğunu anlayamıyorlar. Bilmem basiretleri mi bağlanmış, yoksa cesaretleri mi, ümitleri mi yok, hepsi meskenet içinde." Diyordu ama Kazım Paşa’nın bu ziyaretinde oldukça ketum davranmış, ona bile ser verip sır vermemişti. Yani Mustafa Kemal de kurtuluş çareleri düşünüyor ama Anadolu’ya geçmek, orada bir milli mücadele başlatmaktan bahsetmiyordu. Nitekim Kazım Karabekir ile görüştüğü anda hastaydı ve onun ‘’ Doğu’ya gidip oranın hırpalanmamış kolordusuyla ve mert halkıyla el ele verip istiklal mücadelesini başlatalım.’’ Sözlerine "Bu da bir fikirdir" Diye cevap vermişti.
Kazım Paşa "Fikir değil, karardır." Diye cevap verdi arkadaşına ve devam etti. ‘’ Eğer sen de bir yolunu bulup Anadolu’ya geçecek olursan seni başkomutanım olarak karşılayacağım.’’
Mustafa Kemal yine ketum davrandı: ‘’İyi olalım, düşünürüz.’’ Diye cevap verdi.
Bundan sonrasında tarihin kaderi yine bir vapura bağlıydı. Türkiye’de yaşayan herkes yediden yetmişe Bandırma Vapurunu bilir de Gülcemal Vapurunu bilen neredeyse yok gibidir.
Yaklaşık bir ay sonra Mustafa Kemal de bir vapurla, Bandırma Vapuru ile Karadeniz’e, oradan da Anadolu’nun bağrına açılacaktı ama daha öncesinde Kazım Paşa yola çıkmıştı Gülcemal vapuruyla.
Gülcemal vapuru 12 Nisan 1919 da yola çıktı ve 17 Nisan’da Samsun’a ulaştı. Yani Mustafa Kemal’den bir ay kadar önce Milli mücadeleyi başlatmak için Samsun’a ilk ayak basan Musa Kazım ( Karabekir) Paşa idi. İki gün sonra 19 Nisanda ise Trabzon’a ayak basmıştı.
Aradan bir ay kadar daha zaman geçti. Bu zaman zarfında Mustafa Kemal de İstanbul’dan yola çıktı. 16 Mayıs 1919 da.
Oldukça geniş ve hiç bir ordu kumandanına verilmeyecek yetkilerle donatılmış olarak İstanbul’dan yola çıkan Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919 da Samsun’a ayak bastı. Oradan hepimizin bildiği gibi Havza’da bir genelge yayınladı. Sonra Amasya’ya geldi ve Bir genelge hazırladı. Bu genelgenin hayata geçmesi için iki kumandanın onayı gerekiyordu: Konya’da bulunan Ordu Müfettişi Cemal Paşa ve Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir. Her ikisi de ‘’Evet’’ demediği takdirde bir mücadele başlatmak mümkün değildi.Çok şükür ki her ikisi de ‘’Evet’’ dedi ve tüm desteklerini verdiler genelgeye.
22 Haziran 1919 Tarihli Amasya Genelgesinde özetle ‘’ Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.’’ Deniliyordu. Bu kararlar işgalcileri, özellikle de İngilizleri zıplattı. Mustafa Kemal’in geri çağrılması ve tutuklanması yolunda baskı yapmaya başladılar İstanbul hükümetine.
Bu arada Kazım Karabekir Erzurum’da bir kongrenin yapılması için kolları sıvamıştı ve Mustafa Kemal’e ‘’Gel artık gardaş, gel’’ diyordu.
Ancak o Mustafa Kemal’e ‘’Gel’’ derken Erzurum’da bulunan 15’nci Kolordu Komutanlığına 21 Haziranda, Harbiye Nazırı imzalı bir telgraf gönderilmişti. Bu telgrafta, “zat-ı âlilerinin Mustafa Kemal Paşanın yerine vekâleten tayininiz musammemdir” denilerek yerine kimin atanmasının istendiği sorulmaktaydı.
