- 677 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SILA SEVDASI
MAZİYE YOLCULUKLAR – 97
Doğduğu topraklara yürekten bağlı olan gurbetteki insanlar, Leyla’sına hasret Mecnun’un duygu yoğunluğunu yaşarlar…
Toprağının dağına, taşına, ağacına, kuşuna, havasına, suyuna, güzel insanına sevdalıdırlar… Âşıktırlar…
Sıla mazidir… Sıla yurttur… Sıla çocukluktur… Gençliktir…
Bu fani Dünya’da göçünce, dönüp gömüleceği ebedi ikametgâhtır…
Sıla akraba, arkadaş, dost, komşu sevdiklerinizin toplamıdır…
Sılada çektiğiniz acılar, hiçbir zaman güzelliklerin önüne geçemezler…
Sıladan gelen güzel haberler, bahar havası estirir…
Gurbetteki insanın yüzü güler. Yüreğinde güller açar. Sevinci gözle görülür.
Bu sevincini sevdikleri ile paylaşır…
Gurbetçi, gurbet ellerinde ömür tüketse de sılasında yapılan her hizmet, onun sevinç kaynağıdır…
Aydın bir gurbetçi, sıladan kaymak, bal beklemez…
Sılasında şehircilik alanında çağdaş gelişme haberleri bekler…
Eğitim ve sağlık kuruluşlarının yeterli sayıda ve kaliteli hizmet verdiklerinin haberlerini duymak ister…
Hemşerilerinin iş güç sahibi olduğunu, işsizliğin, yoksulluğun bittiğini, herkesin refah içinde yaşadıklarını duymak ister…
Hemşerilerinin huzur içinde, sorunsuz yaşamalarından mutluluk duyar…
Ben gurbetteyim… Bunlar benim duygularımdır…
Çoğu insanın da aynı duyguları taşıdığını biliyorum…
Ben, uzun yıllardır doğduğum topraklardan iradem dışı uzağım…
Darbeler, vahşetin kan kustuğu darbeler, Kâhta sevdama darbe yaptı.
Yıllar balyoz, gurbet kafes oldu…
Ay ışığını dört duvar arasında seyrettim.
Yakamozları bedenimde gördüm…
Sılada yaşanan olumsuz gelişmeler, gelen acı haberler biz gurbettekilerin yüreğine bir hançer gibi saplanır…
Gurbetçi yaralı ceylana döner…
Hüzün karabulut olup çöker…
Yürek, kanadı kırık kuşun yüreği gibi çarpar…
Gözyaşları sessizce içine akar…
Ağzını bıçak açmaz, dilini yutmuş bülbüle dönersin…
Maziyi gözlerinin önüne getirirsin…
Gemisi batmış kaptan gibi düşünürsün…
Yeni yetim kalmış çocuk gibi evinin bir köşesinde büzülürsün…
Gurbette yaşayan biri olarak gözüm kulağım sılamdadır. İnternetten, gazetelerden, televizyonlardan doğduğum topraklardaki gelişmeleri izlerim…
Sıladan gelen insanları soru yağmuruna tutar, gelişmeler hakkında bilgi almaya çalışırım…
Adıyaman’dan ulusal yayın yapan ASU TV.’iyi merakla izlerim.
Yusuf Özpolat’ın sunduğu “Yolcu Yollarda” programı Adıyaman bölgesindeki gelişmeleri ayna gibi yansıtır… Bazen gülerek, bazen üzülerek izlerim…
“Yolcu Yollarda” programı olarak bu gün Kâhta’dayız, deyince sevindim.
Hemen hemşerim emekli polis memuru, Ramazan Metiner’in eniştesi sevgili Mehmet Bakır’ı aradım. Kendisi ve değerli eşi Kâhta sevdalısıdır.
Programı haber verdim. İzlesinler istedim…
Sunucu Yusuf Özpolat, bir lokantaya girdi. Lokantacıya Kâhta’ya özgü yemeklerin adını sordu. Lokantacı Malatyalı olduğunu söyledi. Etli yemekler yapmadıklarını, insanların parasızlıktan etli yemekleri yemediklerini söyledi…
Sunucu, kaldırımda geçen bir genci durdurdu. Ne iş yaptığını sorunca “işsizim” yanıtını aldı.
