- 352 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
MESUT PROJESİ
11.11.2011 – Ankara, Milli İstihbarat Teşkilatı, Olağanüstü Olaylar Araştırma Şubesi, 3 Nolu Sorgu Odası ( Saat 21:00)
Kayıt No: 1 (Memur Sait Sakallı, Mağdur sıfatıyla Mesut Çitlekçi’yi sorguluyor. Mesut Çitlekçi; 29 yaşında, Konya İli Sarayönü İlçesi doğumlu. Bir Ziraat Mühendisi, evli ve bir çocuk sahibi; Sivas İli Gürün İlçesinde yaşıyor, Kamu Görevlisi, Uzun boylu, iri yapılı, akıcı bir dile sahip ve psikolojik bir şok içerisinde olduğu her halinden belli.)
Soru: 1 Mesut Bey, tam 72 saatlik uzun bir uyku döneminden sonra ilk sorgulamadayız. Arkadaşların size protokol hakkında bilgi verdiklerini biliyorum. Lütfen başınızdan geçenleri anlatabilir misiniz? Sözünüzü hiç kesmeyeceğim, her ne hatırlıyorsanız anlatın lütfen, her detay önemli bizim için. Sizi dinliyorum.
İfade:
Ne olduğu hakkında bir fikrim yok. Yaşadıklarımın gerçek olduğundan da kuşkuluyum. Ama başıma gelenleri kısaca size anlatabilirim. Sıradan bir gündü benim için. Her zaman ki gibi sabah yedide uyandım, traş oldum, kahvaltı ettim ve işe gittim. Öğleden önce normal günlerden farklı değildi. Öğleden sonra da olağandışı bir şeyle karşılaştığımı söyleyemem. Akşam saat beş gibi işyerinden eve dönüyordum. Hava kararmıştı ve oldukça soğuktu. Tüm sokakları kömür dumanları ve is kokusu kaplamış gibiydi. İşyerim ve evimin arası oldukça yakındır. Evimin bulunduğu sokağın bitişiğinde Tohma Çayı vardır. Genelde evden işe giderken ya da işten eve gelirken Tohma Çayının kenarındaki duvarın üzerinde yürümeyi ve akarsuyu izlemeyi severim. O akşam da yine Tohma Çayının yanındaki duvarın üzerine çıktım. Akan suyu izliyordum. Karanlık suyun içinde bir parıltı gördüm. Sarı renkli bir balığa benziyordu. İlginç olan etrafına ışık saçmasıydı. Gördüğümün bir yansıma olup olmadığından emin olmak için eğildim ve dikkatlice bakmaya çalıştım. O sırada başımın döndüğünü hissettim ve duvardan Tohma Çayının içine düşmemek için kendimi geriye sokağa doğru atmak istedim. Ama başaramadım. Suya düşeceğimden korkuyordum ama olmadı. Vücudum hafiflemiş gibiydi. Kendimi rüzgâra kapılmış bir yaprak gibi hissediyordum. Normalde düşüşler hızlı olur bilirim. Pek çok kez ağaçtan düşmüştüm çocukken. Ama bu kez farklı bir şeyler olduğunun farkındaydım. Ayaklarımın duvardan kesildiğini hissedebiliyordum. Sanki yerçekimi azalmış gibiydi. Hafif hafif akan suyun içine doğdu düşüyordum. Göz kapaklarımın ağırlaştığını hissettim sonra. Galiba ölüyorum diye düşündüm kendi kendime. Büyük bir korku kapladı tüm bedenimi. Kelime-i şahadet getirmek istedim. Ama dilimi dahi kıpırdatamıyordum. Sanki uyuyor gibiydim. Tüm kaslarım gevşemişti. İçini şimdi anlatamayacağım bir huzur duygusu kaplamıştı. Hani uykuya dalmadan saniyeler önce olur ya, aynen öyle. Ama düştüğümü de hissedebiliyordum. Bağırmak istedim, ama vücudumun hiçbir parçasına hükmedemediğimi anladım. Bir tüy parçası gibi yavaş yavaş suyun içine düştüm ama ıslanmadım. Su tüm vücudumu kapadı, gözkapaklarım kapandı. Ne soğuk ne de sıcak hissedebiliyordum. Zihnim bir anaforun içinde gibiydi. Sanırım uykuya daldım. Ama tüm vücudum da kalp atışım gibi zonklamalar hissediyordum. Bilincimi yitirmemiştim, bilincim hala yerindeydi. Ama anlam veremediğim bir karabasan çökmüştü sanki üzerime. Fakat kısa bir süre sonra bilincimi de kaybettim.