Kazım Karabekir Paşa yazdığı cevabi yazıda, böyle bir atamanın yapılmasını kesinlikle doğru bulmadığını ve Mustafa Kemal Paşanın değiştirilmesinde isabet görmediğini belirtmiş ve şunları söylemişt:
“Büyük kumandanların sırasıyla ve birer bahane ile ortadan kaldırılması suretiyle daha kolay mahv-ü münkariz edileceğimiz kanaati umumu sarsmış olduğundan eğer ahval-i sıhhiyesinin ifâyı vazifeye mâni olmasından başka bir sebep yoksa Mustafa Kemal Paşanın Müfettişlikten infikâki tehlikeli olacaktır...”
Bu arada Mustafa Kemal 26 Haziran 1919 da kesin kararını( Yani Sine-i Millete dönme kararı) Tokat’ta açıkladı:
“Hiçbir savunma aracına sahip olmasak bile, dişimiz ve tırnağımızla, zayıf ve dermansız kolumuzla mücadele ederek şeref ve haysiyetimizi, namusumuzu müdafaa etmeyi zorunlu görüyorum. Tarih, bize vatan uğrunda canını, malını esirgemeyen milletlerin asla ölmediklerini, hala yaşadıklarını göstermektedir. Ben hayatımı hiçbir zaman milletimden üstün görmedim ve görmeyeceğim. Her an memleketim için şerefimle ölmeğe hazırım”
Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekiler bir haftalık yorucu bir otomobil yolculuğumdan sonra 3 Temmuz 1919 tarihinde, halkın ve askerlerin içten gelen samimi gösterileri arasında Erzurum’a geldi. Her an askerlik görevinden, dolayısıyla da elindeki yetkilerin alınacağından dolayı üzgündü. Ama Kazım Karabekir ona o kadar güzel şeyler söyledi ki.
Ne mi söyledi? Okumaya devam o zaman.
“Müfettişlikten, hatta askerlikten çekilmenize hiç teessür duymadan karar verebilirsiniz. Size mukaddesâtım namına söz veriyorum. Size müfettiş olduğunuzdan daha ziyade hürmetkâr bulunurum. Sizi millete tanıtmak ve halkın ve ordunun hürmetini üzerinizden ayırmamak vazifemdir. Daha İstanbul’da iken doğuya gelmenizi rica ettiğimizi hatırlayınız. Müfettiş değil, bir ferdi millet dahi gelse idiniz, sizi başlayacağımız istiklâl mücadelelerinde re’sikarımıza çıkarmayı( Bu hareketin önderi yapmaya) daha o zamandan karar vermiştim. Erzurum Kongresi esaslarında fikirler birleştikten sonra millî kuvvetle işe başlarız.”
Mustafa Kemal kendisinin ordudan azl ettirileceğinin kesin olduğunu öğrenince 8 Temmuz 1919 da kendisi bu görevinden istifa etmiş ve istifası ile ilgili telgrafı hem İstanbul Hükümetine, hem de Padişaha göndermişti.Ancak işgalciler için bu yetmiyordu. Mutlaka Mustafa Kemal ve onunla Samsun’a çıkan Refet Bele’nin tutuklanarak İstanbul’a getirilmesini istiyorlar, bu yönde baskılarına devam ediyorlardı. Bu baskıların sonunda Kazım Karabekir’e şöyle bir telgraf geldi:
“Erzurum’da 15. Kolordu Komutanlığına
Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Hükümet kararına muhalif fikir ve hareketlerinden dolayı hemen yakalanması ve İstanbul’a gönderilmeleri Bâb-ı Âli’ce tensip olunup mahalli memuriyete lazım gelen emir verildiğinden kolorduca da ciddi yardımda bulunulması ve neticeden malumat verilmesi rica olunur.
Merkez Dairesi 2733
Harbiye Nazırı Nazım
Yani Kazım Karabekir’den çok açık ve net bir şekilde Mustafa Kemal’i tutuklayıp İstanbul’a göndermesi isteniyordu. İstenmesine isteniyordu ama Kazım Karabekir aynen şu cevabı verdi yukarıdaki telgrafa:
Erzurum, 1 Ağustos 1919,
Harbiye Nezaretine 30. 7. 1919 Merkez dairesi 2773 sayılı şifreye cevap.
