- 597 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Gerçek Bir İnsan
Güzel giysileri vardı çocukların. Her şey olması gerektiği gibi akıp gidiyordu bu caddede. Fiyakalı arabalar geçiyordu yoldan; direksiyonları başında o arabaların içini tıka basa dolduracak kadar kendiyle dolu, bitmek bilmez bir seyredilme açlığıyla parladıkça parlayan gençler… Güzel kızlar bakıyordu en çok da onlara. Arabalarını bir uzantıları gibi gururla, kendilerinin ayrılmaz bir paçası gibi sergileyen o gençler için, tuttukları bu yolda onları daha da yüreklendiren kocaman bir tebessüm gibiydi o kızların kendilerine yönelmiş, hayran bakışları.
Bir ayin gibiydi bu caddede yürümek. Kafalardaki belli bir kalıba uymaya yönelikti yapılan her şey sanki. Defalarca seyredilen bir filmin repliklerini ezbere söyler gibi… Bu yüzden mi bu kadar mutluydu bu genç erkekler ve kızlar? Aynen çocukluklarında ağızları iki karış seyrettikleri yabancı filmlerdeki gençlere benziyorlardı. Vitrin camlarına yansıyan gölgelerini gerçeklerine kat be kat yeğleyecek kadar çok seviyorlardı bu yüzden. Çünkü o filmlerdeki büyüyü getiriyordu gölgeleri onlara.
Vitrin camlarıyla yetinmeyip aynaya da göz atıyorlardı bol bol bu yüzden. Selfie çekiyor, paylaşım yapıyorlardı. Başkaları da görmeliydi onları. Ama aslında en çok da kendileri için çekiyorlardı resimlerini. Bir türlü doyamıyorlardı görüntülerini seyretmeye. Sanki bir an görmeseler yüzlerini, un ufak olup dağılacaktı bedenleri boşlukta. Gölgelerine ne kadar âşıklarsa, gerçeklerine de bir o kadar yabancıydılar çünkü.
Caddede tek tük akışı bozan, müziği aksatan yanlış bir nota misali dikkatleri üzerlerine çeken görünümler de yok değildi. Misafir geldiğinde odasına kapatılan sorunlu aile bireyi gibi yaklaşıyordu cadde halkı onlara. Kaldırımın kenarındaki o esmer genç kadın ve çocuklarını görmezden geliyor, pür telaş onların ve varlıklarıyla hatırlattıkları her şeyin ötesine geçiveriyorlardı. Arkalarında var olmayı sürdürdükleri gerçeğini zihinlerinin bir köşesinde ne kadar kabul etseler de, dikkatlerini kabul edilmesi daha kolay gerçeklere çevirip her saniye bir parça daha gölgelere boğuyorlardı o kadınları ve çocukları. Ama bu çetin mücadele, bir kerede son bulmuyordu maalesef. Kişiler değişse de aynı görünüm defalarca tekrarlanıyor, fena halde acıkmış küçücük bir çocuğun nefesi yalıyor oluyordu bir süre sonra caddeden geçenlerin yüzünü.
Aç bir çocuk nasıl bakar, nasıl yürürdü? Hatta yürüyebilir miydi midesi bomboş, açlık belirtileriyle cebelleşirken? Aç kaldıkları anları hatırlıyorlardı. Hiç o kadar uzun sürmese de öyle anlar, sonuçta açlığın ne menem bir şey olduğunu bilmelerine yetecek kadar bedenlerini allak bullak eden… Bu yüzden o ‘anne ve çocukları’ görüntüsünü tekrar tekrar gören biri ister istemez bir noktadan sonra yükseldiği o bulutsu yerden iniveriyordu yeryüzüne. Başka türden bir aynaya bakmaya başlıyordu.
Yürümek iyi geliyordu gölgelere. Hayata değiyor, güneşin temasıyla kaybolmaktan korkarak, gerçeklerine dönüyorlardı. Her adımda daha bir sağlam basıyorlardı yere, daha bir ete kemiğe bürünüyorlardı.
Arabalarını süren o fiyakalı gençler bu değişimi görüyorlar mıydı, bilinmez. İlgisiz gözlere alışık olmadıklarından öylelerine rastladıklarında çok şaşırıyor olmalıydılar. Kızlara bakayım derken; kaldırımda ayakta dikilmiş, üstü başı dökülen, bir deri bir kemik çocuğa takılıyor muydu es kaza onların da gözleri? Kısa bir süre için de olsa gölgeleri temas edip güneşe, yok oluyor muydu onların da? Gölge olmaktan kurtulup gerçek bir insan olabiliyorlar mıydı?... Bilinmez.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.