- 403 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR KAHVE İÇİMLİK
Zamana yenilmemek, gecelerin koynunda ipekböceği sessizliğinde kendi çapında bir şeyler üretmek için kahve içmeyi alışkanlık haline getirmişsindir. Her ne kadar günün stresinde pertin çıksa da hayata karşı bir sorumluluğun olduğunu unutmamışsındır. İşte en güzel yanın unutmadığın: sorumluluk. Son nefesine kadar bir şeyler üretmek istersin. Umurunda değildir elalemin ne dedikleri. İnsanları dinlemeyi seversin; seni dinlemediklerini bildikleri halde.
Kimileri vardır; mangalda kül bırakmazlar, atıp tutarlar; daha ilk cümleden itibaren etiketlerini alnının ortasına yapıştırırlar. Sanırsın ki kendilerinden başkası toz duman. Ulan “Allame Cihan Olsan” ne yazar. Seni sen değil, başları övsün değil mi. Ah bu etiket sevdası yok mu, insanı şekilden şekle sokup benliklerinden uzaklaştırıyor. Boşuna dememiş dervişin biri:
“ Nice insanlar gördüm, içinde elbisesi yok.Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.”
Dosdoğru bir veciz.
Kimileri vardır; dolandırıcılara nasıl çarpıldıklarını, kuruşuna kadar paralarını teslim ettiklerini, iğnesi kırık plak gibi cızırdarlar.
Bu anlatmalar, çoğaldıkça çoğalır. Gizli kalan bir şey yoktur bu dünyada. İllaki bir yerden patlak verecektir. İlk sevgilisine beş çocuğundan sonra tekrar kaçıp gideni mi dersin, ya da işlediği suçun kendi kendine söylenerek itirafını mı dersin.
Bu hayat böyle işte. Sen ne dersen de kendi valsları arasında sınıflandırıyor; kimilerini irmiğe, kimilerini una, kimilerini makarnalığa, kimilerini de razmola postalıyor.
İşin garip tarafı herkes çırçır böceği gibi vızıldayıp, kendilerini dinlendirecek birilerini bulurken sen bulamazsın. Ağzını açmaya gör yeter ki, hemen karşındaki ötmeye başlamıştır bile. Kahredersin. Aslında kahretmesin ya. Bu dinlediklerinden algıladıkların senin kazancındır sadece. Her ne kadar günümüzde para geçerli akçe olsa da onun da tek yapamadığı şey: Hayatı nasıl algıladığı’ dır.
Ah be hayat! Seni düşünmek nasıl da ince bir sanattır. Hemi de kahve içimleri eşliğinde. Gerçi kahvelerin de organiği kalmadı ya. Yapıyorsun üzerinde köpüğü yok. Şurup gibi iç dur; damarlarındaki kanı cımbızla çekip seni uykusuz bırakmadıktan sonra neye yarar.
Yalnız kaldığın gecelerde kendinle konuşup durursun. Daha doğrusu bir şeyler okumaya çalışırsın. Bu bir şiirdir, romandır, hikâyedir. Fark etmez. Ne zaman yazıldığı da pek o kadar önemli değildir. İsterse iki asır öncesi olsun. Okudukça gidersin o zaman dilimine. O zamanın insanlarıyla tanışmak seni o kadar mutlu eder ki. Ne kadar entrika olsa da sana her şey doğal gelir. Hatta zaman zaman filmlerini de seyrettiğinde; okuduklarınla bütünleştirirsin kayıp giden kareleri. Şimdiki flimlerde olduğu gibi tiksinmezsin. Her şeyin bir reconu olduğunu bir tek sen mi aklında tutuyorsundur, senaryocular niye düşünmezler diye öfkelenirsin: İki kelimeden birinin aşk olması; aşkın kutsallığını ne kadar da ayaklar altına alındığını.
Okuduktan sonra yazmaya çalırsın sıkıntıdan. İçindeki birikimler dürterler seni. Hani öyle eğitimden, okuldan nasiplenmemiş biri olduğun halde kalem yazmaya başladıkça açılırsın; şiir gibi dökersin duygularını. Sadece yazdıklarınla dost olursun. Varsın kimseler anlamasın seni, varsın seni bir şeye benzetmesinler.
Bir gün sessizce geçip gidersin; hazan gazelleri gibi hayattan kopup savrulursun bir kenara.
Bir kahve içimlik, geceleri sabaha çeviren bir kahve içimlik yalnızlıklar ne gariptir, değil mi?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.