‘’Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Hükümet kararına muhalif hal ve hareketlerinden dolayı yakalanmalarıyla İstanbul’a gönderilmeleri hakkında mahalli memuriyete emir verildiği için kolorduca ciddi yardımda bulunulması emir buyuruluyor. Hükümet kararları ve siyasetinin ne olduğunu bilmiyorsam da Erzurum’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın fiil ve hareketlerinde vatan ve milletin maksat ve menfaatlarına ve mevcut konulara muhalif sayılabilecek hiçbir hal ve hareketinin olmadığını görüyorum.
Mustafa Kemal Paşa gibi Memlekette namusuyla ve seçkin askeri vatanseverlik ve hizmetleriyle tanınmış ve askerin de pek ziyade hususi hürmetini kazanmış, bilhassa 20 gün evvel memleketin yarısına kumanda etmiş olan hal ve hareketlerinde vatan ve millet menfâatlarına aykırı hiçbir şey hissedilmeyen ve görülmeyen bir zatın tevkifine kanuni bir sebep olmayacağı ve… halk ve ordu gözünde de iyi bir hareket olarak telakki edilemeyeceği için kendisini tevkif ve kolorduca bunun için yardımda bulunulmasına halin ve vaziyetin katiyen müsait olmadığını arz ederim’’
Özetin özeti: Hastirin oradan namussuzlar! Bende Mustafa Kemal’i size verecek göz var mı?’’ Demişti.
Ve akabinde yine Mustafa Kemal’in huzuruna çıkmış ve şunları söylemişti:
‘’Kumandamda bulunan zabitin ve efrâdın hürmet ve tazimlerini arza geldim. Siz bundan evvel olduğu gibi bundan böyle de bizim muhterem kumandanımızsınız… Emrinizdeyim, Paşam.’’
Yok…Sonrasını yazmayacağım.
Ülke düşmandan kurtulduktan sonra Mustafa Kemal ile Kazım Karabekir arasında yaşanan tatsız olaylara değinmeyeceğim. 1924 den 1938 e kadar olan dönemde Kazım Karabekir’in Şeyh Sait isyanının kışkırtıcılığından, Atatürk’e suikast girişimi sebebiyle idamla yargılanmasına, tam on dört sene boyunca devamlı gözetim altında bulunmasına, yazdığı kitapların yakılmasına filan dokunmayacağım. Sadece şunu sorup bitireceğim:
Atatürk olmasıydı biz olmazdık. Eyvallah… Peki Kazım Karabekir ve onun bu müthiş sadakatı olmasaydı Atatürk olur muydu?
Evet…Hepsi bu kadar. ‘’Ruhları şâd olsun.’’ Deyip noktalayalım.
RESİMLER:
1- Çocukluk ve gençlik yıllarımda İstanbul’da çok bindiğim ama kesinlikle böyle bir kahramanlığından haberdar olmadığım Reşit Paşa Vapuru: Meğer bizim ‘’Halâs’’ diye bindiğimiz vapur Çanakkale Savaşlarının kahraman hastane gemisi ve Milli Mücadelenin ilk cephanelerini taşıyan bir gemiymiş. Sonra Deniz İşletmeleri tarafından yolcu vapuru haline döndürülüp adını ‘’Halâs’’ olarak değiştirmişler.
2-İlk hemşirelerimizden Safiye Hüseyin/ Elbi
3- Çanakkale Savaşlarının efsanesi: Nusret Mayın Gemisi.
4- Kazım Karabekir’i 17 Nisan 1919 da Samsun’a, 19 Nisan 1919 da ise Trabzon’a ulaştırtan Gülcemal vapuru.
5-19 Mayıs 1919 da Mustafa Kemal’i Samsun’a ulaştıran Bandırma vapuru.
6-Erzurum Kongresi delegeleri ve Mustafa Kemal Atatürk.
7- Kazım Karabekir ve Atatürk.
YORUMLAR
Hocam her başarının arkasında mutlaka birileri vardır tek başına bu kadar başarı tabiki olamaz Zincirin zincir olması için halkaları olması gerekir o zincirin halkalarından biride Kazım kara Bekir olmuş onun geri planda kalmasının nedenide Atatürk le son zamanlarda nedense ayrılığa düşmüş olması dır Karadenizde Topal Osmanın da bu zincir halkasından bir tanesi bence Bu Vatana katkıları çok çok büyüktür Hep birlikte bu Vatanın Vatan olmasını sağlamışlar hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum Ruhları şad olsun saygılarımla
Sevgili Kardeşim,
Konuyu çok güzel seçmiş ve bu adı unutturulmaya çalışılan kahramanın ismini de yad etmişsin.