— Adıyamanlıyım. Kâhta’da yaşıyorum, dedi.
Ekranda ne eski Kâhta’m vardı, ne de tanıdık bir yüz…
Koca bir leğende sarı burma denen, çocukluğumuzda tatlıcı Bedir’in sattığı halka tatlı yapan bir usta ekrana geldi.
Kâhtalılara özel ve güzel sarı burma yaptığını övünerek anlattı…
Kamera, tablasında salatalık satan bir satıcıya döndü.
Sunucu, satıcıyı konuşturunca ilginç bir sohbet oldu.
Satıcı, diplomalı hıyarcı olduğunu söyledi. 4.5 yılını eğitime adadığını anlattı. İlkokul son sınıfın ikinci yarısında, çalıştırılmak için babası tarafından okuldan alındığını söyledi.
Sorulara Türkçe yanıt vermekte zorlanan satıcı yes, yes demeye başladı. Diplomalı hıyarcıyı Amerikalı sandım…
Sunucu, çocuklara doğru yürüdü. Sohbete başladı. Çocukları dikkatle izledim. Yoksul Afrikalı çocuklara benziyorlardı. Türkçe şarkı söylediler…
Bir zihinsel engelli genç kameraya takıldı. Sürekli gülüyordu. Başka bir programda, bir kız çocuğu Kâhta’da delilerin çoğaldığını, bir çözüm bulunmasını Kaymakam beyden istiyordu…
Gülen gence deli diyorlardı; biz ondan ne kadar akıllıyız diye kendimize sorduk mu?
Kamera, kalabalık büyükler grubunu ekrana yansıttı. Yapılan sohbette, hepsi işsiz olduklarını söylüyorlardı.
Kâhta, Adana amele pazarına dönmüştü…
Amele pazarında iş bulamayan babaların boynu bükük, eli boş, yüreği ezik eve dönüşleri gözlerimin önüne geldi. Gençliğimde, amele pazarının karşısındaki lokantada yemek yemekten utanmış, oturduğum masadan aç karınla kalkmıştım…
İşsizlerin perişan hali yüreğimi kanattı…
Emekli bir baba ekrana geldi. Kızının çalıştığı tekstil fabrikasında, aylardır maaş alamadığını söyledi. Bu ay paranızı vereceğiz diyerek, hep bir sonra ki aya erteleyerek oyaladıklarını söyledi…
Alın teri korumadan emeğin karşılığı verilmedir diyen bir dinin mensupları, terletmeye devam ederek emeğin karşılığını ödememişlerdi…
Bir kişi Kâhta’nın kapalı bir kutu olduğunu dile getirdi. Kâhta Adıyaman arasındaki yolun yıllardır devam ettiğini söyledi.
Kâhta Siverek arasında köprü yapılmadığını anlattı.
Bazıları siyasetçilerden şikâyetçi oldu. Mecliste ellerini kaldırıp indirmekten başka iş yapmadıklarını söylediler…
Programın sonuna kadar tanıdık yüz aradım… Bulamadım…
Mutlu olan birilerini aradım. Bulamadım…
Dertler deniz olmuştu. Yoksulluk kurşun gibi insanların üstüne çökmüştü…
Malatyalı müzik öğretmeni Sayın Kadir Hanbay ekrana geldi. O güzel sesiyle üstüme çöken ağır havayı dağıtamadı…
Programın sonunda, Kâhta belediye başkanı güzel işler yapacaklarını anlattı.
Öyle yıkılmıştım ki; umutsuz insanların çaresizliğiyle ancak bir kelime dilimden düştü: İnşallah…
Siyasetçilerimizin en iyi bildikleri şey “yapacağız” sözüdür…
Eserlerinizi görelim… Siz de “yaptım” deyin…
Sözle Atatürk barajına kapak yaparlar… Üstü de futbol sahası olur…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.