Uyandığımda çok fazla ışık vardı. Hatta beni bu yüksek şiddetteki ışığın uyandırdığını bile söyleyebilirim. Ellerimle gözlerimi kapattım ve ovuşturdum. Zihnim ve bedenim eski haline dönmüştü. Hislerim normalleşmişti. Bedenimde hiçbir uyuşukluk hissetmiyordum. Ayrıca herhangi bir ıslaklık, soğuk ya da sıcaklıkta hissetmiyordum. Ama nerede olduğumu da bilmiyordum. Mekân kavramı sanki kafamdan silinmiş gibiydi. Parmaklarımın arasından şiddetli ışığın kaynağını bulmaya çalıştım. Ama başarılı olamadım. Bu şiddetli ışık ne önümden, ne arkamdan, ne sağımdan ne de solumdan vuruyordu. Sanki ışık her yerde gibiydi ve bir kaynağı yoktu. Işığın içinde gibiydim. Gözlerim bu ışığa alıştıktan sonra bembeyaz bir zemin üzerinde yattığımı fark ettim. Beyaz bir kıyafet vardı üzerimde. Altımdaki şey tayta benziyordu, üzerimdeki şey de body tipi bir fanilaya. Ama ipeksi bir his veriyordu bana ve oldukça rahattı. Ayaklarımda plastik benzeri renksiz ayakkabılar vardı. Ayaklarımı görebiliyordum. Ama verdiği rahatlıkla sanki ayağımda hiçbir şey yok gibiydi. Sonra etrafımdan benim kıyafetlerimin aynılarını giymiş insanların geçtiğini gördüm. Her şey bembeyazdı. Başımda hafif bir ağrı vardı. İnsanlar ve mekân şekillenmeye başladılar. Saçlarımın çok kısa olduğunu hatırlıyorum. Hafifçe doğrulup ayağa kalktım. Hiç kimse benimle ilgilenmiyordu.
Bedenime dikkatlice baktığımda hayret içinde kaldım. Ben kendimi bildim bileli fazla kiloları olan bir insandım. Ama bir gram bile fazla kilom yoktu. Sanki bir anda elli kilogram vermiş gibiydim. Sağa sola hareket etmeye başladım. O kadar hafif ve rahattım ki anlatamam. Birden içimi bir korku kapladı. Acaba ölmüş müydüm? Ama nefes alabiliyordum, koklayabiliyordum ve hislerim eskisi gibiydi. Elime, koluma, bacağıma dokunmaya başladım. Her şey gerçek gibiydi. Nerede olduğumu merak ediyordum. Havaya baktım, her şey bembeyazdı. Ama bir oda da ya da bir binada değildim. Sonra etrafımdan beni görmüyormuşçasına geçen insanlara baktım. Herkes benim gibiydi. Beyaz kıyafetler, renksiz su gibi plastik ayakkabılar ve ince yapılı uzun boylu insanlar; erkekler ve kadınlar. Dikkatimi çeken ise etrafta hiç fazla kilolu, kısa boylu insan olmamasıydı. Korkumdan hareket edemiyordum.
Ben anlamsızca etrafıma bakarken iki kişi bana doğru geldiler ve ;
- Hoş geldiniz dediler. Bende şaşkın ve korkmuş bir ifadeyle
- Hoş bulduk dedim. Sarışın adam
- Korkmayın, size her şeyi açıklayacağız dedi. Ben;
- Siz kimsiniz? Ben neredeyim? Dedim. Yine aynı adam;
- Merak etmeyin her şeyi öğreneceksiniz, lütfen bizi takip edin dedi.
Sanki bu iki adamı tanıyormuş gibi bir his belirdi içimde. Biraz ilerledikten sonra bu iki adam ellerindeki zeytin büyüklüğündeki siyah taşları yere attılar. Taşlar genişleyip şeffaf koltuklara dönüştü. İkisi de bu koltuklara oturduktan sonra Sarışın adam;
— Buyurun sizde gelin dedi.
Bende onlar gibi koltuğa oturdum. Daha yeni oturmuştum ki birden bire ışık şiddeti arttı ve gözlerimi kapatıp açmak zorunda kaldım. Sonra o iki adam oturdukları kodluklardan kalktılar. Ben olanların bir rüya olduğunu zannediyordum. Ama her şey çok gerçekti. Bende kalktım koltuktan. Koltuklar tekrar zeytin büyüklüğünde taşlara dönüşüp ortadan kayboldular. Sarışın adam;
- Geldik dedi, diğeri konuşmuyordu. Ben korku içerisindeydim.
- Nereye geldik? Bu bir şaka mı? Diye sordum.
- Hiçbir şey hatırlamıyorsunuz değil mi? Diye konuştu diğer adam.
- Ben işten çıkmıştım, siz kimsiniz diye tekrar sordum.
- Bizi tanımanız gerekirdi diye cevap verdiler.
- Ben ismim Mesut, sizin adınız nedir? Diye sordum
- Ad mı? O da neyin nesi? Siz kendi projeniz de kalmışsınız sanırım. Diye cevapladı sarışın olan.
