- 651 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KİRAZ DUDAKLI KIZ İLE HIZIR
Cebrail, Peygamberlere akıl taşıdı.
İsrafil can nefesimiz oldu; yeniden hayat verdi.
Kapanan gözlerimiz Azrail,
Ruhumuzu Berzah âlemine götürdü.
Mikail’dir rızıklar dağıtan!
Aşk ile geldi Melekler, hizmet için sıraya girdiler; Peygamberlere yarenlik etiler, cem cemal-i hasbıhal oldular.
Melekler içinde en maharetlisi Sündüs’dü. Keşmir ilinden renkli ipek kumaşlar getirdi. Bir solukta sırıdığı ipek döşekleri Peygamberlere serdi.
Gök ve yer, altı ve üstü, yedi günde tamamlandı bütün öğeler. Yeryüzünde bir ot bitmemişti daha, Rab henüz yağmur göndermemişti, yoktu toprağı işleyecek insan. Yerden yüksek, dağların burcunda biriken buharlar arz küreyi suluyordu.
Rab; Âdem’i topraktan yarattı ve ona kendi ruhunu üfledi. Ol dedi, o da oldu ve bütün melekler ona secde etti... Kibirli İblis eğilmedi, bu yüzden cennetten kovuldu.
Aden’de dört kollu ırmaklar doğdu, Pişon uzadı Havila’da, Gihon küş sınırında, Dicle Asur’un doğusunda, Fırat Mezopotamya’da kimi zaman dingin, kimi zaman delişmen, kimi zaman kızdılar ve kükrediler. Çoğu zaman bir büyük görev üstlendiler, toprağa can suyu oldular. Minerallerinden hücreler türedi ve insanlar ve hayvanlar ve nebatatlar arz küreyi yaşanılır kıldılar.
Rab; cennet bahçelerine bakması ve sulaması için Âdem’i görevlendirdi.
“İstediğin meyveleri yiyebilirsin” diye buyurdu. İnsan soyunun devamı için, aynı nefisten, tek bir özden, Âdem’le Havva’yı yarattı; ondan bir çift var etti ve varlık sahnesine; kalp kalbe, el ele, emek emeğe, omuz omuza birlikte çıktılar; iyi günlerde birlikte sevindiler, kötü günlerde birlikte ağladılar.
Yeryüzünün ilk kadını ve ilk erkeği Havva ile Âdem’in günleri cennet bahçelerinde geçiyordu ve onlar çok mutluydular; cinsel nefisleri gelişmemiş ve bu konuyu henüz keşfetmemişlerdi.
Rabbine itaat etmeyen ve bu nedenle cennetten kovulan Şeytan; başından itibaren, onları takipteydi. Aralarına girdi, şirin, tatlı sözler söyledi ve sonunda ulaştı sinsi emeline.
Âdem ile Havva kandılar İblis’in vesveselerine. Yasak meyvelerden yediler. Her ne kadar örtünseler de kutsal incir ağacın varak yapraklarıyla, ayıp yerlerini gördüler. Bu nedenle, kurtulamadılar cennetten kovulmaktan.
Âdem, Aden cennetinden Serendip adasına indi. Havva kendini Etiyopya’da buldu.
Bir büyük suç işlemişlerdi. Çok sürmedi anladılar suçlarını. Rabbini dinlememişlerdi, buyruğuna karşı gelmişlerdi. Rabbin amacı, yasaklamak değildi elmayı. Yeryüzünün tüm bahçeleri, gelecekte çoğalacak olan insanlar için hazırlanmıştı. Lakin yasaklar bir düzen, bir kuraldı. Parsellenecek olan toprak dağıtılacaktı herkese eşit eşit, parsel parsel.
Şeytan’ın nifakı, kanla suladı verimli toprakları ve güçlünün oldu, altı-üstü mücevher, cevher yüklü en büyük parseller.
Büyük suç işlemişlerdi, Rabbinin önünde eğildiler tövbe ettiler. Merhamet sahibi Rab, affetti tövbe edenleri.
Daha sonra, Âdem ile Havva, Mekke’de, Arafat dağında buluştular yeniden. İlk iki batında iki oğulları oldu.
