kişi ve kurum çatışması 1. bölüm - Davut ve Golyat örneğinden hareketle
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kurumlarla ne derdi olabilir insanın? Daha doğrusu modern insanın. Devlet ve devlet üstü oluşumlar (komplo teorilerine yürümesin hemen aklın, dur iki dakika!) başta olmak üzere.
Kurum kavramı hayatımızın tam ortasına çöreklenmişken bu soruyu nasıl cevaplarız? Yahut, cevaplayabilir miyiz? Cevaplamayı bir kenara bırakın, daracık zihnimizde bu soruyu sorma ferasetini içinde barındırabilecek bir alan açılabilir mi?
En azından deneyebiliriz...
Türk Dil Kurumu (şaka gibi) terimin ikinci anlamını hukuk başlığı altında sınıflandırıp;
“Evlilik, aile, ortaklık, mülkiyet gibi köklü bir yapıyı içeren, genellikle devletle ilişkisi olan yapı veya birlik, müessese” şeklinde tanımlamaktadır.
Nişanyan Çağdaş Türkçe Etimolojik Sözlüğü kelimenin “kur” eylem kökünden “Im” eki alarak türediğini belirtmektedir.
Güzel Türkçemiz kelimenin işaret ettiği alanı bölüp dallandırma refleksini henüz gösterememiştir. Bu bakımdan kavramın yabancı dillerdeki karşılığına da bir göz atmak ve peşini Latinceye kadar bırakmadan izini sürmek konu bütünlüğü açısında şarttır.
“Institution”, “foundation” ve “corporation” kavramın İngilizce karşılıkları listesinde en üst sırada yer alan kelimeler.
Latinceden etimolojik çözümlemeleri sırasıyla;
Institution: (institutionem) kişi (tüzel), tertipleme, düzenleme
Foundation: (fundatio, fundare fiilinden) bir zemin yahut temel üzerine bırakma
corporation: (corporationem, corporare kökünden) muşahhas hale getirmek, birden fazla kişinin belirli bir amaç doğrultusunda vücut bulması
Bu yazının derdi Türkçe anlamına da onan benzerliğinden dolayı “corporation”, yani “ortaklık, kurum, birden fazla kişinin belirli bir amaç doğrultusunda bir araya gelerek ortaya çıkardıkları tüzel kişilikler” iledir.
Hukuk’un kişileri “gerçek” ve “tüzel” olmak üzere ikiye ayırdığını hemen herkes bilir. Gerçek ve tüzel kişiliklerin hayatın herhangi bir alanında karşı karşıya geldiklerinde sergiledikleri tutumları ve toplumun tamamına hizmet etmesi amacıyla icat edilen ve arkası yasal düzenlemelerle doldurulan “tüzel kişilik” kavramının Schopenhauer’ın “tüccarının” elinde nasıl amansız bir hasıma dönüştüğünü tartışmaya çalışacağım.
“Tüccarlar, bir kumar masasını etrafında oturan oyunculara benzerler, ve yegane amaçları, bir yolunu bulup ne pahasına olursa olsun karşılarında oturanların sahip oldukları her şeyi ele geçirmektir” diyor Schopenhauer. Yanlış hatırlamıyorsan buna benzer bir şeydi.
Öte yandan İdari Bilimler ile biraz içli dışlı olmuş herkes, bir işletmenin asal amacının “hissedar getirisini maksimize etmek” olduğunu rahatlıkla hatırlayacaktır.
Bu iki öneri birbirlerinden bağımsız zeminler üzerindeyken dahi yeterince tehlikeliyken, günümüz iş dünyasının, zahirde ve batında temel taşları halini almışlardır. Yalnız burada tartışacağım konu bu da değil.
Ben biraz daha basite, çatışmanın günlük hayatımıza sirayet eden, daha can alıcı ve fakat daha fazla görmezden gelinen bir boyutuna dikkat çekeceğim. İşçi işveren ilişkisi. Diğer bir tanımlamayla, birey ve kurum ilişkisi. Neticesinde, modern insan büyük çoğunlukla hissedarları belli olmayan (yahut anonim hissedarların teşekkül ettiği) kurumlar için çalışıyor. Belirli bir ölçeğin üzerindeki kurumlarda hissedarların kimlikleri hakkında kurumun kendisinin dahi herhangi bir bilgisi yoktur. Bilenler zaten bilir, bilmeyenler için bir parantez açayım; kamuya açık, hisseleri organize pazarlarda alınıp satılabilen kuruluşlardan bahsediyorum. Fakat bahsi geçen birey kurum çatışması ölçeği ne olursa olsun, tüzel kişiliklerin vücut bulduğu her alanda gözlemlenebilir.
