- 674 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BİTMEYEN YOL
BİTMEYEN YOL adlı kitabımdan özet...
Osmanlı 1878 Berlin antlaşması ile “Ermenilerin emniyetini Kürtlerden ve Çerkezlerden koruyacağını” taahhüt etmiştir. Bu antlaşmaya dayanarak 1880’den sonra Ermeniler örgütlenmeye başladılar. Farklı görüş ve düşünce içinde olan bu örgütlerin arasında Hınçak komitesi gibi sosyalist eğilimli olanlar da vardı. Sonraki yıllarda İttihat ve Terakki ile çeşitli ortak çalışmalar yaparak, 1902 ve 1906 yılında yapılan kongrelere katılacaktır.
Hınçak komitesi öncülüğünde yapılan ilk büyük Ermeni isyanı 1894 yılında Sason’da meydana geldi. Eski devirden itibaren Ermeni, Kürt ve Arap unsurların barış içinde, bir arada yaşadıkları Sason ilçesi, bu gün Van gölünün güneyinde Batman il sınırları içinde yer almaktadır.
1896 yılında Ermenilerin, Osmanlı bankası’nı basmaları üzerine, Ermeni mahalleri kalabalık guruplar tarafından yakılıp yıkılması ile başlayan gerginlikleri kızıştıran Emperyalist devletlerin, bir takım vaatlerine kanan Ermeniler, tarihin karanlık sayfası içinde ikinci defa Emperyalizmin oyununa geldiklerini çok geçte olsa anladıklarında iş işten geçmiş ateşin ortasında kalmışlardı.
Kraliçe İsabella ve Kral Fernando’nun zalim engizisyon uygulamaları ile yönettikleri Endülüs’ten ( İspanya) 1492 de kovulan Yahudiler Osmanlı gemileriyle kaçıp canlarını kurtarabilmişlerdi. Osmanlı topraklarına geldiklerinde beraber getirdikleri inanç ve kültürlerinden Anadolu halkı da etkilenmiştir. Bu tür inanç kültürüne yabancı olmayan Anadolu insanı günümüze kadar gelen bu tür uygulama ile iplik, bez, çaput, eşarplar bağlayarak sıkıntılarına medet ummaktalar.
Köyünden ve civar köylerden başka ne bir kasaba, ne bir şehir görmemiş olan bu zavallı adam Yunus gibi yaşam boyu çile doldurmuştur köyünde. Defin edildiği gece mezarının üstündeki ateşi, ruhani bir ışık gibi gören küçük bir kız çocuğun anlattıklarına inanan köy halkı, bu garibin mezarına değer katmaya devam etmekteler. Oysaki yeni mezarların üzerine belli bir süre akşamdan ateş yakarlar. Çakal, Kurt gibi yırtıcı hayvanlar mezarı açıp cesedi yemesinler diye uygulanan bu harika icadı, geceleri ortaya çıkan bir Nur gibi anlamak kendi içsel inanç dünyalarına yolculuk yapmalarında sakınca görmemişlerdir. Burada biz de onların bu inançlarına saygı göstererek köye giriş yapalım.
Sivas, bağrında Pir Sultan, âşık Veysel gibi, âşıklar, şairler, ozanlar ve nice âlimler yetiştiren şehirdir. Sistemin göz yumduğu yobazlar, bağnazlar tarafından aydınların katledildiği şehirdir.
Mezopotamya ve arasında kervanların geçtigi bölgede olduğu için Selçuklular döneminde tüccarların uğradığı bir merkez haline gelmiştir. Konya’dan sonra en çok Selçuklu eseri Sivas’ta bulunur. Şehrin adı, antik dönemde adı olan Sebastia sözcüğünün evrimleşerek Türkçeleşmesiyle bu gün ki halini almıştır. Sebastia ismi Yunanca da “Saygı değer yüce“ anlamına gelir.
1172 tarihinde II. Kılıç arslanın kuşattığı şehir, 1175 de kesin olarak Selçuklu devleti hâkimiyetine girmiştir. Sivas 26 Haziran 1243 de Moğollar tarafından işgal edildi. Sivas kadısı Kırşehirli Necmettin, Moğol komutanı boycu Noyin’e rica ederek şehri yıkılıp, yakılmaktan kurtarır. Halkın kılıçtan geçirilmemesini sağlar. Ancak Sivas Moğol askerleri tarafından üç gün aralıksız yağmalanmaktan kurtulamaz.
Selçukluların kendi içinde Baba İshak (1240) gibi benzer isyanlara karşı yaptıkları savaşlar sonucu ve babadan oğul’a geçen yönetimler sonunda 1380 de ölen Ali bey’in oğlu ikinci bey’i indiren, Kadı Burhanettin yarım yüz yıla yakın hüküm sürmüştür.
Bu tarihten itibaren Osmanlı himayesinde olan şehir bir kez daha Timur (1336-1405) tarafından işgal edilecektir.