Onlar arz kürenin ilk çocuklarıydılar. Güzellik onlarda, atiklik, çeviklik onlarda, akıl; uslu durmayan akıl ziyadesiyle onlardaydı. Büyük olan Habil, küçük ise Kabil diye çağrıldılar. Her ikisi de anne-babalarıyla birlikte mutlu bir çocuk oldular ve cennet bahçelerinde büyüdüler.
Genç adam oldular. Daha çok toprağa ve bahçelere sahip olmak için Nefislerine hâkim olamadılar.
Tanrı’nın sevgisini kıskandılar. Birbirine gönül koydular, Küs durdular, birbirine hasım oldular.
Sonunda olan oldu ve yeryüzünde ilk cinayet işlendi. Kabil karındaşı Habil’i katletti. Cinayetten sonra Kabil, Rabbi tarafından lanetlendi ve yer altına saklandı.
Rab’den sonra en çok üzülen, en çok ağlayan, en çok ağıt yakan Havva oldu. Bir gözünde Kabil, diğerinde Habil akıyordu. Ciğerinin birinde Kabil, diğerinde Habil nefesleniyordu. Kalbini her ikisine paylaştırmıştı. Sesinin perdesi ikiye ayrılmış, Habilim, Kabilim diyerek feryat ediyordu...
O günden bu güne, aynı anadan doğma, aynı babadan olma karındaşların kavgası bir büyük savaşa dönüştü.
Kıskançlık, kibirlilik, menfaatçilik, nefis, güçsüzü ezmek ve mallarına konmak, güçlendikçe zalim olup eza, ceza vermek, zulüm etmek, Rabbin yasaklarına karşı gelen şeytana uymaktı. Şeytanın, insanoğluna ve de insan kızına yüklediği en büyük belaydı bunlar.
Şeytanın belasını ve tuzaklarını ve sinsi planlarını bozmak için yemin etti Havva ana. Onun yeminini takip etti bütün analar. Rab tarafından kutsandı yemin eden analar. Ayaklarının altına serildi cennet bahçeleri.
“Anayım ben ana” diyerek kükrediler. “Yüreğim ana yüreği, ciğerim ana ciğeri, sesim ana sesidir” dediler ve türküler söylediler, ağıtlar döktüler, yavrularını kanatlarını altına topladılar.
Hızır’la; Musa Peygamberden sonra en büyük, kutsal yolculuğa analar çıktı.
Bir balıkçının teknesi ne ki? Büyüdüğünde hayırsız olacak çocuğun ölümü hiçti! Ya da yıkık bir duvarın tamiri önemsizdi anaların ördüğü sevgi duvarları karşısında.
“Anayım ben ana, bütün anaların anasıyım. Peygamberleri ben doğurdum. Bütün iyileri, kötüleri ben doğurdum. Türlü tatlı sözlerle aklıma giren, güzel mücevherlerle ve güneş gibi ışıldayan incilerle gönlümü çelen Şeytan, sinsice rahmime girdi ve bana büyük ıstıraplar verdi ve acılarına dayanamadım, aldım hançeri elime, yırttım rahmimi, attım içimdeki iblisi; ölmedi, ayaklandı, şu dağların ötesine sıçradı, oradan denize kaçtı ve aniden kayboldu gözlerden.”
Neydi bu, nereye gitti demeden hayvanlar telef olmaya başladı, ekinler yandı, sular kirlendi, dağlar kükredi, ateş saçtı, yer yarıldı, yılan gibi kıvrılan derin yarıklar her şeyi içine aldı. Rabbimden sonra babalar için için ağlarken, analar yüksek dağlara, düz ovalara ağıtlar yaktılar. Bebekler, çocuklar, gençler bir ağaç gölgesinde boynu italik öksüz kaldılar.
Semaya açıldı eller, dualar okudu dudaklar, denizdekiler İlyas’ı, karadakiler Hızır’ı dilediler Tanrıdan...
Kötü olanlar bir yana, iyililer bir yana ayrıldılar. Kötüler kötülük yapmaktan vazgeçmezken; iyiler direnmekten ve iyiliği hâkim kılmaktan yılmadılar.
Bir ana; yaşlı ama diri, ufak ama koca yürekli ana. Hakikat içinde acı çeken analarla acı çeken ana. Marifet dünyasında sefa süren analara örnek olan ana. Yuvasına kaçmış gözbebeğinden ayırmadığı güzeller güzeli kızının derdine derman arayan ana. Uzak-yakın demeden ilden ile gittiler, ilaçlardan, hekimlerden şifa dilendiler. Bir lokma, bir hırka, iki bavul, bir kediyle yolları kat ettiler.