İş dünyasında birey ve kurum ilişkisi aslen sürekli yenilenen bir kontrat hukukuna dayanır. Yani genel anlamıyla basiretli ve eşit iki “kişi”nin özgür iradeleriyle beyan ettikleri sözleşmelerdir. Yasal çerçevede vuku bulacak bir çatışma halinde bu iki kişi mevcut kanunlar ışığında adil olarak ele alınacaktır. En azından şimdilik!
Peki kurum dediğimizde aslında neyden bahsediyoruz? Nedir bu kurum? Kaba tabiriyle mülkiyetin belirli bir amaç uğruna temerküz etmiş halidir. Şöyle ki, sermayedarın yahut sermayedarların, ekonomi teorisinin altını çizdiği amaç doğrultusunda, sahip oldukları sermayeden en yüksek getiriyi elde edebilmek uğruna kendi gerçek kişilikleriyle diğer üçüncü gerçek kişiler arasına bir tüzel kişilik perdesi çekmesi halidir.
Modern iş stratejilerinin atası kabul edilen ve ne yazık ki hala hayatta olan Michael Porter işletmelerin varoluşlarının ve sürdürülebilirliklerinin rekabet üstünlüğü yaratmadaki hünerlerine bağlı olduğunu savunur ve bertaraf edilmesi gereken beş kuvvet alanından bahseder. Bunlar sırasıyla, “pazardaki mevcut diğer işletmelere karşı daha güçlü hale gelmek, işletmenin ürettiği ürünleri ikame etmesi muhtemel diğer ürünlere karşı güçlü hale gelmek, tedarikçilere ve hammadde sağlayıcılara karşı güçlü hale gelmek, müşterilere karşı güçlü hale gelmek ve nihayetinde faaliyet gösterilen pazarın yeni aktörlerin girişine karşı mukavemetli olduğundan emin olmak” şeklindedir. Porter’ın gerek ahlaki çekinceler gerekse de muhtemel kafa karışıklıklarına mahal vermemek adına modeline dahil etmediği altıncı kuvvetin ise hiç çekinmeden “çalışanlarına karşı kuvvetli hale gelmek” olduğunu söyleyebiliriz.
Doğal bir varlık olan gerçek kişi ile doğada herhangi bir örneğine rastlayamadığımız tüzel kişi arasındaki her türlü işçi-işveren ilişkisi işte bu altıncı kuvvet alanında gerçekleşir. Bir tarafta varoluşu gereği irade beyan etme ve beyan ettiği iradeyi eyleme geçirme konusunda kadim yetersizlikleri olan gerçek kişi, insani çatışmaları, duyguları, düşünceleri, düşleri hayalleri olan organik bir varlık, kendi varoluş sebebinin peşinde koşan ve çoğu zaman kendi iç labirentlerinde kaybolan, kafa karışıklığından yorgun düşmüş ve neticesinde neredeyse bütün hesaplaşmaları rafa kaldırmış ve sadece bir kaç nefes daha almaya odaklanmış modern birey, karşısında ise bütün enstrümanlarıyla belirli bir amaca kilitlenmiş, varoluş sebebi varoluşunun öncesinde ortaya konmuş, her türlü ahlaki ve duygusal çatışmalardan beri, gerçekte var olmayan ama varmış gibi yapılan, yeri geldiğinde bünyesinde barındırdığı geçek kişileri yine bünyesinde barındırdığı diğer gerçek kişilere karşı harekete geçiren, bu amaç uğruna uygun motivasyonlar yaratan mekanik bir organizasyon, tüzel kişi. Bir bütün halinde insanlığın perde arkasında yaşadığı ve fakat ne yazık ki bir türlü farkına varamadığı, varsa dahi mevcut durumu değiştirecek kuvveti kendinde bulamadığı klasik bir Davut ve Golyat’ın hikayesi anlayacağınız.