Onu anlamak için yazmış olduğu ,içi vesikalarla dolu olan İSTİKLAL HARBİMİZ isimli eserini okumak gerekir. Bu eserinde kendi ruh dünyasını da çok güzel yansıtmıştır.
Allah onlardan razı olsun .
Sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Bu arada hemen şunu da belirtmek lazım: Bazı insanlara göre Tanrı zaten yoktur. Hatta tanrının bizi değil de bizim tanrıyı yarattığımıza inanlar bir hayli fazladır. İşte onlara sormalı aslında Tanrının yok olması size ne kazandırıyor, daha mı insan oluyorsunuz? Daha mı mı insanlık için kendinizi adıyorsunuz? Tanrı yok diye daha mı sevgi, saygı, hoş görü ve hepsinden önemlisi iç huzura sahipsiniz.
Sami Bey....
Anaokulu konusu sanırım sizin "Gürbüzler Okulu" denilen uygulamadan farklı bir durum.Kazım Karabekir ve Eğitim adlı kitapta -Köstüklü-Kazım Paşa'nın ağzından çıkan şu cümlelere yer verir:
-1920-21 yıllarından ERzurum ve Sarıkamış'ta anaokulu açtırdım.....Mesela Sarkamış anaokulu için Rusya'dan okul levhaları,oyuncaklar,boya ,tutkal getirtmiştim...
"İlk Beşler" önemli...
Bekleyip okuyacağız.Ki Milli Mücadele'nin başında iç içe olan beşlerin,çok uzun zaman geçmeden farklı değerlendirilmesini de çok iyi analiz etmeli tarihçiler ki haksızlık sürgit devam etmesin diyorum...
sami biberoğulları
Ana okulu biraz daha farklı gibi görünüyor. Ona bir bakacağım artık.
İlk beşlere ise çok geniş yer ayırmak lazım ama uzun ve seri yazılar pek okunmuyor. Ayrıca isteseniz de istemeseniz de sonu acı ve hayal kırıklığı olan olaylara dokunmak zorunda kalıyorsunuz, bu da ardı arkası kesilmeyen tartışmalara, polemiklere sebep veriyor. O bakımdan uzun uzun bir şey yazmayı düşünmüyorum şimdilik.
Selam ve sevgiler.
Hainlerin çok olduğu yerde masumlar susar oldu.
Yıllarca Atatürkün arkasına gizlenerek boy gösteren bu bölücüler
maalesef solun elindeki bütün,dernek,sendika,federasyon,konfederasyon
hebsini birer birer ele geçirdiler.Ama onlara bu fırsatı verenler hala
vatanını seven insanlarla uğraşıyor.Yüce Allah büyüktür.Bir gün hepsi
cezasını mutlaka çekecek.Teşekkürler bunları hatırlattığın için.
Selamlarımla..
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Değerli hocam, 'muassır medeniyet seviyesi' vizyonuna sahip, bu vizyonun tarihsel, toplumsal gereklilikleri ile dayanaklarının nesnelliğinden emin, politikasını milli iradeye bağlı olarak yürütecek her lider, milletinin makus talihini yenmek için kendisiyle yola çıkanların sonuna kadar kararlılıklarını korumalarını öngürür, şart koşar...
[Bugün de ortadaki çekişmenin nedeni budur!... 'Makus talihi yenme' politikasının kararlılığı, bu tarihi aşamanın önünde set olmaya çalışanlar tarafından zaafa uğratılsın, eskisi gibi meydanı domine edebilecekleri bir istikrarsızlık ortamına evriltilsin!...]
İşte, Atatürk buna meydan vermedi!...
Ne yaptıysa Türk Milleti için, Türk Milleti ile yaptı!...
Dolayısıyla, K. Karabekir gibi bu milletin seçkin evlatları anlar bunu, en başta...
Evet, onlar olmasaydı olmazdık!...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Onlar birbirini anladı da biz onların birbirini anladığını anlayamadık.
Selam ve sevgilerimle.