Türk-Moğol boylarından biri olan Barlaslar’a dayanan Çağatay Emiri Timur tarafından kurulmuştur. Timurlular devleti hükümdarı olan Timur, bir savaş sırasında ok ile ayağından yaralanmıştır. Bu yüzden adının sonuna Farsça “topal” anlamına gelen “Lenk” sıfatı eklenmiştir. Türkler ona “Aksak Timur” derlerken, Batılılar “Tamerlan” demekteydiler.
“Kıymetli Bahadırlar sayesinde pek çok yer fethettim ve 27 ülkenin Hakanı oldum” diyen Timur 1402’de yapılan Ankara savaşında I. Bayezid’i mağlup etmesi Osmanlı devleti tarihinde unutulmaz yer tutar.
1399’da Yedi yıl süren Anadolu seferine çıkan Timur,180 Bin askeriyle Sivas şehrini ansızın kuşatır. Şehrin üzerine top ve mancılık yağdırdı.18 gün dayanabilen şehir üç gün yağmalandı, birçok esir alındı, müdafiler diri - diri toprağa gömüldüler.
Anlatılan bir rivayete göre, şehirde taş üstünde taş bırakmayan, önüne geleni kılıçtan geçiren Timur emir buyurmuş: “bana bir sakallı getirin“ diye. Çoğu öldürülen yaşlılardan sağ kurtulanlar mağaralara saklandıklarından, şehri bir uçtan diğer ucuna tarayan Timur’un adamları nafile sakallı bir adama rastlamamışlar.. Timur’un yaşlı, bilge aradığını duyan genç bir çocuk çıkmış karşısına.
- Sen kimsin a be çocuk, ne istersin?
- Duydum ki sakallı bir yaşlı ararmışsın.
- Evet, ama sen daha çocuksun… “Üstelik sakalında yok” deyince...
- Tekenin de sakalı var… “Ama akıl dediğin yaşta değil başta olur.” Diye hazır cevap veren
çocuğun sözlerinden etkilenen Timur:
- Madem öyle, de bakim benim bu şehirde yaptıklarıma ne dersin?
Timur’un etrafında el pençe sıralanmış Paşaların, yaverlerin ve Dalkavukların meraklı gözlerini süzen çocuk biraz düşündükten sonra:
- Şehri yönetenler zalim olmasalardı Tanrı seni bize zulüm olarak göndermezdi. Diye cevap verince, bu sözlerden etkilenen Timur Sivas’tan ayrılmış.
Anadolu’dan sonra 1404 yılı kışında Çin seferine çıkan ihtiyar Timur yolda hastalanır ve Çin sınırındaki Otrar şehrinde konaklar.
Hekimbaşı Fazlullah apaçık ölüm vaktinin geldiğini söyledi. Komutanlarını, has adamlarını ve orduda bulunan torunlarını yanına toplayan Timur, ölüm döşeğinde bir konuşma yaparak çeşitli vasiyetlerde bulunduktan bir süre sonra ölür.
Sivas üç vadi arasındadır. Üç su, Üç yol, Üç kültür anlamına gelen Kızıl ırmak havzası kenti iç Anadolu iklimine bağlar. Yeşil ırmak, Karadeniz, Fırat havzası ise doğu Anadolu iklimine bağlar.
Şehirde hüküm süren kötü yönetimler tarafından katliamlara maruz kalmış azınlıkların yanı sıra Alevilerde, mağdur ve mağrur, ama gururlu olarak yaşamlarını sürdürmektedirler.
23 Ağustos 1514 de Safevi hükümdarı Şah İsmail (1487 -1524) ile Osmanlı padişahı I. Selim arasında, günümüzde İran sınırları içinde olan Maku şehri yakınlarında yer alan ve Van’ın 113 Km Kuzeyinde, Çaldıran Ovasında yapılan savaşta 60 Bin civarında insan yaşamını yitirmiştir.
Safevi Hanedanın kökeni 13 yy sonunda Şah İsmail’in altıncı dereceden dedesi olan Şeyh Safiyeddin İshak’ın (1252-1334) Erdebil’de* (Erdebil: Sasani hükümdarı Firuz 457-489 tarafından kurulmuş şehir. Azerbaycan tarihinin bir parçası olan şehir, bu gün İran’ın bir eyaletidir.) kurmuş olduğu Safevi tarikatından gelmektedir. İsmail’in dedesi Cüneyd’in tarikat başkanlığı döneminde, Karakoyunluların koruması altında olan Safeviler büyük sayıda Azeri ve Anadolu Türklerini Şiiliğe çevirmişlerdir. Genelde ve savaş sırasında başlarına kırmızı sarık giydikleri için, tarihi Kızılbaş adını almışlardır. Bütün amacı bir Safevi devleti kurmak olan Şeyh Cüneyd’in ölümü ile yarım kalan işlerini, yerine geçen oğlu Haydar, babasının bıraktığı yerden devam ettirmiştir. Şirvan* (Şirvan: Şimdi ki adı Ali Bayramlı olan, Azerbaycan’ın bir şehridir.) Hükümdarı Ferruh Yaser’in üzerine yürümüş ve çarpışmada ölmüştür. Haydar’ın ölümü ile aralarında İsmail’inde bulunduğu aile, Sultan Yakup tarafından hapsedilmiştir. Sultan Yakup’un ölümünden sonra ailesiyle birlikte serbest bırakılan İsmail, babası Haydarın ölümü ardında daha çocuk yaşta, 1736’ya kadar yaşayacak olan Safevi devletinin başına geçti. Birçok Türk oymağını çevresinde toparlayarak Arran ile Şirvan’ı ele geçirmiştir. Tebriz’e* (Tebriz: 791’de Abbasi Halifesi Harun Reşid’in ateşli hastalığa yakalanan eşi Zübeyde Hatun’un Tebriz’deki kaplıcalara girdikten sonra sağlığına kavuştuğu için, bölgeye “Ateş döken” anlamına gelen Tebriz denilmiştir. Günümüzde İran’ın 4. büyük şehri olana Tebriz Safevi Devletinin başkentiydi) dönerek kendisini 1501 yılında Şah ilan etmiştir.