İnsan, birey yahut gerçek kişi giderek daralan bir alana sıkışmaktadır. Geçici ve pek az bir ücret, daha doğru bir kavram olacak, rüşvet, karşılığında kendi varoluş alanından bilinçli bilinçsiz feragat etmektedir. Ne yazık ki, bunun işaretleri uzunca bir zamandır apaçık ortada. Garip olan insanlığın bu durumu kabullenmede gösterdiği mide bulandırıcı rahatlık.
“İnsanlık tarihi, güçlü ile zayıfın, zengin ile fakirin veya daha fazla güçlenmek, zenginleşmek isteyen kesimlerin mücadelesinden ibarettir” demişti birisi. Bütün savaşların ve toplumsal kalkışmaların arka planında bu mücadele yatar. Bir diğeri de günümüz dünyasının ortaya koyduğu manzarayı “ücretli kölelik” diye adlandırmıştı.
Şöyle ki, bütün enstrümanlarıyla modern dünya senaryosu, güçlü ile güçsüz arasındaki mesafeyi daha da genişletmeye yönelmiş ve bu uğurda çalışmaktadır. Bütün bu olanlardan perde arkasında ipleri elinde tutan bir grup zengin Yahudi’nin sorumlu olduğuna yahut dünyayı gizli tarikatların, ücra köşelerde bir araya geldikleri şeytani ayinlerde aldıkları kararlarla yönettiklerine inanmak düşüncenin ahlakına yapılabilecek en büyük saygısızlık, ve nihayetinde işin kolayına kaçmak olur.
Zurnanın detone olduğu yeri kendimizde aramak icab ediyor.
Mevzuya daha derin bir noktadan daha renkli bakmak isteyenleri Caravaggio’nun 17. yüzyılın başında resmettiği “David with the Head of Goliath” eseriyle ve eserin çözümlemeleriyle baş başa bırakıyorum.
www.caravaggio-foundation.org/David-with-the-Head-of-Goliath-large.html
Şimdilik bu kadar...
devamı gelecek...
YORUMLAR
.......
avant-garde tarafından 2/6/2016 9:50:35 PM zamanında düzenlenmiştir.
Tayyar
hiçbir kavram dünyanın hiçbir yerinde bizde geldiği anlama gelemez, romantizm de dahil.
selamlar...
golyatı öldüren taşdı ama tasi gönderen ise bir sapandı.. yani bir değil iki degişik araca ihtiyaç var..
kıssadan hisse nihayetinde günümüz için çıkaracak sonuç sapan var taş veren yok.. yada tam tersi sapan var taş yok..
yazıyı gayet basarılı akıcı ve akademik buldum.. öneriler gidilecek yollar detaylı bir manifesto gibi..
konuyla direk alakalı değil ama bu aralar hep türkiyede ve bizim tarzımızdaki ülkelerde sınıfların ortadan kalktıgı konusunda tezimi anlatıp duruyordum millete üstüne helva gibi geldi bu yazınız..
tebrik ederim .beğeni ile okudum .kişiler ve kurumalar bir çoğumuz henüz kurumların kişleriler üzerinde kurulan ticaret ve sosyolojik baskıyı sizinde dediğiniz gibi ' ücretli kölelik 'insan gücünü kendi çıkarları doğrultusunda kullanıp ve yöneltilip sömrügeliği medeni yaslarlar adı altında çalışan insan iş gücünü köleleştrimek ve simerize edilmekte ve zenginlerin hizmetine sunulmakta. . golobal çeverlerin baskın ve yaptırım gücü sayesinde her türlü sosyal kültürel ve kişsel hakları elinden alınmakta. ve bu asında iplerin kimde daha güçlü kavranmakta olduğuna bağlı.; konuların bir birleri ile kurluduğu bağlantılarınız çok yerinde ve sağlam neticeler oluşturmakta.
saygılar.
öyle güzel bir yerden başlayıp öyle güzel bağlamışsınız ki yazıyı...anlattıklarınızın içimize projektör tutmasıyla ürpermemek imkansız.
farklı alanlar ve bu alanlara dair terminolojinin aktarımı, iç içe geçmişliği...çok iyi gelmişsiniz üstesinden.
her bir bölümü ayrı güzel, her bir işaret ettiği ayrı kıymetlilikte bir yazı olmuş.
ve idrak...işte en önemli olan sanırım bu.
tebrik ediyorum. çok selamlarımla.