- 818 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
BİLMEK, BİLDİĞİN GELMEDEN BİLEBİLMEKTİR…
BİLİNEN ve GÖRÜNENDEN, BÜYÜK OYUNU ÇÖZEBİLMEYE GİDEN YOLUN ALACAKARANLIĞINA YAZILAR:
Hepimizin geri çekilme zamanları var... Bir şeyin gelip “dayanılmaz”a vardığı yerden bahsediyorum. Geri çekilmek tabir ediliyor. Yani -ricat- ediyorsunuz.
Ricat, içselleştirmeden, tam isimlendirme ile belki -inziva-ya gidiyor ! Yani, insanın kendi duyumsama ve düşünmeleriyle hesaplaşmalar yaptığı yalnız kalışlara…
Bendeniz; -bilmek, bildiğiniz henüz gelmeden bilmektir- tamgörüsü- olarak söyledim. Bire bir karşılayacak mı bilmiyorum ama, şunları ayırabilmeyi denemek istiyorum:
Madem ki gelmesi kaçınılmazda muhtemel olanı henüz ve daha gelmeden, teorik olarak bilmenin tamgörüsüdür dedik. O zaman bu ricat olur mu ? Olması konusunda isteğinizle alınmış bir kararınız yoksa ve bunu ricattan içselleştirmeye yakınlaştırsak, sonuç; duyumsama mı yoksa düşünseme boyutunda mı “inziva”ya sürükler insanı ?!
Akılın geçici tutulması mı, yoksa duygunun bir sonraki açılımlar için yenilenmeci kırılması nedenli midir inzivaya giden içselleşmeci ricat ?
Bir içedönüş olarak ricat, eğer içselleşmeyle değişiyorsa inziva olgusuna yol açabilir. Münzevi olmuşun, yani kendiyle hesaba oturmuşun seçilmiş, kabul edilmiş, belki de zamanlı ve geçici olan “artık takmıyorumcu” yalnız kalmaya zorunlu oluşudur.
Bildiğiniz henüz gelmemişken ve bildiğinizi “genel insan çoğulsal doğrusu” ön bile göremiyor iken üstelik...
Tutulma ve kırılma nedenimize akıl-duygu/inziva-münzevi bağlamında, emperyalizmin korkaklığı ve üstten bakan aşağılayıcı saldırganlığının ricatıdır diyebilir miyiz ?
Gelmemiş olanı, ‘henüz’ bile değilken bilmek, cevabı sadece birilerinin gizlisinde, soyut düşünce potansiyelinde iken ‘sorunun cevabını bilmek’ kerametçiliği midir ?
Ben olgulara hiç böyle anlam yüklemedim... İçinde gizem ve geleceği görmek var.
Bakışımız, bir yerlerin bizden veya toplumsalımızdan önce ve bize yönelik bildiklerini, birbirinden farklıymış görünen çok ilgisiz olgularla bağlantılandırarak sorulaştırmaktır.
Olabilecek muhtemel cevaplara bakarak sorulaştırmak şeklindedir. Sorulaştırmak ise eğer; aklın soyut cevaptan, mantıklı bir somutta dizgelemesi ile çözmesi eylemi vardır.
Somutlaştırmabilme yetisi yoksa eğer, cevaba sorduğunuz soru, anlamsızlığa sorulmaktan başka bir işlev görmez ! Soru akılla sorulmalıdır ? Maalesef ve çoğunlukla, duygusal sor(u/a) bilen toplumuz !
Düşüncede somutlandırılır soru... Bu nedenledir ki, bilmeye eklemek dediğimiz “bilim” ve eylemi teori, pratiklerin diyalektiğine giden bir yerde durmaktadır.
Duygusal kavramlardan bakıp, bundan sadece türetilebilen, ama üretilmesi mümkün olmayan sorular ve bunları düşünceleştirmek komedisi bireyi de, toplumsalı da sayıklamalar şeklinde bir zırvalar bütününden öte nasıl bir feraha çıkarabilecektir ki ?
Tanımlamakta zorlandığınız bunca olgu varsa, cevabı olmayanlar manzumesi soru yoğunluğunda yaşamak, sizi sürekli münzevileştirir. İnzivalardan çıkamaz olursunuz...