Şaşkınlık içindeydim ve ne yapacağımı bilmiyordum. Biraz yürüdükten karşımızda ucu bucağı görünmeyecek uzunlukta bir bina çıktı. Bina diyorsam yani o yapıyı anlatamadığımdandır. Adamlar kendi aralarında konuşuyorlardı kısık sesle. Bir ara kaçmak istedim. Ama ışık benim rahatsız ediyordu, her yer bembeyaz ve sanki yok gibiydi. Mekânsızlık gibi bir şeydi. Bu uyanamadığım bir rüya olmalı diye düşünüyordum. Sonra o uzun binanın içine girdik. Gördüklerimi anlatamayacağım, çünkü tasvir etmekte zorlanıyorum. Sanki bulutların içinde gibiydik. İki adam bulutların üzerine oturdular ve benimde oturmamı istediler. Karşılıklı oturduk. Fakat girdiğimiz yerin nasıl huzurlu bir yer olduğunu anlatmamın imkânı yok. Ben tam konuşacaktım ki, sarışın adam lafa başladı;
- Daha önceden de söylediğim gibi hoş geldiniz, hiçbir şey hatırlamıyorsunuz değil mi? Dedi
- Ne hatırlamam gerekiyor ki? Siz kimsiniz, ben nerdeyim? Dedim.
- Tam da tahmin ettiğiniz gibi oldu desenize. Bu projenin bu tür yan etkileri olduğunu söylemiştiniz. O zaman size sizin anlayacağınız dilden olanları anlatayım. Siz, sizin geldiğiniz dünyadaki karşılığı ile bir bilim adamısınız ve biz de sizin öğrencileriniziz. Siz geldiğiniz dünyadaki karşılığı ile bir üniversitede çalışıyorsunuz. Şöyle söylemek gerekirse aslında geldiğinizi iddia ettiğiniz dünya şu zamanda yok. Dedi.
- Nasıl yani? Siz ne demek istiyorsunuz? Hiçbir şey anlamıyorum dedim.
- Şöyle anlatmak gerekirse biz şu anda 201111 yılındayız ve Andromeda Galaksisindeki, Gordion Sisteminde yer alan Gelepsis Gezegenindeyiz. Hemen aklınıza uzaylı olduğumuz gelecektir. Yanılıyorsunuz bizler insanız ve kökenimiz elbette ki dünya gezegeni. Siz Gelepsis Gezegeninde doğdunuz ve 605 yaşındasınız. Çağımızda insan ömrü ortalama beş bin yıl.
- Bu imkânsız, nasıl olabilir? Ne saçmalıyorsunuz siz? Hem nasıl Türkçe konuşuyorsunuz? Ne diyorsunuz? Saçmalık bu! Diye haykırdım. Yine aynı adam;
- Lütfen sakin olun ve yalnızca beni dinleyin. Dünya Gezegeninden ve Samanyolu Galaksisinden farklı bir yerde olan gezegenimizde diller, ırklar, ülkeler, isimler yoktur. Bunlar sizin geldiğiniz ilkel zamanlara ait kavramlardır. Siz geldiğinizi düşündüğünüz ilkel dünyanızı araştırmak için bir proje hazırladınız. Bu projenin adını MESUT koydunuz.
- Mesut benim adım. Dedim
- Hayır sizin bir adınız yok, bizler sizin anlayacağınız dille DNA moleküllerimizdeki kodlamalarla tanınırız. Diye cevapladı Sarışın adam.
- Peki Mesut ne o zaman diye sorduğumda ise;
- Merkezi Evrenselliği Sanrılaştırma Uygulama Talimatının kısaltmasıdır, yani projenizin ismi. Diye cevapladı. Ben sabırsız bir biçimde;
- Nasıl olabilir bu, saçmalamayın! Diye bağırdım;
- Lütfen sakin olun, kafanızdaki tüm sorulara cevap vereceğim. Öncelikle Güneş Sistemi miladi takvimine göre 201111 yılında olduğumuzu size hatırlatırım. Ama başka bir galakside, başka bir sistemde olduğumuzdan miladi takvim kullanılmıyor. Yalnızca anlamanız için sizin anlayacağınız dilden anlatacağım olanları. Dediğim gibi bizler hepimiz insanız ve dünya zamanıyla 19910 yıldır burada yaşıyoruz. Burada bildiğiniz güneş yok, sizin geldiğiniz yerdeki gibi enerji problemimizde yok. Siz burada doğdunuz. Biz sizin öğrencileriniziz. Siz bir bilim adamısınız. İnsanlığın kökenleri ve insanlığın gelişimi hususunda araştırmalar yapıyorsunuz. MESUT adındaki projenizle 21. yüzyıldaki Dünya gezegeninin simülasyonunu hazırladınız. Sonra bu simülasyon içerisine zihninizi yolladınız. Bu simülasyon içinde tekrar doğdunuz, tekrar yaşadınız. İnsanlığın günümüze göre en ilkel halini bizzat yaşamak istediniz. Böylelikle insanlığın kökenleri hakkında daha detaylı bilgiye sahip olabilecektiniz. Fakat proje protokolü tam da sizin tahmin ettiğiniz gibi yan etkiler gösterdi. Hafızanızı kaybedip kendi oluşturduğunuz var olmayan dünya içerisinde kayboldunuz. Aslında o dünyadaki ölümünüzle proje sona erecekti. Fakat siz sayılara takıntılı bir insan olduğunuzdan 11.11.2011 günü uyanmak istediniz. Bu konu ile ilgili olarak ta yalnızca ikimizi görevlendirdiniz. Bu yüzden laboratuarda değil de dışarı da uyandınız. Hiç kimse sizin uyandığınızı bilmiyor. Hatta eşiniz ve çocuklarınız bile. Dedi
Hayretler içerisindeydim, ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilmiyordum. Bir yanda tam 29 senedir yaşadığım dünya ve bir yanda bu olanlar. İnanmak istemiyordum.