Şah Haydarın ölümünü işiten II. Bayezid sevincinden ne yapacağını şaşırmıştır. Bunu duyan Şah İsmail Padişaha bir dörtlükle gönderme yaparak adeta meydan okumuştur.
Kırmızı taçlu, boz atlu
Ağır leşkerlü heybetlü
Yusuf Peygamber sıfatlu
Gaziler deyin Şah menem
Sultan Şah İsmail’in ünü her geçen gün Anadolu’nun her bir yanına yayılıyordu. ”Orada bir Sultan var ki adı Şah, kendi güzel, sazı, sözü, özü güzel… Şiirler söyler, insanlar muhabbet içinde güzel günler geçirirmiş.” Dilden dile, ilden ile diyar -diyar dolaşan bu sözleri duyanlar göç eylemişler Şah Sultan’ın ülkesine.
Men bağçaların gülüyem
Her çimenin bülbülüyem
Kırk kapının kilidiyem
Açabilen gelsin berü…
Şah İsmail’in ülkesi, Şiirlerle, güzel sözlerle karşıladı Anadolu’dan, Türkistan’dan, Horasan’dan gelenleri..
Anadolu nun boşaldığını gören I. Selim babası II. Bayezid’i tahttan indirerek 1512 yılında padişah olur.
Yavuz’un ilk hedefi Kızılbaşlar ve Safevi devleti olur. Kızılbaşları “Kâfir” ilan ederek
dönemin müftülerine fetva çıkartıp, Kızılbaşların katledilmesini helal kılmıştır.
Yavuz Sultan Selim döneminde Müftü Hamza’ya ait olan: "Ey Müslümanlar, bilin ve haberdar olun ki, Kızılbaş topluluğu, peygamberimizin şeriatını, sünnetini, İslam dinini, iyiyi ve doğruyu açıklayan Kuran’ı küçük gördüler. (...) Onlara sempati gösteren, batıl dinlerini kabul eden veya yardımcı olanlar da kâfir ve dinsizdirler. Bu gibi kimselerin topluluğunu dağıtmak bütün Müslümanların görevidir. Bu arada Müslümanlardan ölen kutsal şehitlerin yeri yüce cennettir. O kâfirlerden ölen ise, hakir olup cehennemin dibinde yer tutacaklardır. (...) Bu türlü topluluk hem kâfir ve imansız hem de kötülük yapan kimselerdir. Bu iki sebepten onların öldürülmesi vaciptir."
Bu tür Fetvalar ile tehditlere maruz kalmış Safevilerin yanı sıra çok sayıda Anadolu Alevileri de katledilmiştir. Alevi kırımına izin veren bir diğer fetva da şeyhülislam ibni Kemal tarafından kaleme alınmıştır. "Kızılbaş topluluğu şeri yasalar gereği öldürülmeleri helaldir. İslam askerlerinden onları öldürenler gazi, ellerinde ölenler ise şehittirler."
Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi ve Müftü Sarı Gürz Hamza, Kızılbaşların tepelenmesi yolunda fetvalar verdiler. Fetvayı alan Yavuz Sultan Selim 200 bin kişilik ordusuyla Safevi devletinin üzerine yürümüştür. Anılan savaşı Şah İsmail kazanmış olsaydı bu gün Anadolu‘nun inanç yapısı Alevi ağırlıklı olurdu. O yıllarda insanların kolayca din, mezhep değiştirdiklerini göz önüne alırsak fikrimizin olasılığı artmaktadır.
Şah İsmail şiirlerinde Hatayi mahlasını kullanırdı. Dünyalar güzeli karısı taçlı Begüm Sultanı savaş meydanında bırakıp kaçtığı söylenir ama kaynaklar bunu doğrulamıyor.
Dünya’da ardı arkası kesilmeyen savaşlar ve katliamlar devam ediyor.
YORUMLAR
Tebrikler hocam. Bu güzel yazıyı bizimle paylaştınız için teşekkür ederim. Çalışmalarınız çok harika. Yolunuz açık olsun.
Tebrikler hocam. Bu güzel yazıyı bizimle paylaştınız için teşekkür ederim. Çalışmalarınız çok harika. Yolunuz açık olsun.