Peki ve öyleyse, tanımlayamadığımız algı/olgularımız, en kibar söylemle ne halde durmaktadır ? Bulacağımız cevap bizi ve birey/ ulus toplumsal gerçeğimizi en acıyla hissedilen bir farkında olmaya götürecektir ! Acının en yoğununda bir algılama “güzel acıdır” ! Uyarıcı ve uyandırıcılığındadır, o “güzel” sıfatını hak edişi Bunu anlatmak istiyorum.
Bu cümleden devamla, açıklanamaz ve tanımlanamazlarda kalmak, öncelikle insan tanımları dışında olmaktır. Güç odaklarına, ilahi komedilere ve gizemciliğe değer yüklenmişliğe giden yol, çoğunlukla insanın duyumsama bölümlerine hitap ediyor.
Öyleyse bu bilim dışılıktan akıl, oradan da duygu dışılığa varma süreci, emperyalizmin insanı -insanlık dışına- çıkarma eylemidir.
Akıl-bilim ve düşün-duygu sürecine, emperyal ve sömürgeci ucubeliğe karşı mücadele “irade”si ekleyerek, -insan-a bir tanımda biz yapmış olduk diyebiliyorum !
Çünkü, “geçici mutlak(!)” dayatmalar yapan emperyalizmde, tam bunu öneriyor ! Bunca akıl dışılık çizgisinde, duygu/duyumsama öneren bir gerçektir artık bu…
Bu kadar bilim, tekno ve modernite imgeleri kullanarak, bunca postmodern önermeler faşizmine vardırdığı gericiliklerle, en büyük gerici olan emperyal kapitalizmin yeni türedi bir tipolojisini teşhis ediyoruz:
Ortodoks ve doğmatik ve küresel statükocu, 15.Yüzyıl bilim mistikliği resmi tarihli ve elbette yeni (önermeli) Emperyal kapitalizm... Ya da ana veya asal temelde en büyük finans faşizmiyle gerici emperyalizm ve piçi yeni kapitalizm !
Akıl merkezli bir çıkış noktalılık veya duygu çıkışlı bir merkezde, ‘bilim insanı’ ya da çözümleyen toplum bireyi olarak demek istiyorum: Sorunsalına çare olan cevaplar bulacaksa toplumsalcı birey, bulduğu cevabi sorular, öznel ve nesnel doğru kargaşasından, toplumsalına özgün sorular doğrusuna varabilecek midir ?
Buldukları ne kadar ikna ediciyse, o oranda toplumunu, insan tanımına ve özgüğrlüğüne götürebilecektir !
Birey olarak duygu dengemize şerefsizce saldırıyor. Düşünme dizgemizi suskunluğa ve inzivalara götüren, görünmez saldırılar yapıyor ! Bu yüzdendir ki işte; İstiklal-i tam Türk ve ülkeye, 1923 Türk Aydınlanma Devrimi’ne ve Atatürk yoluna düşünsel olarak iman edilmişlik gerçeği, şerefsizleşmeye direnmek ricatıdır.
Birey ve toplum olarak mutsuzluğumuzun nedeni bundandır. Ne geçmişimizi ne de geleceğimizi göremez hale getirdiler.
Şerefsizler sürüsü emperyalizmin kulları, onurlu ve direnen tam bağımısız Türk bireylerinden oluşmuş ulus toplumsalımızdan korkmaktadırlar. Bir kişi bile kalsa korkmaktadırlar !
İşte bu nedenledir ki, utanmazca ve kendileri gibi sömürgeciliğin kullarına kul olmuşlara güruhu olsun diye herkes, saldırganlıklarındaki acımasızlıklarınında sınırı olmayacaktır !
Şerefsizliğe direnen, aklını ve duygularını haraç/mezatlara dökmemiş Türk insanından oluşan Türk Ulusu’na, inandığınca yaşamak mücadelerinde selam ve saygılar gönderiyorum.
Yaşasın, Kuvva-i Milliye’ci Türk aydınlanması 1923 çizgisi !
Yaşasın, Türkçe ve türk(ü)lerin anlamında bir güzel hayat ve bu amaçlı yaşamayı göze almış Türk insanı !
Yaşasın, “istiklal-i tam” Türkiye Cumhuriyeti !
Beyni ile midesi, yüreği ile bel aşağıları yer değiştirmişlerden olmayacağız.
Geneli oluşturan bireyci ve özel soysuzlar toplamına katılmayacağız.
Göktürkmen
A.Kutlu Ayyüce
Kasım.2007
Ankara