- 974 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
HER ŞEY YERLİ YERİNDE
Gece gecenin koynuna kovalıyordu saatleri. Ben ise ömür sermayesinden bir gün daha tüketmenin suskunluğuyla gecenin nurundan faydalanıp yolunu arayan dolunaya dikmiştim gözlerimi. Dolunayın bu eşsiz güzelliği, yıldızlarla dans edercesine ışık kovanı gibi gecenin karanlığını dağıtıyordu. Şehir yeniden doğrulmuştu yerinden. Sanki tüm ölüleri dağlara kaçmış, mumyalanmış duyguların hezeyanları kefen giymişti. Sessizliğe alışık değildi oysa. Taşların dikenlere karıştığı sokak aralarında uğultuları dinliyordum. Bir adam titriyordu, ayaklarından ensesine kadar dolaşan kanın üşümesine bile aldırış etmeden, gecenin nefesleri kılıç gibi kesen ayazına sokulurcasına yürüyordu. Kim bilir kaç kere geçmişti bu sokaktan. Duyamayacağını bile bile kaç defa seslenmişti kör ve sağır sevgiliye. Başını yaslayacağı bir anın hayaliyle emekleyerek yürüyordu. Vuslat beklemekti, acıyarak ve kanatarak beklemek…
Her biten günün sabahında, geçmişini affeden ve binlerce günahtan sıyrılırcasına kendimi acemi cellatlardan kurtarıyordum. Bir cehennem yangınından kaçmaktı bu. Boynuna ilmek geçirilmiş aşkların darağaçlarında nasıl sallandırıldığını görmüştüm.İstemsiz soluk alışlarım bundandı belki de. Toprağın bağrına hoyratça uzanmış taşlar arasından mavi göğü görmek istercesine başlarını uzatan çiçeklerin kokularıyla aydınlanıyordu gün. Onlar bir sağa bir sola sallanıp dururken, ben hiç bu kadar umutla bakmamıştım maveraya. Mazide biriktirdiğim birkaç güzel an dimağımda buruk bir tad bırakıyordu. Tahtadan yapılmış kulübeler etrafında koşuşturan çocukluğum geçiyordu içimden. Yıldızlı gecelerin zifiri karanlığında odamızı aydınlatsın diye yaktığımız mumlar etrafında toplandığımız zamanları hatırlıyordum.
Müphem kalmış duygularla dışarı çıkıp çıkmamakta kararsızdım. Sonrasında seyyah gibi kendimi şehrin kollarına bıraktım. Yağmur insanlığa inen nurdu inananlar için. Nur ağır gelmiş olmalı ki insanlar oradan oraya kaçışıyorlardı. Yağmur dinene kadar öylece durdum. Durmadan terennüm ediyordum ‘ Yağmur insanlığa inen nur ‘. Daralan ruhumdaki buzları çözercesine durmadan yağıyordu yağmur ve dar sokaklarındaki kaldırımları arşınlıyordum bu şehrin. Gün ağarınca efsunlu bir karanlığa dönüşüyordu şehir. Gayri ihtiyari serenatlar diziyordum hiç durmadan…
Yazdığım kelimeler karanlığı iyice çökertiyor üzerime. Zaman acımasız bir bıçak gibi kesiyor sana ait ne varsa. Bir vaveyla kopuyor ruhumda, karanlığın doruğa ulaştığı anda. Söyleyemediklerim söylediklerimin yanında bir dağ birikintisi oluşturuyor. Sessizliğim çığlıklarımın yanında devleşiyordu adeta. Ruhumun dehlizlerinden süzülüp gelen saklı kalmış sözlerimi açığa çıkartıyorum artık. Her şeye rağmen kaleme sarılıp senli girizgahlar yapıyorum. Kılcallarımda dolaşıyorsun hiç durmadan. Hiç durmadan zifiri bir geceye akıyor yine zaman…
Uzun bir gecenin ardından güneşin huzmeleri ışığa hasret odama yavaş yavaş sokuluyordu. Saksıdaki çiçekler neredeyse solmak üzere. Acı bir kahveyle, ağırlaşmış bedenim ve açılmayan gözlerim bu kasvetten sıyrılmaya çalışıyordu. Gecenin koyu karanlığını aydınlatan lambalar birer birer sönmüştü. Pencereden hafifçe giren rüzgar ruhumu okşar gibi yüzüme dokunuyor, beynimin kıvrımlarına doğru akıyordu adeta. Masamın üzerinde duran yarım yamalak şiirler dolu kağıtlar, ışığın yansımasıyla parlıyordu. Oda her ne kadar dağınık görünse de her şey yerli yerindeydi.
A.OLGUN YEŞİLYURT
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.