Milli mücadelede kenetlendiler tek yürek tek bilek oldular da ne olduysa kazandıktan sonra Cumhuriyetin ilanı ve devamında oldu. Bu yazının devamı gelecek mi?
mustafa armağan gibi bir yalancıdan okumak istemem siz yazın rica ederim
Baki selam ile
sami biberoğulları
Bu yazının devamı yok. Bu kadardı bu.
Bundan sonrası için ''Uğur Mumcu - Kazım Karabekir Anlatıyor' u okuyabilirsin.
Hiç bir şey katmadan ya da çıkartmadan olduğu gibi yazmış. İnternette bulabilirsin.
Selam ve sevgilerimle.
Filiz Şahin.
sinan meydan'ın PANZEHİR adlı kitabını herkese öneririm bu arada katmadan eğip bükmeden anlatmış belegeli
Uğur MUmcu yazmışsa kesin doğrudur zaten bri kitap daha alalım zenginleşelim
Ve Kazım Paşa....
Üzerinde düşünülmesi,okunması ve yeniden okumalar yapılması gereken önemli tarihi kişilerden/kişiliklerden birisidir.
Onun belki de pek az bildiğimiz yanı "Okul Öncesi Eğitim Kurumlarına" yani "anaokullarına" verdiği önemdir de.
1919-20'lerde Sarıkamış'ta kurduğu anaokulu da bilinen bir olay değildir ne yazık ki...
Tarihi sevenlere onun hakkında yazılmış M.Armağan'ın bir kitabı olan "Kazım Karabekir'in Gözüyle Yakın Tarihimiz" adlı kitabı tavsiye etmek isterim.
Gülcemal adlı vapur da sadece "Dedemin İnsanları "filminde adı geçen Girit göçmenlerini taşıyan vapur olarak da kalmamalı bence de.
Okunmaya değer yazı için teşekkür ederim Sami Hocam..(Yahu "Hoca" camide değil,hayatın her alanında olan ve kullanılan Farsça bir kelimedir de...Üstelik en az yedi anlama da gelmekteymiş.)
Bu arada tarihçi Cemal Kutay'ın "İlk Beşler" kavramına da kafa yormak,araştırıp öğrenmek zamanı gelip de geçmektedir kanımca.
A.F.Cebesoy,K.Karabekir,M.Kemal Paşa,Refet Bele,Rauf Orbay'a.
sami biberoğulları
Kıymetli yorumlarınızla bana atladığım bazı hususları hatırlattığınız için çok çok teşekkür ederim.
Kazım Karabekir'e ''Yetimler Babası'' Ünvanın verilme sebeplerine, onun askeri okullara ve yurtlara yerleştirdiği m,nik çocuklara ''Gürbüzler Ordusu'' adı verildiğine dair bir şeyler yazmıştım daha önce. Ana okulu dediğiniz bu mu yoksa başka bir husus mu bilemiyorum.
Gülcemal dışında aslında o kadar çok kahraman gemilerimiz var ki. Mesela Çanakkalede Nusret dışında Sultanhisar vardır, Muavenet-i Milliye vardır ama adlarını ve oynadıkları rolleri bilmeyiz.
İlk beşlere ise bu günkü yazımda hafiften dokunacağım inşallah.
Selam ve sevgilerimle.
Merhaba Hocam, yazını dikkatle okudum ve çıkardığım sonuç; Önemli olan vatansa gerisi teferruattır diyen Kazım Karabekir Paşa, yüreğinde vatan sevgisi taşıyan yürekli yiğitlerle takım çalışması yapmaya karar vermiştir.
Takım çalışması olmadan bu başarı tek başına kazanılamayacağı gibi tek başına birine mâl etmekte doğru değildir.
Kazım Karabekir Paşa, Atatürk'ü korumakla, onunla takım çalışması yapmakla vatanına verdiği değeri çok iyi göstermiş zaten.
Sonrasında vatanımız sülük sürüsünden kazınarak temizlenmiştir ama malum sülükler kan emici oldukları için bu savşlarda çok kan kaybettiğimiz de aşikardır.
Şimdi kalkıp o zor günlerde dişiyle tırnağıyla savaşmış adamları karalamak kimsenin haddine değildir. Değildir ama siyasetin kaypaklığı her şeyi kaydırdığı gibi eğriyle doğruyu da kaydırarak karıştırmıştır.