- Bu söyledikleriniz doğru olamaz dedim, ben 29 yaşındayım. Doğdum; annem babam oldu, okula gittim, çalıştım, evlendim, çocuğum oldu. Dedim.
- Bunların hepsinin yazılımını siz hazırladınız, hem de dünyadan getirdiğiniz gizli kaynaklarla. Aslında size hafıza yüklemesi yapabiliriz ama bu tüm projeyi tehlikeye atar.
Ama bize inanmanız için bize küçük bir test yapabilirsiniz dedi. Bende;
- Bu nasıl olacak? Diye sordum.
- Yalnızca sizin bildiğiniz, sizden başka hiç kimsenin bilmediği bir soru sorun bize dediler.
Aklım karışmıştı, ne soracağımı bilemiyordum. Ne sormalıyım diye düşündüm, düşündüm, düşündüm ve ;
- Cep telefonumun pin kodu nedir? Bunu benden başka hiç kimse bilmiyor dedim. İkisi de gülümseyerek;
- 5356, dediler. Saçmaydı ama bilmişlerdi. Beynimden vurulmuşa döndüm.
- Nereden bildiniz? Diye sordum.
- Projenizdeki bütün kodlamalar sizin DNA dizilimizden oluşuyor dediler.
Ne söyleyeceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Diğer adam söze başladı;
- Sizi tekrar projenize dahil etmek zorundayız. Dedi ve mavi bir hap uzattı bana.
- Bu ne? diye sorduğumda
- Bunu ağzınıza koyun ama yutmayın dilinizin üzerinde dursun, her zaman sevdiğinizden dedi.
Verdiği hapı dilimin üzerine koydum ve bir anda bir lezzet patlaması yaşadım. Bu yiyecek gibi bir şeydi. Ama daha önce hiç tatmadığım bir şey, aldığım lezzeti dünyadaki herhangi bir şeyle kıyaslamamın imkânı yok. Hiç bitmek bilmeyecek gibiydi. Gözlerimi kapattım ve lezzetin doruklarına ulaşmaya çalıştım. Bu sırada sarışının yanındaki adam;
- Nasıl tanıdık geldi mi? Diye sordu; Bu en sevdiğinizdi.
- Bunun ne olduğunu bilmiyorum ama çok lezzetli dedim. İki adamda gülümsediler.
Sonra sarışın olan sağ avucunun içine bakmamı istedi. Avucunun içine bakarken uykuya daldım ve uyandığımda hastanedeydim. Hatırladıklarım bu kadar memur bey, acaba bana ne olduğunu anlatabilir misiniz?
Kayıt Dışı:
- Ne olduğu hakkında bir fikrimiz yok Mesut Bey, sizin 8.11.2011 tarihinde ve öncesinde Sivas İlinin Gürün ilçesinde yaşadığınızı biliyoruz. Ama nasıl oldu bilmiyorum ama 8.11.2011 tarihinde sizi Tuz Gölü civarında baygın bir vaziyette bulduk. Yapılan araştırma ile kimlik bilgilerinize ulaşıldı. Aynı tarihte sizi Sivas’ta Gürün İlçesinde de görenler var. Nasıl bir anda Tuz gölüne gittiniz? Anlattıklarınız ne anlama geliyor bilemiyorum. Bir mola verelim isterseniz. Kahve içer misiniz?
- Lütfen, bir de sigara alayım. Kızımla eşimi görebilir miyim?
- Elbette, sizin hastanede olduğunuzu biliyorlar, ama önce olanları anlamalıyız.
- Elbette ama bilemiyorum….
MESUT ÇİFTCİ