Yanlarından ayrılmayan sırlı bir dost vardı! (...) Onlar göremiyorlardı ama imanlı kalpleri hissediyordu. Sırlı yol yarenleri Hızır’dan başkası değildi.
Uzağı yakın eden teknolojiyi doğru zamanda doğru kullandılar ve bu sayede yeni dostlar edindiler. Aralarında Hızır’da vardı, İlyas’da vardı.
Dostlarından çok değerli armağanlar aldılar, yardım gördüler. Uzanan yardım eller arasında, söylenen tatlı sözler sırasında, yazılan şiirler mısrasında Hızır’da vardı!
Beden; çok güçlü görünmesine rağmen oldukça zayıf ve kırılgan beden ihtiyacı olan besinlerden mahrum kaldıkça, istemediği şeylere zorlandıkça, içten içe zayıflayan bedenin koruyucu askerleri bir illetin güçlü ordusu karşısında tutunamadılar ve esir düştüler.
Bunu hazmedemeyen, kaldıramayan beden üzülmekten gayri bir şey yapamaz oldu. Günler-geceler içinde eridikçe eriyen beden, çırılçıplak geldiği gibi toprağa döndü.
Ne güzeldir gelirken gülenlerin olması, ne güzeldir giderken ağlayanların bulunması!
Dünyaya bu kadar güzel bakan, arz kürenin, gök kürenin, denizlerin ve daha nicelerinin tüm güzelliklerini üzerinde toplayan ve tüm iyilikleri kalbinde taşıyan, kiraz dudaklı kız, Hızır’a yaren oldu ve birlikte yeni yerler keşfetmek için yollara düştüler. Onlar kimi zaman çok uzaklarda, kimi zaman çok yakınımızda bulundular. Sıkışan kulların elinden tuttular, derdi olanlara derman oldular. Fırtınada kalanlara koştular, gemilere yol gösterdiler, savaşların ortasına daldılar ve şeytanla mücadele ederek daha çok canın ölümüne engel oldular.
Yeryüzünde ki özlemlerine, aşkına ve ulaşmak istediği tüm mutluluklara kat be kat kavuşan kiraz dudaklı kızın ruhu şad, devri daim oldu. Rab tarafından sil baştan yeni bir yaşam verildi, yeni görevler üstlendi. Yüreğinden akan nameleri, gülen gözleri ve emanetleri, ebediyete kadar yaşamak ve yaşatılmak üzere kalbimizin cennet köşesinde yer edindiler.
Turan Karatepe
YORUMLAR
Mide kanserinden vefat etmiş Fisun'un anısına demiş sayın yazarımız , babamı da mide kanserinden kaybettiğimiz için, acınız acım oldu efendim...
Kiraz dudaklı kızın ruhu şad mekanı cennet olsun, Ailesine ve sevenlerine sabırlar diliyorum...
Ne güzeldir gelirken gülenlerin olması, ne güzeldir giderken ağlayanların bulunması!
Derin bir anlatım , tebrik ederim...
Saygılarımla...
Turan Karatepe
Kendisini sağlığında tanımamış olsam da vasiyeti olan hayatının kitaplaştırılması bana nasip olduğu sırada tanıdım Fisun'u.
Ve dünyalar güzeli bir melekle karşılaştım. Beni çok etkiledi. Hastalığıyla dalga geçen, başkalarına akıl verip, yol gösteren, hayata pozitif bakan ve hiç sahip olamadığı bir güçlü aşkı bekleyen, son ana kadar Azrail'e direnen çok güzel bir kızın aramızda olmaması ancak meleklere yakışır diye düşünmekteyim.
Babanızdan dolayı taziyelerimi iletir, Allah'tan rahmet dilerken, devri daim olsun.
Oya gedik
Hep derim ki, duanın kimden geleceği belli olmaz.çok mutlu ettiniz beni...
Sağ olun Turan bey, slm v e Saygımla...
Henüz 21 yaşında. ömrünün baharında mide kanserine yakalanan ve 13 Mart 2015 günü Hakka yürüyen Fisun'un anısına yazılmıştır bu hikayemiz.
Ruhu şad, devri daim olsun...