Başka ne denebilir ki; Vatan savunmasında yüreği ile savaşanların ruhu şad olsun.
Emek verip araştırdığın yazını Tebrik ederim, selamlar.
sami biberoğulları
Dediğin gibi: Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.
Selam ve sevgilerimle
Hocam, oldukça aydınlatıcı bir makale yazmışsınız, elinize sağlık.
Çok haklısınız; etrafında o aydın ve cesur komutanlar olmasaydı, Atatürk elbette tek başına Kurtuluş Savaşını zor kazanırdı.
Aslında benim yorum yazmama neden olan mesele daha başka.
İyi bir tarih bilgisine sahip olduğumu söyleyemem malesef. Meseleleri gün ve günce açıdan değerlendirip ileriye dönük fikirler beyan etmeyi yeğlerim genelde. Acemi uslubumu bağışlayın lütfen.
Hepimiz, kurtuluş savaşının başarıyla sonuçlanıp bittiğini zannederiz.
Evet; ülke düşman işgalinden kurtarıldı, Cumhuriyet kuruldu, demokrasi geldi....
Şimdi duraklamadayım!
Demokrasi geldi mi, geldiyse neden köklü kalmadı, yoksa; gelişine ara mı verdi de; şu an içinde bulunduğumuz durumu yaşıyoruz?
Veya kendini gösterip bir süre sonra geri mi çekildi?
Sağlam gelse, gitmezdi; halen getirmeye çalıştığımıza(!) göre, gitmiş demektir. Çağırmakla, bağırmakla da geleceğini sanmam.
Bana kalırsa; biz kurtuluş savaşının büyük muharebesini kazandık da, sonuna noktayı koyup, -Almanların becerdiği gibi-, yeni bir çağ açamayı beceremedik halen. Dolayısıyla; bizim Kutuluş Savaşımız henüz bitmedi, kolay kolay da biteceğe benzemiyor. Şimdiki savaş, Kurtuluş Savaşından daha da zor olacağa benziyor.
Neden derseniz; o zamanlar halk bir birlik içindeydi ve bildiğimiz birkaç düşmanımız vardı; şimdi ise yüzlerce öbeklere bölünmüş durumdayız, baştan tutun da, en alt kesime kadar nerdeyse, -biraz abartayım- birbirine düşman olmayan kesim yok memlekette.
Bu konu hakkında da aydınlatıcı yazılarınızı okumayı çok isterdim...
Selam ve saygılar
sami biberoğulları
Bizim ülkemizin en büyük sorunu kavram kargaşasıdır.
Düşünün ki bu ülkede daha demokrasi denen kavramın ne olduğunu tam olarak tarif edebilen bir tek Allah'ın kulu yoktur. Evet belki fazla iddialı bir söz oldu ama öyle.
Yaklaşık herkesin kendine göre göre bir demokrasi anlayışı vardır bu ülkede.
Bir diğer önemli kavram hukuktur. Bu gün ülkede sağcısı-solcusu, ilericisi gericisi kime sorarsanız sorun size ülkede hukuk yok diyecektir. O halde hukuk nedir? O da cevapsız bir soru.
Üçüncü olarak da laiklik.
İnanın size en az on tane laiklik tanımı yapabilirim.
Bu kadar kavram kargaşısı ne demektir? Cevabı basit: Kaos demektir. Kısır döngü demektir.
Yaşadıklarımız da budur işte.
Haaa. Bir lider çıksa ve dese ki ''İşte demokrasi, hukuk ve laiklik budur'' Kabul edecek miyiz? Hayır. Çünkü asıl belamız herkesin her şeyi, bir diğerinden çok daha fazla bilmesidir(!)
Kanuni Sultan Süleyman ile Hz. Süleymanı aynı kişi sanan insan gelip de bana tarih dersi vermeye kalkarsa varın siz nerelerde olduğumuzu anlayın artık.
Selam ve sevgilerimle.
Evet Ağabeyim kahramanları yâd etmek kadar güzel ne olabilir ki? Dediniz ve bu güzel yazıyı kaleme aldığınız için çok teşekkür ederim.
Selam ve Dualarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.